Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kafirun: Sen Yoluna Ben Yoluma



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.

 

Allah’a ulaşmak ise tam bir insan olmaktır. “Olmak!” hakiki ilahi değerleri bilinçli olarak seçmiş, yaşayabilmiş, koruyabilmiş, vazgeçmeden öylece aslına geri dönebilmiş, gerisindeki ilerisine, ilerisindeki gerisine bakıldığında varlık özünde bir bozulma, çürüme yaşamamış olmaktır.

Kafirun suresi farklı yaşam biçimlerine en temel, uzlaşmasız konularda uyum sağlaması talep edilen ve ödün vermesi konusunda baskı kurulan her Müslümanın, asıl kimliğini yeniden açıklığa kavuşturmasına yardımcı olan bir kimlik bildirimi, veciz bir manifesto gibidir.

Bir yol ayrmı vardır herkesin yaşayacağı. Yolunu diğer yollardan ayırdığı bir seçimi. Hayatın asıl tercihleri. Dönemeci. Bir daha kolay kolay çıkılamamak üzere girilen keskinlikleri...

...

Temel ilkelerinden taviz vermeni isteyebilir senden birileri. Hatta fıtratını bozduğun, tabiilikten/ doğallıktan uzaklaştığında sen bunu kendinden talep edebilirsin. Eğer hayatındaki maddi değerleri, doğru dürüst yaşayabileceğin bir düzey için gerekli araçlar çizgisinden, amaçlar çizgisine çıkarmışsan, araçlarını amaçlaştırmışsan; yapay, yapmacık bir hayatta gittikçe ilkelerini terkedebiliyorsan, ardardına bir taviz furyası yaşıyorsan...

Parayı kazanırken veya harcarken, kullanırken veya saçıp savururken ilkesizsen...

Bilime ve sana din diye öğretilene, bildiğin hacına hocana, sorgulayıcı bakmıyor, kayıtsız şartsız kul köle oluyorsan...

El âleme, çevrene, geleneğe, modaya aşırı hassasiyet gösterip “Ne derler?” sorusunu ahir zaman sorusu gibi kabul edip tapınıyorsan...

Seni Yaratan’ın, varlığını borçlu olduğunun sen hakkında ne dediği, ne düşündüğü, seni nasıl değerlendiriyor olduğu artık gündeminden çıkmışsa...

Gerçekten neyi tercih ettiğini durup düşünmelisin. Nasıl bir hayatın/ dinin var? Nasıl bir yol tuttun? Tuttuğun yolun adı ne? Adı ile sanı birbirini tutuyor mu? Senin yaşadığın din Kitab’ında yazılı olan mı?

Şimdi sen “La ilahe!” başka herhangi bir gücün, şeyin, dirinin, ölünün... Yaşam ilkelerini reddettim. Sonra da devam edip: “İlllallah! Yalnızca Allah’ın değerleri geçerlidir benim hayatımda” dedin ya... Dediğin gibi midir edip eylemelerin?

Yolunu bir sormalısın. Yol’un sahibine...

Nereye varmak istiyorsun?

Nedir senin gerçekte amacın?

Maddi değerler mi?

Manevi değerler mi? Ki bu bile bir araçtır. Seni götüreceği bir hedefi vardır.

Ak süt, harçlık, not, maaş, statü gibi pek çok madde ile gözün korkutulacak. Diktiğin bahçen tarumar edilecek, kasan boşaltılacak, zirveden ittirileceksin baş aşağı... Terk etmezsen ilkelerini. Taviz vermezsen. Yozlaşmazsan kaybedeceksin! Denilecek.

Bu ikisi de birer Allah’a ulaşma aracı. Teslim oluşa vesileler. Allah’a ulaşmak ise tam bir insan olmaktır. “Olmak!” hakiki ilahi değerleri bilinçli olarak seçmiş, yaşayabilmiş, koruyabilmiş, vazgeçmeden öylece aslına geri dönebilmiş, gerisindeki ilerisine, ilerisindeki gerisine bakıldığında varlık özünde bir bozulma, çürüme yaşamamış olmaktır. İlk yaratılmış kadar, beyaz kundaktaki bebek kadar olmasa bile olabildiğince ak pak, saf bir şekilde son kundağa sarınmaktır.

Seçtiklerimizden seçilme süremizdir işte hayat. Biz seçeriz. Yüce Yaratan gerçekten seçip seçmediğimize bakar.

Bu yüzden şimdi bu nefsin, ihtiyaçların, lükslerin mızmızlanacaktır. Senden her şeyi isteyecek. Hiç rahat durmayacak. Susmayacak. Tepinecek.

Çevrende maddi değerleri amaç bilmiş, para, pul, not, kariyer, mevki aklına ne gelirse onlardan başka hiç bir derdi olmayanlar da senin önüne duracaklar ve -kendileri gibi- ilkelerinden taviz vermen için bütün ayartıcılıklarını kullanacaklar.

Fikir abin, ablan, baban, hocan, şeyhin, liderin, etkilendiklerin, az veya çok tanınmışlığın, şöhretin, patronun, harçlık aldığın, sorumlu olduğun, yakınların… İşte her kimse senden farklı olarak, has ilahi değerleri yaşamaya itina göstermeyenler de senin önüne dikilecekler ve ellerindeki maddi manevi bütün kozları kullanarak hep bir taviz dilenecekler.

Ak süt, harçlık, not, maaş, statü gibi pek çok madde ile gözün korkutulacak. Diktiğin bahçen tarumar edilecek, kasan boşaltılacak, zirveden ittirileceksin baş aşağı... Terk etmezsen ilkelerini. Taviz vermezsen. Yozlaşmazsan kaybedeceksin! Denilecek.

Hayat bu tehditleri irili ufaklı sana yaşatır. Hep yaşatacaktır.

Seçtiğin yolu gerçekten seçip seçmemiş olduğun konusunda sınanırsın. Ta ki vazgeçmeyinceye kadar. Ta ki kararın kesinleşinceye kadar. Yolunu ayırana ve bu benim yolum diyinceye kadar...

Göğsünü gere gere. Hiçbir şeyden çekinmeden. “Hayır! Tapmam!” deyinceye kadar. Tapmayıncaya kadar...

Sağlam duruşunu sabitleyince sınanman biter mi? Hayır. Bu defa da seçtiğin tercihinde manevi dereceni yapman için sınanmaya, daha çetrefilli, daha zor sorularla ağırlıkların kalmayıncaya, bir arınma haline girinceye kadar karşılaşmaya, burun buruna gelmeye devam edersin.

Sınanman ancak sen öldüğünde biter. Bittiğinde ölümün yakındır. Ya da bedenen ölmemişsindir de artık sınanmasına gerek kalmayacak kadar gözden çıkarılan bir ruha sahipsindir. Ruhsuzsun ya da...Sorular bitmişse yaşayan bir ölü olmandan şüphe etmelisin belki de. Ya da o kadar yozlaştın, o kadar uzaklaştın ki evrensel ilahi değerlerden, sorulara sağırlaştı kalbin.

İşte son Peygamber de seçtiği yol üstünde çok ciddi denendi. Çevresindekiler O’na en ileri mevkileri, en güzel dünyevi nimetleri teklif ettiler; O’nun benliğini aldatıcı ödüller karşılığında yolundan çevirmeye çalıştılar. Çünkü eğer O bu tercihinden, “La ilahe illallah” hayat çizgisinden vazgeçerse haksız statükolarını sürdürecek; halk üzerinde kurdukları sömürgeci egemenliklerini eski kurulu düzenlerini sürdürebileceklerdi.

Halkın fedaisi Peygamber’in cevabı tam olarak bu sureydi.

“Tapmam sizin taptıklarınıza!” 

Sen de söyle. Bu söylemin eylemi olsun hayatın. Bütün bedenini saran bir haykırmayla! “Tapmam salt maddi değerlerden yola çıkmış ve kendini tamamlayamamış olan; yarım kalan dininize. Eğilmem alçağınıza/ düzeysizliklerinize. Gereğinden fazla değer vermem. Gereğince değerlendiririm. Yalnızca birer araçtır ondan başka her şey. Hiç birini amaç edinmem. Hiç birine taşıyamayacağı kadar anlam yüklemem. Hiç birini abartıp yüceltmem. Hiç bir dünyevi, maddi, geçici değer için manevi ilkelerimden, hakikatten vazgeçmem!” de.

Ne bugün, ne yarın bu kararımdan dönmem, yozlaşmam mümkün değil. Ödün verilemeyecek ilkeleri olan bir seçimdeyim. Tanrılarınızı gönülleyemem. Görünüşe göre siz de kendi yaşam biçiminize sımsıkı bağlısınız ve benim ilahıma tapmayacaksınız.

Hep böyle olur. Sıra yaşamaya geldiğinde başka teklifler çevrende dönmeye başlar. Hepsi sonradan yüz değiştirip putun olmak için nasıl da tavaf ederler itaatkârca.

Seçimin ve hayattaki duruşun ne denli bilinçli olursa o denli saygı duyarlar belli ki. Bir tevhid/ birlik farkını yaşadığını ve doğal olarak çokluktan ayrı bir yerde durduğunu kabul ederler.

Ben dersin; bu yaşam biçiminde kararlıyım. Ne bugün, ne yarın bu kararımdan dönmem, yozlaşmam mümkün değil. Ödün verilemeyecek ilkeleri olan bir seçimdeyim. Tanrılarınızı gönülleyemem. Görünüşe göre siz de kendi yaşam biçiminize sımsıkı bağlısınız ve benim ilahıma tapmayacaksınız.

Anlaşmak için, barış için ilk adımları sen atarsın bu keskin gibi görünen ilahi sözlerle.

Herkes yolunu seçtiğine göre kavga ne de anlamsız bir şey. Öyleyse herkes kendi yolunda özgürce yaşamalı. Senin tercihin, yolun, yordamın, ilkelerin sana, benimki bana… Herkes yoluna… Uğur ola!