Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kalem(l)e Yazılmak



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.

"Okuma" çağrısının gerekçesidir "kalem ve satırlar." Zaten, okumak, görünenle yetinmeyenlerin işi değil midir? Görünenle yetinmemeye çağırır bizi Kalem… Ne var ki "mecnun" sanılmaya da çağrıdır bu. Görünenden görünmeze yürüyüşün bedeli "delilikle" suçlanmaktır. "Kabul!" demeye hazır mıyız?

"Bizler, görünmez'in arılarıyız. Çılgın gibi topluyoruz görünür'ün balını. Görünmez'in büyük altın kovanında biriktirip saklamak için."* Çılgınlık sayılsa da bu koşturma, hiç durmayacağız. Başka türlü olamaz…

"Nûn" harfinin çınlayışı ile başlıyor Kalem. Çekiç örse indiğinde duyulur ya hani. İlk hareket. Sarsıcı eylem. Umulmadık müdahale. Sessizliğin kırılışı. Zerrelerin yürüyüşü. Bir yerlerde gizli ince çarkların hep birlikte dönmeye başlaması. Başlayan ve hep devam etmek isteyen bir uğultu. Sürekliliği arayan bir devinim…

Var olma sevincini duyurmak istiyor bize Yaratıcı. "Nnnnn…" Var-yok arası titreşen, ölüm-kalım arası genleşip daralan sonsuz emek ürünü varlığı hatırlatıyor. Çünkü bir şeyin sürekliliği yok saydırır da onu. Alışıldıkça varlık, yok sanılır.

Varlığın sürpriz gelişini vurgulamak için, her bir şeyin ardındaki kastı duyumsatmak için, görünür ile görünmez arasındaki geçiş nesnesine dikkat çeker Yaratıcı: Kalem... Kalem gaybın şehadete uzanan ilk gölgesi gibidir. Görünmez olan kalem üzerinden görünür olur. Yazının başında bekler. Tanık olduğumuz satırlar, muradı görünmeyenin muradını açık eder. Kalemden dökülen mürekkepten fazlasıdır aslında. Yazanın iradesi akar kalem ucuna. Her kelime bir yaradır; kesikler oluşturur sayfada. Satırlara taşar bu yaralar. Satırlar taşır bu yaraları. Böyle böyle belirlenir şeyler. Sınırlar çizilir. Yazanın arzusu görünür olur. İradenin seyrine tanıklığı başlar "okuyucu"nun.

"Okuma" çağrısının gerekçesidir "kalem ve satırlar." Zaten, okumak, görünenle yetinmeyenlerin işi değil midir? Görünenle yetinmemeye çağırır bizi Kalem… Ne var ki "mecnun" sanılmaya da çağrıdır bu. Görünenden görünmeze yürüyüşün bedeli "delilikle" suçlanmaktır. "Kabul!" demeye hazır mıyız?

Evrenin yüzüne kazılı anlam yaralarını aklın uçlarıyla yoklamak.. İşte tam delilik… Rahatına düşkünlerin, konfora alışmışların, yeknesaklığı sevmişlerin, sarsıcı, titretici bu çabaya koyacakları ilk isim "mecnunluk" olmalıydı. Oldu!

Ve görme çağrısını dillendirir Yaratıcı. "Nimet körleri"nin gönüllerine dokundurur ışığı… "Göreceksin sen…" Meğer kimlermiş görmekten korkanlar, ışıktan kaçanlar… Gerçeğin sahibinin saklayacağı şey olur mu hiç? Gerçeği güzelliğin imlası yapan, güzelliği gerçeğin mürekkebi eden "kalem sahibi" saklanır mı hiç?

"Sen Rabbinin nimetiyle berabersin… Tam da bu yüzden 'aklı örtülü' değilsin. "Aklı açıktır arkadaşınızın… Aklı açmak için vardır. Ki bu da ona Rabbinin nimetidir. Aklı eşyanın ufkundan ötesine kapalı olanlardır asıl mecnunlar… Onlar 'nûn' çınlayışını duymazlar. Varoluş nehrinin akışına kulak kesilmezler "Nedir bu?" "Neyi ima eder?" Sormazlar. Sormak "okur"ların işidir.

Evrenin kelimeleri karşısına konulmuş bir akıl aynasıdır insan. Sormalı, sormalı, sormalıdır elbette… Sorana kesintisiz bir varoluşun kapısı aralanır. Belli ki "bir kalem ve yazdıkları" var. O halde ne yazar kalem? Ne demek ister kalem sahibi? Muradı nedir?

Görünenleri görünenlerden ibaret sanan aklı örtülüler, sonrası gelmeyen, süreklilik vaad etmeyen, arkası boş, ötesi yok, kısır bir varlığa razı olur. Aslında var bile sayılmaz bu varlık. Kâğıttan kule, kumdan kale gibi yakılabilir, yıkılabilir bir şeydir. Doyulmayan ama tadılandır. Dahası her tadı tükenişle sarıldığı için acı veren, lezzetleri daha başlarken tahrip eden bir ölü(m)dür. Hayat değildir. Dirilik ve tazelik kokmaz. Onların değildir "kesintisiz ödül". Nûn tınısını duymayanların nasibi değildir "baş kakıncı olmayan nimet." Minnetsiz bir memnuniyeti tadamaz "kalemi ve yazdıklarını" görmeyenler.

Ve görme çağrısını dillendirir Yaratıcı. "Nimet körleri"nin gönüllerine dokundurur ışığı… "Göreceksin sen…" Meğer kimlermiş görmekten korkanlar, ışıktan kaçanlar… Gerçeğin sahibinin saklayacağı şey olur mu hiç? Gerçeği güzelliğin imlası yapan, güzelliği gerçeğin mürekkebi eden "kalem sahibi" saklanır mı hiç?

Güzellik ve gerçek hep beraber… Gerçeğin çirkini olmadı hiç…Haksızlığın da güzeli görünmedi asla. Çirkinlik ve haksızlık hep beraber, hep körlerin tarafında…

"Göreceksin sen, ey kalemi ve yazdıklarını gören." Sonunda onlar da görecekler… Kimmiş aklından zoru olan?" Sonunda körler de kör kaldıklarını görecekler… Sonunda onlar da asıl görenin sen olduğunu görecekler.

 

 

*Rilke.