Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hayatı Paylaşan Arkadaşlık

27 Ekim 2014 Pazartesi Sonpeygamber.info / Bir Hadis Bir Yorum


Enes b. Malik (ra) naklediyor: “Allah Rasûlünün Farisî bir komşusu vardı. Güzel çorba yapardı. Bir gün Rasûlullah (sav) için çorba yaptı ve O'nu davet etti. Hz. Peygamber, yanında oturan Hz. Aişe’yi işaret ederek onun da gelmesini istedi. Adam “Hayır” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü daveti kabul etmedi. Adam davet için tekrar geldiğinde Hz. Peygamber yine Hz. Aişe’yi işaret etti. Adam yine “Olmaz” deyince Allah Rasûlü davete katılmadı. Adam, üçüncü davetinde, Hz. Peygamber’in Hz. Aişe’yi tekrar işaret etmesi üzerine onun da gelmesini kabul etti. Bunun üzerine Allah Rasûlü ve Hz. Aişe birlikte kalktılar ve adamın evine gittiler.” (Müslim, Eşribe, 19)


O, yanında eşi olduğu halde tek başına kendisine yapılan bir daveti doğru bulmamış, eşini rencide etmemek için işaretle verdiği mesaja komşusundan olumlu karşılık alamayınca da davete yalnız gitmek istememiştir.

Hadisi açıklayan Nevevî, Hz. Peygamber’in davete Hz. Âişe (r.anha)’yle birlikte gitmek istemesini eşinin aç olabileceği veya yanında eşi olduğu halde, yemeğe sadece kendisinin çağrılmasını, âdâb-ı muaşeret, arkadaşlık hukuku ve meclis âdâbı açısında hoş görmemiş olabileceği; adamın Hz. Aişe (r.anha)’yi davet etmemesini de çorbasının yeterli olmayabileceği ihtimaliyle izah etmiştir. (el-Minhâc, 13/209)

Bu ihtimallerden ikincisinin daha makul olduğu görülmektedir. Çünkü şayet Hz. Aişe (r.anha) aç ise ve o andaki açlığının giderilmesi komşusunun ikramına bağlı ise bu bir acziyeti ve başkasının eline bakmayı ifade eder ki ne Hz. Peygamber ne de sevgili eşi için düşünülebilir. Davet sahibi komşu da Hz. Peygamber’i, kendi çorbasına muhtaç olduğu için çağırmadığına ve ısrarlı olduğu davet için de muhtemelen bir kişilik çorba hazırlamadığına göre, bu davranışının başka sebepleri olabilir. Bunlardan birisi muhtemelen onun, çok sevdiği ve önemsediği Allah Rasûlü’ne öncelik verme arzusudur. Doğal sayılabilecek bu tutumun dışında göz ardı edilemeyecek bir diğer ihtimal de ataerkil bir toplumun kadını kocasıyla birlikte düşünmeme alışkanlığından hareketle, o şahsın Hz. Peygamber’i yalnız olarak davet etmeyi uygun görmüş olmasıdır.

Burada önemli olan hiç şüphesiz, sevgili Peygamberimiz'in tutumudur. O, yanında eşi olduğu halde tek başına kendisine yapılan bir daveti doğru bulmamış, eşini rencide etmemek için işaretle verdiği mesaja komşusundan olumlu karşılık alamayınca da davete yalnız gitmek istememiştir. Her konuda ümmetine örnek olan Allah Rasûlü, bu tutumuyla başta komşusu olmak üzere bütün mü’minlere adeta şu mesajı vermektedir: Cinsiyet farklılığının gerekli kıldığı özel bir durum veya görev olmadıkça, beşeri ilişkilerde kadın-erkek ayrımı yapmak, özellikle eşler arasında fark gözetmek doğru değildir.

İnsanlar arasında takvâdan başka fazilet ölçüsü tanımayan dinimize rağmen, geleneksel kültürümüzde erkeğe erkek olduğu için tanınan bir rüchaniyetin varlığı inkâr edilemez. Şimdilerde fazla görülmese de Anadolu’da bir erkek çocuğun önünden geçmeyi (uğrunu kesmeyi) bile edebe aykırı gören, annesi, hatta ninesi yaşındaki kadınların bulunduğunu yaşlılarımız hatırlarlar. Belki iyi niyetle izahı yapılabilecek bu tür geleneksel tavırların, zamanla erkeğin kadın üzerine kurduğu hâkimiyet ve baskıcı tutuma katkı sağlayabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Kur’ân’a göre, “Mü’min erkekler ve kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İyiliği tavsiye eder, kötülükten sakındırırlar…” (Tevbe, 71) Örneğin ailede eşler, kendi aralarında uygun gördükleri bir iş bölümü ve görev dağılımı dışında, ast-üst ilişkisini doğuracak bir hiyerarşik düzen içinde değil, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir dost ilişkisi içinde olmak zorundadırlar. Çünkü eşler arasında sevgi ve rahmeti var eden ve bunu huzurun kaynağı olarak gösteren Yüce Allah’tır. (Rum, 21) Hiyerarşi, korkuya dayalı bir itaati, bu da güvensizlik ve ikiyüzlülüğü doğurur. Böyle bir ailede yetişen çocuklar da ebeveynlerinden gördükleri tutum ve davranışları kendi aile hayatlarına taşırlar.


Olabilir ki nice kadın, Allah’ın koyduğu değer ölçüsüyle kocasının kat kat önündedir. İyi veya kötü insan olmanın cinsiyetle bir ilgisinin bulunmadığı da aşikârdır.

Açıklamaya çalıştığımız hadis-i şerif, eşlerin aile hayatında da, toplum hayatında da yan yana, omuz omuza olmaları gerektiğini anlatmakta, hangi niyetle olursa olsun, erkeğinin on adım gerisinden giden kadının da, sofrada eşinin yanına oturmaktan çekinen hanımın da, buna izin veren ya da sebep olan kocanın da yanlış yaptığını göstermektedir. Ne yazık ki erkeği her şeyin merkezine koyan bir anlayış, zamanla kadının her tasarrufunu onun iznine ve rızasına bağlamış, Cennet vizesini bile onun eline teslim etmiştir. Allah ve Rasûlü’nün sıla-i rahim emrine rağmen kadının anne-babasını ziyareti de kocanın iznine havale edilmiş, bu izni vermeyen anlayışsız kocanın tutumu Hz. Peygamber’e onaylattırılmıştır. Hâlbuki bu anlayış, hem Kur’ân’a, hem de onu tebliğ eden Peygamber’in sünnetine aykırıdır. Kur’ân, erkek ve kadının karşılıklı haklarının bulunduğunu bildirir (Bakara, 228) ve erkeklere, kadınlarla iyi geçinmeyi emrederken (Nisa, 19), Allah Rasûlü (sav) de, “En hayırlı mü’minlerin kadınlarına iyi davrananlar olduğunu” (Tirmizi, Radâ’, 11) ilan etmiştir. Cenabı Hak, “Erkek veya kadın, mü’min olarak salih (yararlı) işler yapan herkesin, cennete gireceğini ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağını” (Nisâ, 124) va’d ederken, erkeklere, cinsiyetlerinden ötürü artı puan vermemiştir. Olabilir ki nice kadın, Allah’ın koyduğu değer ölçüsüyle kocasının kat kat önündedir. İyi veya kötü insan olmanın cinsiyetle bir ilgisinin bulunmadığı da aşikârdır.

Karısını bir itaat objesi gibi görüp her işine âmâde bir hizmetçi durumuna düşüren koca, onun da her insan gibi bir kişilik ve onur sahibi olduğunu unutmamalı, kendisine gösterilmesini istediği asgari saygıyı hayat arkadaşından da esirgememelidir. Bu aynı zamanda, “Kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyenin olgun mü’min olamayacağını”(Buhari, İman, 7) bildiren Nebevî öğretinin de bir gereğidir. Eşinin çağrılmadığı bir davete yalnız başına gitmeyi kabul etmeyen Hz. Peygamber’in anlayış ve nezâketi, aile hayatımızda neleri ihmal ettiğimizi hatırlatacak ciddi bir uyarı niteliğindedir.