Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Cahiliyye'den İslâm'a Bir Miras: Ensab

20 Aralık 2010 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

Hz. Peygamber’in, ümmetinin Cahiliyye’den terk edemeyeceği dört şeyi (atalarla öğünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yağmur için yıldızlara bakmak, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak) anarken, İslâm’ın pek de hoş görmediği Cahiliyye tipi bir nesep anlayışından bahsetmesi, oldukça dikkat çekicidir.

Bu tür bir kıraathanenin, esasında bir yüzyıl öncesinin Cahiliyye gecelerinde bir şairin, bir hikâyecinin ya da bir edibin sohbetiyle feyizlenip keyflenmek için bir araya geldiği meclislere oldukça benzediği söylenebilir. Muhtemeldir ki, el-Cumahi’nin mekânına da zaman zaman “meşhur” bir şair, bir kassas ya da bir nessab uğramakta ve etrafında saatlerce sürecek bir sohbete meraklı dinleyiciler toplamaktaydı. Cahiliyye döneminin şiirsel anlatılar, süslü methiyeler ve ince kinayelerle bezenmiş savaş hikâyelerine, muhtemelen Emeviler devrinde de Pers, Hint ve Bizans topraklarından gelme hikayeler, Tevrat ve İncil’den alıntılarla süslenmiş peygamber kıssaları ve ilk dönem İslâm fetih menkıbeleri de eklenmişti.Emevi halifesi el-Velid’in hüküm sürdüğü yıllarda, Mekke’de Abdülhakem el-Cumahi adlı bir şahsın meclisinden bahsedilir. Rivayete göre bu zat, dostlarına hasrettiği evi, günün her saati uğranan bir kıraathaneye çevirmiştir. Gelenler, sırtlarındaki abayeleri duvara mıhlanmış askılara devrettikten sonra, ya içeride süregitmekte olan bir sohbet halkasına dâhil olur; ya da eş-dosttan biri ile tavla ya da santranç oynamaya koyulurdu. O an için daha münzevi kalmak isteyenler ise, evin duvarlarını çepeçevre saran raflardan indirdikleri defterlere gömülmeyi tercih ederdi. Söz konusu defterlerde nelerin kaydedilmiş olduğu bugün tam olarak bilinmese de, içeriğin daha ziyade eskilerin şiirleri, Mekke’nin köklü kabilelerinin “ahbarı” ve kısası enbiya gibi konulardan oluştuğu tahmin edilmektedir.

Bir fark daha vardı bir asır öncesine göre. Bu tür meclislerde artık umumun oturup gözden geçirebileceği, hafızasını tazeleyebileceği veya sadece keyifle okuyabileceği raf raf defter ve sahifeler bulunmaktaydı.

Araplar için yazı yeni bir şey değildi elbette. Ancak klasik Arap yazısı, benzer harfleri birbirinden ayıran noktalama işaretleri ve sesli harekelerden büyük ölçüde yoksundu. Bu yazı tarzı, yanlış okuma ve anlamalara açık olmakla birlikte, bütün toplumsal ve kişisel bilginin insan hafızasında tutulduğu o dönemler için yeterli denebilecek düzeydeydi. Zira yazı, esasında hafızada kazılı olanı hatırlatan ve tazeleyen basit sembollerden ibaret olarak görülüyordu.

Sened bir ilim olarak özellikle hadis derlemeleri sırasında belirginleşmiş ve kurallaşmışsa da, muhtemelen yine bir Cahiliyye dönemi alışkanlığı olan ensab ve ahbar geleneğinin olmazsa olmaz bir parçasıydı.

Söz konusu kıraathanenin faaliyette olduğu yıllarda yazı ve yazıda kullanılan noktalar ve harekeler bir asır öncesine nispetle yaygınlaşmış olsa da, yazı hâlâ hatırlatma görevi ile varlığını sürdürmektedir. Zaten bu yüzdendir ki, Cahiliyye döneminden kalma bir gelenek, İslâm sonrasında da etkinliğini sürdürmüş ve hatta tarih ve hadis gibi İslâmî ilimlerin temel metodu olmuştur. Bu metot bilginin bir kişiden diğerine aktarılmasıyla yetinmemekte; o bilgiyi o vakte kadar taşımış olan tüm ravi zincirinin de nakledilmesini gerekli kılmaktaydı. Bu anlamda ravi zincirinin (senedin) sıhhati, rivayetin de sıhhatini belirliyordu.Hicri üçüncü asırda yaşamış olan İbnü’l-Arabî’nin kütüphanesinde bulunan tüm elyazmalarını aslında ezberinde tuttuğu, ancak bu elyazmalarına sıkça hafızasındakileri tazelemek için yeniden yeniden döndüğü aktarılır. Bu örnek, Arap geleneğinde, geleneksel aktarım metoduna nispetle yazının etkisinin, oldukça geç dönemlere kadar zayıf kaldığının bir göstergesidir.

Sened bir ilim olarak özellikle hadis derlemeleri sırasında belirginleşmiş ve kurallaşmışsa da, muhtemelen yine bir Cahiliyye dönemi alışkanlığı olan ensab ve ahbar geleneğinin olmazsa olmaz bir parçasıydı.

Yoğun bir kabile asabiyetinin etkili olduğu Arap Yarımadası’nda, hem kabile içi, hem de kabileler arası toplumsal ilişkileri belirleyen temel unsur, bir kişinin bir kabileye, onun önde gelen atalarına ve mevcut liderlerine nispetle nerede durduğu idi. Bu duruş ise, büyük ölçüde babadan geçme bir kan bağı ile belirleniyordu. Neseb ve soy bilgisi, yani ensab, o dönemde bireyin toplum içindeki tüm hak ve yükümlülüklerini tesis ediyordu. Arapların neseb konusunda, diğer milletleri bu konuda hor görecek ölçüde temayüz ettikleri söylebilir. Tabii olarak her kabilenin üyelerinin neseplerini takip eden bir nessabı bulunmakta ve kimi zaman önemli neseb kayıtları, kabilenin anlaşmalarının ve kayda değer olaylarının (ahbar) tutulduğu divana da yazılmaktaydı.

Ancak yazılı bir geleneğin olmadığı bir ortamda, daha ziyade sözlü tarih ile neseb bilgisi bir arada, kabilenin şair, nessab ve kassaslarının hafızasındaki arşive yerleşiyordu. Kabilenin tüm geçmişi ve tecrübesi, kurulan sözleşmeler ve dost - düşman kabilelerle yaşanmış ilişkiler, neseb zinciri içine örülmüş bu sözlü tarihte saklanıyor; atalara ait övünç verici hadiselerle de pekiştiriliyordu. Tabii olarak bu yüklü hazinenin önemli bir kısmı, daha kolay akılda kalmasını temin edecek bir şekilde manzum bir tarzda derleniyor ve nesilden nesile, şiir ve darbımesellerle aktarılıyordu.

Arapların ortak hafızası, bir taraftan neseb ile nesilleri birbirine bağlarken; diğer taraftan da başta “Eyyamü’l-Arab” olarak anılan ve ataların kıvanç duyulacak başarılarının göklere çıkarıldığı (mefahir), rakiplerin aşağılandığı (mesalib) kabileler arası savaşlar olmak üzere, kabilelerin örf ve adetlerinin de işlendiği bir sözlü tarih (ahbar) ile kimlik bulmuştur.

Hz. Peygamber’in vefatının ardından henüz yarım asır bile geçmeden kurulmuş olan Emeviler döneminde neseb, Hz. Peygamber’in hiç de tasvip etmediği bir tarzda, yani aile ve kabile fertlerinin yüceltilip kayırılması, rakiplerinin ise aşağılanması şeklinde oldukça belirgin bir yere oturmuştur.

Ancak Hz. Peygamber’in vefatının ardından henüz yarım asır bile geçmeden kurulmuş olan Emeviler döneminde neseb, Hz. Peygamber’in hiç de tasvip etmediği bir tarzda, yani aile ve kabile fertlerinin yüceltilip kayırılması, rakiplerinin ise aşağılanması şeklinde oldukça belirgin bir yere oturmuştur. Araplığın ön plana çıktığı Emevi devrinde, saraylarda hemen her zaman nessablar bulunmuş ve dönemin kimi halifesi, kendi ailelerinin ensabına has kitap siparişi dahi vermişlerdir. Arap olmayan halk tarafından tepki gören ve nihayetinde Emevi iktidarının yıkılmasının temel sebeplerinden biri olan bu neseb ve kabilecilik anlayışının, biraz daha masum bir hali, iktidarını soy-sop ile ilişkilendiren tüm gelecek nesillerin aracı olmaya devam etmiştir.Hz. Peygamber’in, ümmetinin Cahiliyye’den terk edemeyeceği dört şeyi (atalarla öğünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yağmur için yıldızlara bakmak, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak) anarken, İslâm’ın pek de hoş görmediği Cahiliyye tipi bir nesep anlayışından bahsetmesi, oldukça dikkat çekicidir. Nitekim neseb ilmi, İslâm’la birlikte kaybolmamış; bilakis ganimet dağıtımından Arapların yeni kurulmuş şehirlere kabilelerine göre yerleştirilmesine kadar bir çok alanda neseb âlimlerinin görüşlerine başvurulmuş; nesebin önemli olduğu evlilik, süt kardeşlik, miras ve diyet ahkâmı konularının özenle takip edilmesi istenmiştir.

Biz yine de ensab ilmini, İslâm tarih ve hadis geleneğine yaptığı ayrıcalıklı katkılarla hatırlayalım.