Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İsimlerin Dolaşımı

7 Ocak 2010 Perşembe Dosyalar / Neden Muhammed İsmi?


İsimlerin kişilikleri etkilediğine dair bir inanç vardır ki türkülere de yansımıştır: Onun adı Yaşar, alır beni boşar./Onun adı Ali, eder beni deli...  Ailelerimizin bize uygun bulduğu isimlerin oluşturduğu bir damga veya bir hâle sanki, kişiliğimizin biçimlenmesini etkiliyor. Bir bebeğe ihtişamlı bir isimle seslenmek bazen tuhaf görünüyor. Fakat isimlerin bir dolaşımı var. Bir dönem yadırgadığımız isim, başka bir dönemde hoşumuza gidebiliyor. Bir kişide bize itici gelen ismi, başka biri bize sevdirebiliyor da...

Ayşe, Fatma, Zehra, Ömer, Osman, Abdullah... Cumhuriyet'ten sonra bir bakıma terk edilmek, geride bırakılmak istenen maziyi temsil eden isimler olarak, "monden"leşmemekte direnen "karakalabalığa" veya köylülere özgü isimler olarak bilindiler.

Buna karşılık Muhammed'in en popüler Türkçe kullanımı olarak Mehmet, her dönemde askerin anonim ismi sayılarak, itibarını korudu. 

  Solcular bir dönem bu ismi dinsel kökeninden kopartarak köylü ya da halk kişisine atfen, "Memet" olarak kullandılar.  

Orta Asya'dan göç eden Türkler, kişinin hak ettiği isimle çağrılması gerektiği inancına sahiplerdi. "Atsız" çocuk gün gelir kendine lâyık olan ada kavuşur; bu bir başarıyla da olabilir, bir yenilgiyle de. Doğulan zamana, ortama, doğulan ailedeki şartlara, doğulan ailedeki çocuk sırasına göre de biçimlendi isimler. Dursun, Durmuş, Yaşar, Satılmış, Satı, Yayla, Gülçiçek; Seher, Köpük... gibi isimler koydular çocuklarına, tabiatla haşır neşir olan göçebe atalarımız.

 "Ayşe" ya da "Fatma",  Anadolu kadınlarının, kızlarının anonim isimleridir; Yeşilçam filmlerinde köylü kızlarına özgü isimler olmakla sınırlandırılsalar da... Alman Yeşiller Partisi'ne eş başkan seçildiği sırada Cem Özdemir'in yaptığı bir açıklamada, "Ayşe", büyük bir temsili ifade için kullanılıyordu. "Parti üyelerimizin ‘Anna' adında olduğu gibi, ‘Ayşe' adında da olmalarını istiyorum" diyordu, Özdemir.

Cumhuriyet'ten sonra,  bir dönemde Türklerin İslam öncesi tarihini canlandırma çabalarının etkilediği bir isimlendirmenin tahsilli ve kentli kesimlerde etkili olduğu söylenebilir: Kürşat, Atsız, Buğra, Güntülü, Umay... 60'lı yıllarda Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkant eserlerinden ve Türk sinemasının yıldızlarından akmıştır isimler hanelere: Hülya, Filiz Türkan, Şermin, Ferit, Kâmuran... 70'li yıllarda, toplumsal gerilimde belirleyici olan olguları ifade eden ya da çağrıştıran isimler ağırlık kazanıyordu: Barış, Özgür, Savaş, Devrim, Ülkü, Kürşat, Alparslan, Korkut... Toplumun kitaplardan ve farklı düşüncelerden korkutulduğu 80'li yıllarda derin anlam taşıması önemsenmeyen, kulağa farklı gelen  isimler salgını başlar: Gizem, Selin, Görkem, Derin, Gözde... Bu dönemde doğan çocuklara bir de  İslami eğilimleri yansıtan, dini kaynaklardan derilmiş isimler  konulmaya başlanmıştır: Büşra, Tuğba, Kübra; Esra, Merve, Burak, Enes...

Aynı dönemde  Türk-İslam sentezini çağrıştıran isimler de dolaşıma girmiştir: Ayça, Alperen, Buğra, Çağrı...

80'li yılların dindar gençleri arasında kimileri ebeveynlerinin koyduğu adları reddederek, dini bir anlama sahip isimlerden biriyle yeni bir dünyaya adım atmayı istediler, Sümeyye veya Yasir oldular.  Bir bakıma kendi kendilerini yeniden doğuran, göbeğini kendi kesen, ismini de kendi koyan bir kuşaktır bu.

Bu eğilimin öte yanında, bir sosyete oluşturmaya çalışan yeni zenginlerin kendilerine Osmanlı bir ata bulma arzusunu yansıtan isim ve soy isim arayışları dikkat çekicidir. "Hanzade"li isimlere sıklıkla rastlanır. Osmanlı prenseslerinin ihtişamlı isimlerini andıran isim ve soyisimleri olan kadınlar, haftalık dergilerin sosyete sayfalarında görünürler.

80'lerde başlayıp 90'larda da etkisini sürdüren, siyasal ya da ideolojik herhangi bir anlam içermemesine de özen gösterilen  -sanki henüz dokusu biraz gevşek olan çekirdek ailenin beğenisini yansıtan- isimlerin yerini içinde bulunduğumuz yıllarda, oturaklı isimlerin aldığını görebiliyoruz. Televizyon dizilerinin kahramanlarına artık Aliye, Emine, Halide, Cemile, Sabiha, Ahmet, Ömer,  Hüseyin... gibi isimler konuluyor. Eşber ve Bihter ismini taşıyan (dilde koyu "Şarkçı") Servet-i Fünun edebiyatından esinlenme dizi kahramanları ise, özensiz yorumlarla çağdaş mekanlarda hayata karıştırılıyor.

Gençlere yönelik bir dizide gençlerin köpeklerini "Hasan ve Hüseyin" diye isimlendirmesi,  aile değerlerini koruma hassasiyetiyle medyayı takibe almış olan AKODER isimli kadın sivil toplum örgütü tarafından protesto edilince, diziyi çeken firma ve dizinin yayınlandığı televizyonun yetkilileri, halktan özür dilemişlerdi.

Aydın kesimde, dini bir anlamı olan adların kullanımı bağlamına yönelik bir yabancılığın varlığından söz etmek olası.

 Nedim Gürsel'in, cahiliye döneminde Kabe'de bulunan putlara atfen ismini "Allah'ın Kızları" olarak koyduğu romanında, Miraç üzerine söyleşen çocukların peygamberimizden, "Muhammed" diye söz etmeleri hiç tabii gelmiyor.

Halktan biri, çocuk olsa bile, Hazreti Muhammed'in (S.a.v.) bahsi geçtiğinde "Muhammed" demez. "Peygamber Efendimiz" ya da "Hazreti Muhammed" diye söz eder.

Gerçi Gürsel romanını "içeriden" bir bakışla yazdığını hissettirmeyi istediğini belli ediyor ve roman boyunca da Hazreti Muhammed'i yücelten ifadeler kullanmayı ihmal etmiyor. Örnek: "Adı güzel Muhammed", sf. 91.

Adı Güzel Muhammed, salavatla hatırlanır.

Üç Aylar'ın hayırlar getirmesi dileğiyle...