Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Duha: Kalbin Doğusu


Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.
 
Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.
 
Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.
 
Dileseydin en başından terk ederdin beni. Benim yerime sonsuz sessizlik olurdu sadece. Yok olanın yokluğuna kim ağlar ki! Dokunduğum yerler, vardığım odalar hiç kıpırtısız kalırdı öylece. Doğmayanın hiç doğmayışını kim fark eder ki! Hiç var etmeyebilirdin beni.

“Vedduha…”

Sana yakardığım bu sesi Sen verdin. Seni çağırdığım nefeslerim Senin eserin. Seni andığım bu kalbi Sen borç verdin. Seni Sen diye bilen şu varlığım Senin var edişin. “Vedduha”ya değen dudaklarım Senin lütfun. “Gün ışıması”yla sevinen gözlerim Senin ikramın. Yokluğun gecesini yırtmak üzere var edildim. Evrenin suskunluğuna dil olayım diye buradayım.

Sevindim; Duha diye var edilen benim.

***

“Şahittir [üzerimden geçen] koyu [unutuluş] gece[si]…”

Gözlerden düşmüşken ben, gözden eyledin beni, güzelliğine şahit diye yazdın. Sürülmüşken bütün kapılardan eksikliğimden hoşnut olmadın. Yokluğuma aldırış etmezken kimseler, beni varlığına ayine ettin. Yokluğun gecesinden çıkardın beni, “gün ışıması” diye takdir ettin.

Gördüm; Duha doğuşumdur benim.

***

Kopkoyu bir gecenin taze sabahıyım ben. Ümitleri boğan karanlıkların sonrasıyım. Ölü mevsimlerden sonra can kokulu bu bahara alındım. Yoksa ne burada olur ne burada olamayışıma yanardım. Kayda değmez bir hüsran olurdu adım. Kıyısı bilinmez, el uzatılamaz bin bela uçurumuna yuvarlanırdım. Gecelerin kabuğunu kırmış bir ışık şavkıyım. İmkânsızdım; mümkün kılındım. İşte buradayım.

Anladım; Duha kaderimdir benim.

***

“Terk etmedi Rabbin seni, küsmedi de...”

Dileseydin en başından terk ederdin beni. Benim yerime sonsuz sessizlik olurdu sadece. Yok olanın yokluğuna kim ağlar ki! Dokunduğum yerler, vardığım odalar hiç kıpırtısız kalırdı öylece. Doğmayanın hiç doğmayışını kim fark eder ki! Hiç var etmeyebilirdin beni. İsteseydin, kendimi “ben” diye bilme fırsatı vermezdin. Böylece terk edilen terk edene “niye terk ettin beni?” diye sitem bile edemezdi.

Ey yokluk duvağını yüzümden çekenim;  beni terk etmeyesin diye titreyişim de Senin iyiliğindir. Sen hiç iyiliğini yarım bırakır mısın?

Tamam; Duha olsun adım benim.

Senin nimetlerini anışım da Senin nimetin. Nankör olmayınca güzelleşiyor huyum. Kadir kıymet bilince, iyileşiyor halim. Şükreden olunca, tatlanıyor dilim. Minnetimi ifade ettikçe, değerli oluyor sözüm. Hayretimi artırdıkça,  hayret edilesi, sonsuza kadar saklanası bir eser oluyor ömrüm.

***

Varlığa değer gördün beni.  Adımı varlar arasında geçirdin ezelden. Var olmaya değer gördün beni. Yaşatmaya lâyık gördün adı bile anılmaya değmez bu ölüyü. Şu benliğimle Sana karşı geleceğim baştan belliydi. Sana isyanımı yine Senin bahşettiğin hayat üzerinden gerçekleştirdim. Dilersen küsebilirsin bana ki bunu çoktan hak ettim. Küsülenin küsenden hiçbir hak talebi olamazdı. Bunca hak geçmişlikten sonra susup kalması bile küstahlık sayılırdı.

Ey uzaklarımı yakın edenim, suskunluğumu dua bilenim, bana küsmeyesin diye sızlanışım da Senin eserin. Sen hiç eserini zayi eder misin?

Mahcubum; Duha’dır kârım benim.

***

“Bundan sonrası bundan öncekinden hayırlıdır sana.”

Evvelim kopkoyu bir gece imiş; şimdi varlık sabahındayım. Ya bu sabahtan sonra ne var? Şu dünya gündüzünü gece saydıracak bir başka sabahın mı var? Geçmişim kışlar gibi ölü vakitlere denk geldi, ama bugün hayatın baharındayım, sevinçlerin yanağındayım, huzur sofrasındayım. Ya bu bahardan sonrası?  Bu hayat baharını bile kış saydıracak daha diri bir baharın mı var?

Ümitliyim; Duha’dır duam benim.

***

“Verecek sana Rabbin sen de razı olacaksın…”

İstenmezken ben, beni Sen istedin. İstenmeyecek kadar önemsizken ben, varlığımı önemsedin, var olmamı istedin. Ben bile beni isteyemezken, Sen ille de beni istedin. Benim Seni istemem, Senin beni istemenle başladı. Benim Senden istemem, Senin beni istemenden sonra oldu. İstekleri yok sayılacak kadar önemsizken ben, istememi önemsedin. Senden isteyen oldukça önemsedin beni. Sen beni “ben” etmesen, nasıl olur da “ben” “benim” diyeceğim şeyleri isteyebilirdim?  İsteyenim Sensin. İstetenim Sen. İstediğim de Sen.

İsterim; Duha olsun sonum benim.

***

“Rabbinin nimetlerini andıkça an!”

Senin nimetlerini anışım da Senin nimetin. Nankör olmayınca güzelleşiyor huyum. Kadir kıymet bilince, iyileşiyor halim. Şükreden olunca, tatlanıyor dilim. Minnetimi ifade ettikçe, değerli oluyor sözüm. Hayretimi artırdıkça,  hayret edilesi, sonsuza kadar saklanası bir eser oluyor ömrüm.

Senin verdiklerinle bildim Senin verdiğini. Seni bilmezliğin gecesinde kalmama razı olmadın. Seni tanımanın sabahına eriştirdin beni. Senin verdiğini bilenlerdenim; şükür. Nankörlüğün karanlığında bırakabilirdin. Vazgeçmedin; şükrün eşiğine getirdin dilimi. Unuttuğumda Seni, bıkmadan usanmadan kendini hatırlattın. Ümit kesmedin; Sözüne dudak eyledin beni.

Sustum; Duha’dır sözüm benim.