Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İnsanın Asli Yapısı Saflık ve Günahsızlıktır

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

İslam yalnızca belirli bir toplumda doğanları değil ırkı, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun bütün çocukları Allah’ın yarattığı asli hal olan saf, temiz ve günahsız olarak görmekte ve Hz. Peygamber söz konusu hadisinde buna dikkat çekmektedir.

İnsanın asli yapısının ne olduğuna yönelik dinlerin bakış açıları önemlidir. İnsanı yeryüzünde yaratılan bir halife olarak tanımlayan İslam, insanı, kişisel düşünceleriyle tavır ve davranışlarında özgürlüğünü kullanabilen, fakat özgür seçimiyle tercihlerinin sorumlusu olan varlık olarak değerlendirir. Yine İslam’da insan, eşref-i mahlukat olarak, yani yaratılanlar arasında en şerefli olarak görülür ve insanın en güzel surette yaratıldığının altı çizilir. İslam’ın insanın asli yapısına yönelik bu yaklaşımı bütün insanlığı kapsamaktadır. Bir başka ifadeyle İslam ırk, renk ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlığın insan olma açısından eşit niteliklerine dikkat çeker. İradesini kullanabilen buna paralel olarak sorumluluk sahibi olan ve en güzel surette eşrefi mahlukat olarak yaratılan varlıktır o.

Yine İslam insanın asli yapısının saflığına ve temizliğine vurgu yapar. Kur’an bütün insanların aynı soydan geldiklerini hepsinin atasının Ademle Havva olduğunu belirtir. Henüz bireysel olarak var olmadan önce insandan alınan bir sözden bahseder: “Hani Rabbin (ezelde) ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi…” (Araf 172) Bütün insanlıktan alınan bu söz neyi ifade etmektedir? Bunu en güzel Hz. Peygamber’in bir hadisi açıklamaktadır. Hz. Peygamber, Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette şöyle demektedir: “Her insanı annesi fıtrat üzere doğurur. Sonra annesi, babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır ve (veya) Mecusileştirir. Eğer annesi, babası Müslüman’sa çocuk da Müslüman olur” (Müslim, “Kader”). Burada Hz. Peygamber, bütün insanların bir saflık ve temizlik hali üzere doğduklarına ya da Allah’ın yarattığı her insanı günahsızlık üzere yarattığına dikkat çekmektedir. Bu saflık ve temizlik halini İslam “fıtrat hali” olarak adlandırmaktadır. Buna göre fıtrat üzere doğan insan daha sonra çevresinden, özellikle de ailesinden aldığı eğitim, kültür ve terbiye doğrultusunda dini ve ahlaki kişiliğini oluşturup geliştirmektedir. İnsanın kişilik gelişimi ise önemli ölçüde ergenlik çağından itibaren tamamlanmış olmaktadır. Bu nedenle İslam ergenlik çağı öncesi insanı “teklifle yükümlülük” olarak adlandırılan sorumluluktan muaf görmektedir. Dolayısıyla İslam yalnızca belirli bir toplumda doğanları değil ırkı, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun bütün çocukları Allah’ın yarattığı asli hal olan saf, temiz ve günahsız olarak görmekte ve Hz. Peygamber söz konusu hadisinde buna dikkat çekmektedir.

İslam’ın bu yaklaşımına karşılık Hıristiyanlık gibi bazı dinlerde insan “doğuştan asli günah ve ölümün tutsağı olan varlık” olarak tanımlanır. İslam’ın, doğuştan günahsızlığı ya da günahtan bağımsızlığı ve özgür iradeyle donatılmışlığı var sayan yaklaşımına karşılık Hıristiyanlık, insanın doğuştan günaha bağımlılığını savunmaktadır. Bu teolojik farklılık, her iki dinin insana yönelik tüm bakış açılarında önemli farklı yaklaşımlarının temelini oluşturur. Hıristiyan düşüncesi, Adem’den insana miras kalan günah ve ölümün, doğuştan tutsağı olan insanın, kurtarıcı tanrısal Oğul İsa Mesih’e iman yoluyla bu tutsaklıktan kurtulabileceğini ve ölümsüzlük elbisesi giyebileceğini savunur. Dolayısıyla Hıristiyanlık, insanı, öngördüğü teolojik kuramı kabullenme yoluyla doğal benliğinin parçası olan bu esaretten kurtarma iddiasındadır. Ancak öte taraftan Hıristiyanlık, her insanın günah ve kötülüğün, dolayısıyla bundan kaynaklanan şiddetin mahkumu olmasını, ilk insan Adem’den kalan mirasın ilahi bir takdirle bütün insanlık soyuna sirayet etmesi şeklinde açıklamakla, insandan kaynaklanan kötülükleri ve şiddet eylemlerini de bir bakıma Adem’in şahsında tanrısal iradeye dayandırmaktadır.


Kur’an, insan üzerinde egemenlik iddiasında olan ve özgürlük alanını şu ya da bu şekilde belirlemeye çalışan diğer bütün üstün güçleri reddetmekte, Allah’ın egemenliği altında insanı çevresine karşı özgürleştirmektedir.

Kur’an, Allah’ın dini olan İslam’ın insanın asli yapısı olan saflığı, temizliği ve günahsız olmayı vurguladığına; Allah’a teslimiyetin ifadesinin bu olduğuna işaret eder. İnsandan istenen şey, asli yapısına bağlı kalması ve onu bozmamasıdır. Bu asli yapının bozulmasını İslam kişinin “kendisine zulmetmesi” olarak değerlendirir ve insanı böylesi bir tavır ve tutumdan sakındırır. İnsanın asli yapısına bağlılığı öncelikle yaşamında Allah’tan başka bir üstün güç edinmemesi ya da yalnızca Allah’ın ilah olarak kabul edilmesi, O’na hiçbir şeyin denk tutulmamasıdır. Bu doğrultuda Kur’an, insan yaşamında üstün güç olarak ön plana çıkarılan çeşitli ilah ve ilahlara ya da egemen güçlere dikkat çekmekte ve insanlar için yalnızca bir tek üstün güç önermekte, yaşamın bu üstün güç doğrultusunda tesis edilmesini istemektedir. Kur’an’ın önerdiği bu üstün güç, herhangi bir sosyal veya siyasal erk/düzen değil, insanın kendi menfaat ve çıkarlarıyla arzu ve istekleri değil, ya da varlığı kabullenilip inanılan çeşitli metafizik varlıklarla bunların yeryüzündeki uzantıları değil, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’tır. Bununla İslam bir taraftan halife olarak saf ve günahsız bir asli nitelik üzere yaratıldığını vurguladığı insanın özgürlük alanının yalnızca Allah tarafından belirlenen sınırlarla çevrili olduğunu vurgularken; diğer taraftan insanın düşünceleriyle tavır ve davranışlarını, yaşamında kendisini çevreleyen sosyal, siyasal ve kültürel ortamın belirleyiciliğinden kurtarmaktadır. Bir başka ifadeyle Kur’an, insan üzerinde egemenlik iddiasında olan ve özgürlük alanını şu ya da bu şekilde belirlemeye çalışan diğer bütün üstün güçleri reddetmekte, Allah’ın egemenliği altında insanı çevresine karşı özgürleştirmektedir.