Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'ân-ı Kerim Kime Nasıl Hitap Eder -II. BÖLÜM-



Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekkeliler, putperest idiler. Mekke’de umumi putlardan başka her ailenin kendi evinde taptığı özel putu vardı. Putperestlik ruhlarına o kadar işlemişti ki putları Allah katında şefaatçi olarak benimsiyorlar ve onlara kulluk edip hürmette bulunuyorlardı. Kur’ân’ı Kerim ise Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığını bildiriyor; tapılmaya layık olan ilah’ın tek ve bir, samed yani hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan, doğurmamış, doğmamış ve hiçbir dengi bulunmayan Allah olduğunu haykırıyor[1]; şirki ve putperestliği kökünden reddederek bütün putların cehennem odunu olduklarını, eğer ilâh olsalardı cehenneme düşmeyeceklerini söylüyordu[2].

Kafirler, Kur’ân-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu kabullenmedikleri için onu beşer sözü olarak algılamışlar, bu sebeple ona değişik yakıştırmada bulunmuşlardır. Dinleyenleri, kendilerinden geçecek derecede tesiri altına alması sebebiyle Kur’ân’a sihir demişlerdir. Diğer taraftan onlar Kur’ân-ı Kerim’i dinlemek istemedikleri gibi, onun başkaları tarafından da dinlenilmesini istemediler. Buna engel olmak için ellerinden geleni yaptılar. Resulullah konuşmaya başladığında kimse onun sesini duymasın diye gürültü yapmak kafirlerin bir taktiği idi. Onlar Kur’ân’ın etkili bir kelam olduğunu, onu tebliğ eden kimsenin de yüce bir kişiliğe ve etkileyici bir hitabet yeteneğine sahip bulunduğunu, dolayısıyla dinleyenlerin muhakkak surette onun tesiri altına gireceğini biliyorlardı. Kur’ân-ı dinlemeye tahammül edemeyen kafirler onun manasını anlamaları da şüphesiz mümkün değildir. Allah Teâlâ, bizzat kafirlerin şöyle dediklerini bildirmektedir: “(Kafirler) dediler ki: Bizi çağırdığın şeye (Kur’ân’a) karşı kalplerimiz örtüler (ekine) içindedir. Kulaklarımızda da bir ağırlık (vakr) vardır. Bizimle senin aranda bir perde (hicab) bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız”[3]Onlar bu durumu kendilerine huy edindiklerinden Allah Teâlâ da onların kalplerini Kur’ân’a karşı perdeli,  kulaklarını da sağır etmiştir[4].

Kur'ân-ı kerim, kendisine inanan ve davetine kulak veren mü’minler için bir öğüt, bir rahmet ve bir şifa iken, kendisine inanmayan, davet ettiği gerçekleri kabule yanaşmayan ve ondan, aslandan kaçar gibi kaçan kafirler için bir üzüntü, bir pişmanlık vesilesidir.

Allah’ın kalplerinin üzerine perdeler koyması, onların gerçeği anlama kabiliyetlerinin kapalı olduğunu göstermektedir. Bu kabiliyetlerini kapatan da kendi tutumları, isteksizlikleri ve cehaletleridir. Dolayısıyla Kur’ân-ı kerim, kafirler için dünya ve ahret hasret ve nedamet vesilesi olduğu gibi, aynı zamanda onların sapıklık, hüsran ve ziyanlarını da artırır. Bu gerçekle ilgili olarak ayet-i kerimede :“Biz, Kur’ân’dan öyle öyle bir indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır”[5] buyurulmuştur. Bir diğer ayette ise, inen her bir surenin mü’minlerin imanlarını artırıp onları sevince boğduğu, kalplerinde hastalık bulunan kafir ve münafıkların inkar ve pisliklerini arttırdığı ifade edilerek : “O (Kur’ân) kalplerinde hastalık olanların iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip artırmış ve onlar kafirler olarak ölmüşlerdir”[6] buyurulmuştur.

Kur’ân-ı kerim, kendisine inanan ve davetine kulak veren mü’minler için bir öğüt, bir rahmet ve bir şifa iken, kendisine inanmayan, davet ettiği gerçekleri kabule yanaşmayan ve ondan, aslandan kaçar gibi kaçan kafirler için bir üzüntü, bir pişmanlık vesilesidir. “Muhakkak ki o (Kur’ân), kafirler için bir (hasret) iç yarasıdır”[7] ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’i bir takım parçalara bölerek bunların bazısına inanıp bazısına inanmayan kimselerden bahisle şöyle buyurmaktadır: “Nitekim biz, (Kur’ân’ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. Onlar Kur’ân’ı bölüp ayıranlardır. Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz” [8].

Kur’ân Allah’tan gelen ve içinde asla şüphe bulunmayan bir kitap olmasına rağmen, kalpleri imandan nasip alamamış kafirler, ondan sürekli şüphe etmişlerdir. Onun “bu bir beşer sözüdür”, “kahin sözüdür”, “şair sözüdür”, şeklinde içlerindeki şüpheyi dile getirmişlerdir. Allah Teâlâ, kafirlerin bu durumyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “ İnkar edenler, kendilerine o saat (ölüm veya kıyamet) ansızın gelinceye, yahut da (kendileri için hayır yönünden) kısır bir günün 8bedir veya kıyamet) azabı gelinceye kadar o (Kur’ân) hakkında hep şüphe içinde olacaklardır[9]Kafirlerin bu kuşku ve şüphelerinin kaynağı, imanın aydınlığa ulaşamamış kalpleridir. İmandaki doğruluğu ve gerçeği göremeyen hasta zihinleridir. Kur’ân-ı Kerim, “Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcı (nezir) dir” [10] ayetinde “nezir” olarak tavsif olunmuştur. Nezir (uyarıcı) olmak, bütün peygamberlerin ortak vasfıdır.  Dolayısıyla Kur’ân, kendisini yalanlayan, içerisinde yer alan emirler ile amel etmeyenleri, kendilerinden yüz çevirenleri dünyada rüsvaylıkla, ahrette de ebedi ateşle korkutur.

Kur’ân Allah’tan gelen ve içinde asla şüphe bulunmayan bir kitap olmasına rağmen, kalpleri imandan nasip alamamış kafirler, ondan sürekli şüphe etmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerimin muhataplarının bir tarafını insanlar oluşturduğu gibi bir tarafını da cinler oluşturmaktadır. Kur’ân onlara da hitap eder ve onların da dünya ve ahret mutluluklarını sağlamayı hedefler. Bizim peygamberimiz tüm insanların peygamberi olduğu gibi, cinlerin de peygamberidir. Kur’ân-ı Kerim ve hadisi şerifler, insanlardan ayrı ve farklı olarak cin adı verilen yaratıkların varlığını açık olarak bildirmektedirler. Görünmeyen varlıklar olarak cinler de insanlar gibi sadece Allah’a kulluk etmek için yaratılmışlardır. İslâm’a göre cinler akıl sahibi olmaları sebebiyle peygamberlerin tebliğlerine muhatap olmuş mükellefiyet sahibi varlıklardır. Kur’ân-ı Kerim’de onların Hz. Musa’ya iman ettikleri; daha önce ve daha sonra gönderilen peygamberlerin davetlerine de muhatap oldukları haber verilmektedir[11]. Cinler de insanlar gibi hidayet ve dalâlete msait sorumlu varlıklarıdrç Bir kısmı Müslüman olduğu halde bir kısmı yoldan çıkmışlardır. Dünyadaki yaptıkları işlere göre ahrette cennete veya cehenneme gireceklerdir. Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre cinler, Peygamberimize gelmişler, onun okuduğu Kur’ân’ı dinlemişler, iman etmişler ve kavimlerine de imana ve  onunla amel etmeye çağırmışlardır.

Kur’ân’ın indirilişiyle beraber gökler koruma altına alınmıştır. Böylece vahiy de korunarak hem gökte hem de yerde şeytanların vahye müdahalesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu sebeple Kur’ân’ın şeytan veya kahin sözü olması mümkün değildir.
 
Hz. Peygamber’in bi’setinden ve Kur’ân’ın inmeye başlamasından sonra göklere çıkıp bir takım haberleri çalıp[12] kahinlere ve sihirbazlara ulaştıran cinlerin ortaya çıkmaları yasaklanmıştır. Kur’ân’ın indirilişiyle beraber gökler koruma altına alınmıştır[13]. Böylece vahiy de korunarak hem gökte hem de yerde şeytanların vahye müdahalesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu sebeple Kur’ân’ın şeytan veya kahin sözü olması mümkün değildir. Şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim mükemmel bir kitap olarak; insanları ve cinleri kemâle erdirmeyi gaye edinmiştir. Onun nurundan sadece ona inananlar ve onun klavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler.
 

BU MAKALENİN BİRİNCİ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

 

Dipnotlar


[1] el-İhlâs, 112/1-4.

[2] el-Enbiyâ, 21/98-99.

[3] Fussilet, 41/5

[4] el-En’âm, 6/25-26; el-İsrâ, 17/45-46,

[5] el-İsrâ, 17/82.

[6] et-Tevbe, 9/124-125,

[7] el- Hâkka, 69/50.

[8] Hicr, 15/90-93.

[9] el-Hacc, 22/55.

[10] Fussilet, 41/4.

[11] el-Ahkâf, 46/30.

[12] es-Saffât, 37/8.

[13] es-Saffât, 37/6-7.