Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İmanın Tadı

27 Şubat 2013 Çarşamba Sonpeygamber.info / Yazarlar


 

عَنْ أَنَسٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى اللهُ عليه وسلم قَالَ : ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ أَنْ يَكُونَ اللهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا ، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِى الْكُفْرِ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِى النَّارِ .

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den nakledildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlü’nü, bu ikisinden başka her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sev­mek. (Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra) küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”  (Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edep 42)


Rıza, gönlünü ve özünü sevgiliye adamaktır. Bir başka ifade ile rıza mü'minin gönlüne sahip çıkması, onu ağyâra kaptırmaması demek­tir.

Müslüman olduktan sonra hayatını İslâm'a ve ilme hizmetle ve ha­dis rivayet etmekle geçiren Ebû Hureyre hazretleri verdiği bir ha­berde şöyle demektedir:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e;

En üstün amel nedir, diye sordular. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah'a ve Rasûlüne inanmaktır” buyurdu. (Bk. Buhârî, İman 18; Nesâî, İman 1)

Allah'a ve Rasûlü'ne inanmak, en kısa ifadesiyle "La ilahe illallah, Muhammedu'r-resûlullah" demek; "şirk"i her çeşidiyle terk edip "tevhid"e, Allah'ın birliğine gönül vermek, Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)'ı Al­lah'ın elçisi olarak kabullenmektir.

Allah'ın Rasûlü, örnek kulu Hazreti Muhammed (sav), Cibrîl'in so­rusu üzerine iman esaslarını şöyle belirtmiştir:

"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gü­nüne, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmandır. (Buhârî, İman 37; Müslim, İman 57)

En mükemmel din olan İslam'a (bk. el-Mâide, 3) göre iman, her işin temeli, kabul şartı­dır. İmanın temeli de tek kelime ile tevhid’dir. Tevhidin zıddı "şirk"tir. Şirk ise, Kur'ân ifadesiyle "en büyük zulümdür." (bk. Lokman, 13) Bağışlan­ması mümkün değildir. (bk. en-Nisa, 48, 116) Tek çare, şirki, tüm çeşitleriyle terk etmek, imana yönelmektir.

İman, büyük şeref, büyük mazhariyettir. Ancak her şeyin bir adı bir de tadı vardır. İmanın tadına erebilmek, elbette daha büyük bir zevk, daha büyük bir mutluluktur.

Her şeyi kendisinden öğrendiğimiz sevgili Peygamberimiz, imanın tadını alabilmenin yollarını da göstermiştir. O'nun hadislerinde, kutlu sözlerinde imanın tadı, tatlı bir deyimle "halâvetu'l-imân" şek­linde veya "ta'mu'l-îman" ifâdeleriyle dile getirilmiştir. Nesâî'deki bir rivâyette "halâvetu'l-imân" yerine, "halâvetü'l-İslâm" da denilmiştir. (bk. Nesâî, İman 4)

İmanın tadı ile ilgili, birbirine yakın manalarda gelen çeşitli rivayetlerden çıkarılabilecek netice, imanın tadına ermenin temel şartının sevgi olduğudur. Bu müşterek noktayı böylece vurguladıktan sonra şimdi imanın zevk ve tadına ulaştırıcı -hadisimizde geçen- üç hasleti tek tek ele alalım:

1. Allah ve Rasûlü'nü, Allah ve Rasûlü'nden başka her şeyden fazla sev­mek:

Her şeyden önce bilinmelidir ki, Allah ve Rasûlü’ne engin bir sevgi duymak Hz. Peygamber'e uymak ve onun sünnetine göre yaşa­makla ispat edilebilir. (bk. Âl-i İmran, 31)  Sevgi ve rızaya dayalı temel bir tercih ve bu tercihin so­nuçlarına katlanmak, elbette işin zevkine ermek olacak­tır. Zaten ulema, “halâvet”i itaatten zevk almak, Allah ve Rasûlü'nün hoşnutluğu uğruna meşakkatlere tahammül göstermek ve bunları dünyevi çıkarlara daima tercih etmek" olarak manalandırmaktadır. (Nevevî, el-Minhac, l, 327 -İrşâdü's-sârî kenarında-)

Bu kesin ve temel tercihin hadisteki ifâdesi "Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, peygamber olarak da Muhammed'den razı olmak"tır. Rıza; "Bir şeyle yetinmek, başka bir şey aramamak" demektir. Sevilen ve be­nimsenen şey," aslında zor bile olsa seven ve benimseyene kolay gelir. Kolay gelen şey ise rahatlıkla işlenir, zevkle yerine getirilir. O halde "Al­lah ve Rasûlü'nü her şeyden fazla seven", "onlardan razı olan" mü'mine bütün dini görevler kolay ve zevkli gelir; tembellik ve te­reddüt göstermeden her emri yerine getirir. Bu da mü'mine, tüm dü­şünce ve bağların üzerine çıkma iradesini kazandırır; onu "inanç adamı" vasıf ve eylemine ulaştırır. Çünkü rıza, gönlünü ve özünü sevgiliye adamaktır. Bir başka ifade ile rıza mü'minin gönlüne sahip çıkması, onu ağyâra kaptırmaması demek­tir. Biz buna "inançlarla barışık olmak" ve onlara tam bir güven duymak da diyebiliriz. "İmanda sadâkat” da budur. “Mü'minler, ancak onlardır ki, Allah'a ve Rasûlü’ne inandılar, sonra da şüpheye düşmediler. Malları ve canları ile Al­lah yolunda savaştılar. İşte imanda doğru (sâdık) olanlar onlardır”  (eI-Hucurât, 15) mealindeki âyet-i kerîme bu gerçeği gözler önüne sermektedir.

Sevgide ölçüyü kaçırmak, insan için, aklını yitirmek kadar kötü neti­celer doğurabilir. Gönlünü ağyara kaptırmış bir kişi, düşman is­tilasına uğramış ülke gibidir. Hiç bir yerinde hiç bir köşesinde huzur yoktur. İman izzetine ve mahiyetine ters düşen bir sevgi, mü'mini kendi kendi­sini inkâra götürür. Bu ise imanı ortadan kaldırır. İman olmayınca da onun tadından bahsetmek mümkün olmaz.

"İnandım" deyip inandıklarına karşı güvensizlik anlamına gele­cek davranışlarda bulunmak zevksizliğin asıl sebebidir. Ağzının tadı bozul­muş olan insana en usta aşçılar bile tatlı bir yemek sunamazlar. Zira bo­zukluk içtedir. İnanç esaslarına karşı rıza seviyesinde bir gü­ven duygu­suna sahip olmayan kişi de imanından ve ibadetlerinden zevk alamaz. Bu zevksizliğin sebebini dışta arar ve hayali birtakım suçlular icad eder. Oysa asıl sebep içindeki rızasızlık, güvensizlik, bir başka deyimle kalite­sizlik’tir. Hz. Peygamber’in şu hadîs-i şerîfleri bu noktada ne kadar dik­kat çekicidir: "Hiç biriniz, duyguları benim getir­diklerime tabi olmadıkça (imanın zevkine eren) kâmil mü'min olamaz."  (Nevevî, Kırk Hadis, (trc.A.Naim), s.51)

2. Sevdiğini Allah İçin Sevmek:

Sevgi, fıtrî bir duygudur. Sevgisizlik mümkün değildir. Herkes bir şeyleri sevecektir. Bir anlamda insanın gerçek kölelik zinciri sevgi­sidir. Zira insana kafa, kalp ve karnından nüfuz edilebilir. Kalbi ka­zanılmış ya da kalbini kaptırmış insan, sevdiğinin mecnunudur. "Al­lah için sevmek", bir anlamda sevgiye, sevgiden başka karşılık tanı­mamaktır. Bu yüzden de imana derinlik ve zevk katmaktadır.

"Allah için sevmek", Allah'ın sevdiğini sevmek; sevdiğini, "Allah'ı sevdiği için sevmektir." İmam Mâlik'e göre "Allah için sevmek İslam’ın ge­reklerindendir." (Nevevî, el-Minhac, l, 328 -İrşâdü's-sârî kenarında-)

Sevgide ölçüyü kaçırmak, insan için, aklını yitirmek kadar kötü neti­celer doğurabilir. Gönlünü ağyara kaptırmış bir kişi, düşman is­tilasına uğramış ülke gibidir. Hiç bir yerinde hiç bir köşesinde huzur yoktur. İman izzetine ve mahiyetine ters düşen bir sevgi, mü'mini kendi kendi­sini inkâra götürür. Bu ise imanı ortadan kaldırır. İman olmayınca da onun tadından bahsetmek mümkün olmaz.

Hadisimiz Allah için sevmeyi, kalbi faziletlerle süslemeyi, te­cellîye hazır hale getirmeyi teşvik etmektedir. İmanın tadı ve zevki de burada­dır.

3. İmandan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi, tehlikeli görmek ve is­tememek:

Bu, en kısa ifadesiyle, imansızlığı düşünmemek, aklından geçir­me­mek demektir. Bir şeyin tadını çıkarabilmek için ondan ayrılmayı dü­şünmemek gerekir. İmanın tadı da ona sürekli sahip olmak iste­ğiyle sıkı sıkıya bağlıdır.

Hadiste "imandan dönmek" ile "ateşe atılmak" arasında bir bağ ku­rulmuş bulunmaktadır. Bu, imanın cennette, küfrün cehennemde olduğu temel inancının bir yansımasıdır. Yani, açık bir şekilde imansızın yerinin cehennem olduğu bildirilmektedir. Ateşte yanmayı, aklı başında olan kimse istemez. Onun ne denli bir acı ve elem kaynağı olduğunu bilir. İmansızlığı da böyle bilmek ve imana, ne pahasına olursa olsun sahip çıkmaya çalışmak, onun zevkine ermek demektir.


Bu, en kısa ifadesiyle, imansızlığı düşünmemek, aklından geçir­me­mek demektir. Bir şeyin tadını çıkarabilmek için ondan ayrılmayı dü­şünmemek gerekir. İmanın tadı da ona sürekli sahip olmak iste­ğiyle sıkı sıkıya bağlıdır.

Netice olarak imanın tadını çıkarabilmek için hissî değil, aklî bir sevgi ve tercihe sahip olmak gerekmektedir. Bu ise ancak Hazreti Pey­gamber'in yorumu ve uygulamasının ışığı altında ilâhi iradeye bağlan­makla mümkün olacaktır. Hazreti Peygamber'in sîret ve sün­neti dışında "imanı yaşamak" ve hele "imanın tadını tatmak" imkânı bulunmamaktadır.

Yazımızı Sevgili Peygamberimizin konuya ait dualarıyla bitire­lim:

“Allah'ım, bana, sonunda küfür bulunmayan bir iman ve yakîn nasîb et!” (Tirmizî, Daavât 30)

"Allah'ım imanı bize sevdir. Kalblerimizi imanla süsle! Küfrü, fıskı ve is­yanı bize çirkin göster. Bizi doğruyu bulanlardan kıl."

“Allah'ım, bizi Müslüman olarak öldür, Müslüman olarak haşret, sâlihlere kat.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 424)