Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ebû Eyyûb el- Ensâri: " Ben Bu Mezar Taşına Değil Resûlullah'a Geldim!"

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Hiç kimseyi böyle beklemedi Medine. Yalnız insanların değil, bulutların, tepelerin, bahçelerin de gözleri yollarda. Günlerdir şehirde sadece O konuşuluyor. İsmi fısıldandığında hışırdıyor ağaçlar, kuyuların suyu yükseliyor, çocuklar el ele tutuşup koşmaya başlıyorlar. Tarihin O'nun şehre gelişiyle başlayacağını hisseden ruhlar, başlamamış bir zamanın kıyısında nefeslerini tutmuş, ayın doğmasını bekliyorlar. Fakat bir sakini var ki bu beldenin, her sabah üç dört mil yürüyor karşılayabilmek için O'nu. Medine'nin ilk Müslümanlarından Ebû Eyyûb el- Ensârî, Akabe Biatı'nda sarıldığı aydınlık ellerle ışıyacak yeni bir günün peşinde tepelere tırmanıyor. İlk göremese de, müjdeyi o duyuyor herkesten önce: "Muhammed'in kafilesi geliyor!" Kabilesine koşuyor hemen. Başta reisi olduğu Neccaroğulları olmak üzere bütün şehri ayağa kaldırıyor. Kadın, erkek, çocuk, ağaç, rüzgâr, bulut eksiksiz katılıyorlar karşılamaya. Defler coşuyor. Beklenen ay doğuyor veda tepelerinden. Çocuklar en güzel çığlıklarını o an atıyorlar. Kadınlar en masum gözyaşlarını o an döküyorlar. Erkekler O'nu hanelerine davet edebilmek için yarışıyorlar. Devesinin etrafını sarıp ellerini uzatıyorlar o an. Hz. Peygamber, "Ne güzeldir Muhammed'e komşuluk" diye ilahiler söyleyen çocuklara dönüp, "Seviyor musunuz beni?" diye soruyor. Çocuklar bir ağızdan, " Seviyoruz yâ Resûlallah!" diye bağrışıyorlar. Hz. Peygamber bunun üzerine,"Allah kalbimi biliyor ki, ben de sizleri seviyorum!"diyor onlara. Öyle bir muhabbet çemberi oluşuyor ki, Allah'ın elçisi bu sevgi kuşatmasını yarmak istemiyor. Peygamberlik gelmeden önce nasıl paylaştırdıysa Hacerü'l- Esved'i taşıma onurunu kabilelere, güneşi paylaştıracak bütün pencerelere elinden gelse. Tercihi bir hüzün gölgesi olarak düşmesin diye hiçbir haneye, devesi Kusva'yı serbest bırakıyor. Nereye çökerse orada inecek. Kusva yürüyor, merak içinde herkes. Kusva ağır adımlarla yaklaşıyor şehre. Hangi evin yanından geçse bir vaveyla kopuyor, hangi yola girse kutsal bir neşe. Ve çöküyor Kusva kalpleri titreterek. Ve bir an durup, kalkıyor tekrar çöktüğü yerden. Gaipten bir ses duymuş gibi birkaç adım daha atıyor. Ebu Eyyûb el- Ensârî'nin hanesinden yana koyarak tercihini, çöküyor Kusva yeniden.

Ne kutlu bir konuk bu! Ne unutulmaz bir misafirlik! Ebu Eyyûb'un sesi titriyor sevinçten: "Ya Resûlallah! Buyurunuz. Burası benim evim. Bu da kapımdır!" Ve Zeyd b. Hârise'yle beraber, coşkuyla taşıyorlar eşyasını Peygamber'in. Yedi ay sürecek bir muhabbet yolculuğu başlıyor. Alt katı tercih ediyor kutlu misafir, ziyaretçileri rahatsızlık vermesin diye ev sahibine. Fakat içi rahat etmiyor Mihmandâr-ı Nebî'nin; Resûlullah alt katında yaşarken evin, rahat edebilir mi üstte? İşte su testisine takıldı ayağı, işte yere döküldü sular. Ya sızarsa alt kata, ya damlarsa üzerine Nebînin. Hayır bu böyle olmayacak. Üst katta oturmalı Peygamber. Sahih-i Müslim şöyle not düşüyor burada tarihe: "Resûli Ekrem hemen eşyasının yukarıya taşınmasını emretti. Eşya hemen taşındı, zaten bu eşya azdı." Eşya azdı fakat muhabbet her yemekte çoğalıyordu. Ebû Eyyûb ve eşinin en büyük hazzı sahanından yemek yemekti Son Peygamber'in. Bir gün yemeğe dokunmadığını görünce o nurdan misafirin, "Ya Resûlallah, siz yemek yedikten sonra aynı kaptan yemek, bizim için en büyük şereftir. Fakat bugünkü yemekten yemediğinize dikkat ettim,"dedi üzüntüyle Ebu Eyyûb. Resûlullah, " Yiyemedim. Yemekte soğan gördüm çünkü. Ben hoşlanmasam da sizin yemenizde bir beis yoktur,"dedi. Burada tekrar not düşüyor tarihe Sahih-i Müslim. Ta ki Ebu Eyyûb'un bütün zamanları kuşatacak şu cümlesi unutulmasın: "Ya Resûlallah! Biz de hoşlanmayız, sizin hoşlanmadığınız şeyden!"

"Ya Ebâ Eyyûb artık sana şimdiden sonra bir kötülük isabet etmez," duasına mazhar oluyor. Ve dua öyle bir zırh giydiriyor ki Ebu Eyyûb'a, dipdiri çıkıyor her devirde her savaştan. Peygamberin vefatından sonra asmıyor kılıcını duvara. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanı yeni meydanları işaret ediyor, Mihmandar-ı Nebî, Suriye, Filistin, Mısır ve Kıbrıs'ta.

Ebû Eyyûb'un hoşlandığı şeylerin başında cihat geliyor Allah yolunda. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke'nin Fethi, Huneyn,Tebük... Nerede yükselirse sancak-ı şerîf, o orada. Zira, "Bir kimse gaza ve cihadın faziletlerini, faydalarını ve sevaplarını bilip de gazaya özenmeden ölüp giderse, şüphesiz o kimse, münafıklıktan bir pay alarak vefat etmiş olur, Allah katında, yüz derecelik bir makam vardır ki, onlar ancak Allah yolunda savaşan müminler için hazırlanmıştır" diyor Nebî. Hem "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara,195) âyeti, ona göre cihadı işaret ediyor. En büyük tehlike bir insan için savaşa gitmek değil, geri kalmak Allah yolunda cihattan. Ebû Eyyûb'u her savaşta en ön safta görenler, "Neden kendini gazalara adadın?" diye soruyorlar  da, Mihmandar-ı Nebî, "Ben Kur'ân-ı Kerîm'de ‘Her halinizde gaza ve muharebeden geri kalmayınız!' ilâhî fermanını okuduktan sonra benim için gazayı terk etmek imkânı kalmamıştır" diye fısıldıyor kulaklarına. Sefere mi çıkılacak fecirde, ilk önce onun gözleri açılıyor. Nöbet mi beklemek gerekiyor peygamberin çadırı önünde, Ebu Eyyûb el- Ensârî en önde. Bırak gölgesinin düşmesini bir kılıcın Efendisi'nin üstüne, bir kuş tüyünün durmasına bile gönlü dayanmıyor Sakalı Şerîf'te. Safa ile Merve arasında kendi elleriyle alıyor kuş tüyünü peygamberinin yüzünden. "Ya Ebâ Eyyûb artık sana şimdiden sonra bir kötülük isabet etmez," duasına mazhar oluyor. Ve dua öyle bir zırh giydiriyor ki Ebu Eyyûb'a, dipdiri çıkıyor her devirde her savaştan. Peygamberin vefatından sonra asmıyor kılıcını duvara. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanı yeni meydanları işaret ediyor, Mihmandar-ı Nebî, Suriye, Filistin, Mısır ve Kıbrıs'ta.

Bir heybetli savaşçı değil sadece. Bir vahiy kâtibi o, âyetleri bir araya getiren. Bir hafız, baştan sona ezberleyen Kur'ân'ı. Bir vekil, Hz.Ali Irak'a gittiğinde yerine geçen. Bir râvi, tek bir hadis için Medine'den Mısır'a yolculuk yapan. Bir fakîh, fetvasına ümmetçe güvenilen.  Bir imam, Hz. Osman muhasara altındayken Mescid-i Nebevî'de namaz kıldıran. Bir âhiret kardeşi, Mus'ab b. Umeyr'le Medine ruhunu gözeten. Bir baba, oğluna hiddetlenen, savaşta işkenceyle öldürdüğü için düşmanı.  Bir uyarıcı, akşam namazını müstehap vaktinde kılmayanlara. Ve bir bilge, Resûlullah'ın kabrine başını dayamış ağlayan: Devir Emeviler'in. Mervan b. Hakem Medine valisi. Ebu Eyyûb, bir ses duyuyor arkasından: "Ne yaptığını biliyor musun!" Tanıyor Ebu Eyyub, liyakatsiz Mervan'ın soğuk sesi bu. Sünnete aykırı hareket ettiğini ima ediyor. Vakti geldi. Mihmandar-ı Nebî kelimelerin üstüne basa basa cevaplıyor Mervan'ı:  "Ben bu mezar taşına değil, Resûlullah'a geldim. O'nun, ‘ Din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir,' dediğini duymuştum."

Duymuşsa Nebî'den akan sular durmuştur. Her ne varsa varlıkta O'nun işaretiyle almıştır gerçek yerini."Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur" demişse Hz. Peygamber, mutlaka fetholunacaktır İstanbul. Yaşı sekseni aşsa bile Ebu Eyyûb el- Ensârî, asla ihtiyarlamayacaktır. At binip kılıç kuşanacak, Resulullah'ın kabrinde dualar edip soluğu İstanbul surlarında alacaktır. İstanbul, Allah'ın en güzel şehri. İstanbul, gülümsüyor Medine'ye yüzyıllardır. İstanbul, Müslüman oluyor rüyalarında.  Müslümanlar ilk İstanbul kuşatmasında şehri alamamışlar ne gam. Fethin kapısı çalınıyor Alemdar-ı Nebî'yle. Savaşmanın değil, savaşmamanın tehlikeli olduğunu bütün zamanlara ilan eden koca mücahid, bin kılıçtan kurtulup hayatta kalırken, hastalanarak teslim ediyor ruhunu gazada. Alemdar'ın alemini bırakarak dünyaya, dâr-ı âhiret'e göç ediyor. Ve öyle bir vasiyet bırakıyor ki geriye, dirisiyle titrettiği yetmemiş gibi ölüsüyle de korkutuyor düşmanı. "Öldükten sonra beni surlara en yakın yere gömün!" cümlesi bir kâbus gibi düşüyor Bizans İmparatorunun uykusuna. Bir bölük asker Sultan'ı defnettikten sonra, uykuları kaçıyor İmparator'un. Bir rüyaydı halbuki o, kâbus değil, yedi yüz seksen dört yıl sonra tabir edilecek Sultan Fatih'le. Bir uç kalesi artık onun mezarı, bir işaret Akşemseddin'e.