Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Arıya ve Karıncaya Vahyeden Ekoloji

2 Aralık 2015 Çarşamba Yazarlar


Kur’ân sadece insana hitap etmez, aynı zamanda kâinatın bütün canlılarına konuşur. Vahyin hem muhatabı hem de tezahür alanı olan doğa, semboller denizi olarak ilahi ahengin yurdu. Arıya ve karıncaya vahyedilmekte, güneş ay ve yıldızlar şahit tutulmakta, incire zeytine ve Tur dağına yemin edilmektedir mesela.

Fakat insan bu dengeyi bozmuştur:  “… İnsanların ellerinin işledikleri günahlar sebebiyle karada ve denizde fesat meydana çıktı…” (Rum 41) “…(Senden) ayrıldı mı yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çalışır. Allah ise fesadı sevmez.” (Bakara 205)

Peygamberimiz kim bir ağaç dikiminde bulunursa ona o ağaç meyve verdikçe sevabının geleceğini, kim kuru ve çorak bir yeri ihya ederse mükâfatlandırılacağını, kim yerine yenisini dikmeden bir ağacı kesecek olursa Allah’ın ona cehennemde bir ev yapacağını söyleyerek ağaca olan hürmetini kesin bir dille ortaya koymuştur. 

Peygamberimiz’in şimdiki söyleyişle sit alanı ilan ettiği yerler de vardı, Mekke, Medine, Taif Vadisi, Kureyş kabilelerinin arazileri bunlardandı meselâ. Hatta Taif Vadisi’nin yaylası için “ne dikenli ağaçları ne de çalıları tahrip edilmeyecek, av hayvanları da öldürülmeyecek” demişlerdi. Hayvanların hak ve hukukuna dair hadisleri geniş bir konu olması dolayısıyla konu dışında bırakıyoruz.

Ekoloji kavramından asırlarca önce Medine toplumunda doğa-insan arasındaki ilişkilerin esasları belirlenmiş, planlı bir şehirleşmenin temel yasaları ortaya konmuştu. Şehir yollarının genişliği, evler arasında olması gereken mesafeler, su havzalarının necasetten korunması, rüzgârın yönünün hesap edilmesi, mahremiyetle toplumsallaşma arasındaki dengelerin gözetilmesi gibi. İnsan dışındaki bütün varlıklar da Rabbini anan ve teşbih eden müminler olarak tanıtılarak onların haklarının çiğnenmesi büyük günah olarak değerlendirilmişti. İnsanların kavuşmayı umdukları cennet de her varlığın birbiriyle barışık olduğu, her şeyin adaletle yerli yerine konduğu, berrak nehirlerin aktığı yeşil bir âlem olarak tasvir edilir. Cennetle müjdelenmiş bir kişi olarak Peygamberimiz’in fani dediğimiz dünyada kendi eliyle beş yüz ağaç dikmiş olması çok manidar olsa gerek.

Ayetlerde doğanın insanın istifadesine sunulmuş olması meselesi, onun ele geçirilmesine, esir alınmasına ve ilkesizce tasarruf edilmesine izin verildiği anlamına gelmez. Doğa insana olan faydasından ve yararlanma amacından bağımsız olarak yaratılışına içkin manada büyük kıymeti haizdir. Esasen varlık âlemi Aziz, Rahman, Âlim ve Kadir gibi nice sıfatların bir tezahürü olarak yaratılmış ve Allah’ın bütün esmalarını yansıtan bir ayna gibi sonsuz güzellikler ve sıfatlarla donatılmış. Olağanüstü estetikle yaratılan varlıklar üzerinde insanın hakları sınırlı ve ilkelerle kayıtlı. Ailemizin, evlatlarımızın bir parçası olarak doğa hak ettiği ihtimamı görmeli, üretim ve tüketim biçimi doğanın korunmasına, incitilmemesine yönelik olarak her türlü israftan, hoyratlıktan uzak olarak gerçekleşmeli. 

Batılı devletlerin akıl almaz bir intiharla doğayı mahvettiklerini söylemek yanlış değil. Fakat günümüz İslam dünyasında da çevreye karşı duyarsızlık var. Birçok problemde olduğu gibi dinimiz zaten gerekenleri söylemiştir rahatlığıyla yetinme hali mi yoksa sürekli hayat memat meselesi çatışmalar ve problemler yüzünden bir türlü sıra gelmemesi mi?

Batılı devletlerin akıl almaz bir intiharla doğayı mahvettiklerini söylemek yanlış değil. Fakat günümüz İslam dünyasında da çevreye karşı duyarsızlık var. Birçok problemde olduğu gibi dinimiz zaten gerekenleri söylemiştir rahatlığıyla yetinme hali mi yoksa sürekli hayat memat meselesi çatışmalar ve problemler yüzünden bir türlü sıra gelmemesi mi?  

İslam dünyasında çevre meselesi hakkında kapsamlı yazılar yazan az sayıda düşünürden biri olan Seyyid Hüseyin Nasr, Yale Üniversitesi bünyesinde kurulan “Yale İklim Değişikliği ve Medya Forumu” çerçevesinde kendisiyle yapılan söyleşide bu konuda sıklıkla radyo ve televizyon konuşmaları yaptığını, fakat bunun hiç de sevilmeyen bir konu olduğunu söylüyor: “Kimse bu konuda bir şey duymak istemiyordu. Herkes Batı’nın Hudson ve Themes nehirlerini kirleterek zengin olduğunu, kimsenin onlara bir şey demediğini düşünüyordu. Şimdi zengin olma sırası bizde ve diyorlar ki yapmayın yoksa dünyanın sonu gelecek.”

Müslüman dünyanın çözüm için Batı’nın daha çok çaba sarf etmesi gerektiğini söylemesi anlamsız değil. Günümüzde çevreyi kirleten en belirgin unsur, zehirli sanayi atıklarının su, hava ve toprağa karışarak gezegendeki tüm bitki, insan ve hayvanlarda bıraktığı telafisi mümkün olmayan ölümcül etki. Dünyada en çok zehirli atık üretenler de gelişmekte başı göğe ermiş sanayi ülkeleri. Bu atıkları imha etmenin yüklü bir maddi bedeli olması yüzünden atıkların büyük bölümünü Afrika’ya gönderiyorlar. BM çevre programı UNEP sözcüsü Michael Williams Afrika’da bazı gemilerin zehirli yükünü boşalttığı birçok bölge bulunduğunu ve bu yüzden ölen ya da hastalanan insan sayısının tespit edilemediğini söylüyor. Almanya’nın petrokimya sektöründe ürettiği atıkların bir bölümünü Mısır çöllerine, İtalya’nın cüz’i bir kredi karşılığında binlerce varil zehirli atığını Nijerya’ya gömmesi bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden hadiseler.         

İslam dünyasında çevre meselesi son yıllarda her zamankinden fazla gündemde. Washington’da örgütlenen Yeşil Müslümanlar yerel çiftliklerle işbirliği yapmaktan, tekrar kullanılabilir yemek takımı kiralamaya kadar bir dizi faaliyette bulunuyorlar. Grubun lideri Sarah Jawaid, Allah’ın doğadan, insanın kendi varoluşu hakkında düşünmesi için işaretler barındıran bir doku olarak bahsettiğini söylüyor. Arı, incir ağacı ve ışık gibi isimler alan ayetlerde doğada olup bitenlerin ince detaylarla derinleştirilmesi gerçekten de önemli. Varoluşun dengesini her manada korumakla mükellef bir insan öngörülüyor ki insanın yeryüzünde halifelik yapmasının özünü oluşturan da bu sorumluluklar.

2010 yılında yapılan Pew Küresel Tutumlar Anketi’nde küresel iklim değişikliğinin çok büyük bir problem olduğunu söyleyenlerin Türkiye ve Lübnan’daki oranı (sırasıyla %74 ve %71) dünyada ikinci ve üçüncülüğe denk geliyor “Yeşil Müslümanlar ve Eko–İslam” başlıklı makaleye göre. Buna karşılık çözüm bulabilmek adına yüksek bedeller ödemeye hazır mısınız denildiğinde destek epeyce düşüyor, fakat Türkiye’nin bedel ödemeye hazır insan sayısı AB ülkelerinden daha yüksek.