Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kutlu Simgeler Üretmek

3 Mayıs 2013 Cuma Hz. Muhammed / Peygamberliği


Editörün Notu: Son yıllarda çok daha yaygın olarak gerçekleştirilmeye ve adeta Mevlid Kandili yerine ikame olmaya başlayan Kutlu Doğum etkinlikleri, beraberinde bir tartışma konusunu da getiriyor. Cemal Şakar'ın, bu etkinliklerin de etkisiyle bağlamlarından kopan simge ve eylemleri sorguladığı yazısına, ilgili tartışmalara katkıda bulunmak gayesiyle web portalımızda yer veriyoruz.

Gülizarın, gülşenin bir anlamda bütün türevleriyle gülün, Hz. Peygamber’i simgelediği herkesin malumudur. Gül simgesinin yüzyıllarca süren kesintisizliği nedeniyle bu malumat insanlar için o kadar güçlüdür ki; hemen herkes bugün gül simgesi karşısında sahip olduğu çağrışımların, çağlar boyunca aynıyla sürüp geldiğini düşünmektedir. 

Simge, gücünü simgelenenle arasındaki konvansiyondan alır. Simgeyle simgelenen arasındaki rabıta, toplumsal konvansiyonlarla belirlendiği için simge, imgenin aksine açıktır, bilenebilirdir; nesneldir. İmgeyse bağlamsaldır; imgeyle imgelenen arasındaki rabıta, ancak eserden yola çıkılarak bilinebilir ve genellikle sanatçılar aynı imgeyi kullansalar da, farklı bağlamlarda kullandıkları için, imge-imgelenen rabıtası daima bir defalığınadır, biriciktir; özneldir. Simgeyse bilinebilir, nesnel olduğu için; üzerine oturduğu konvansiyon, toplumsal kesimler tarafından ne kadar fazlaca bilinirse etki gücünü arttırır.

Ancak simgeyi bekleyen büyük bir tehlike vardır. Gücünü toplumsal mutabakattan aldığı için, her çağda toplumu belirleyen, etkileyen egemen paradigma değiştiğinde, simge de zayıflar, yeni kuşaklarca sürdürülemez olur ve çöker. Değişen paradigmayla birlikte simgenin temsil ettiği aslın anlam alanına yeni ortaklar katılır ve simge çok anlamlı; dolayısıyla herkesin kendi karşılıklarını bulabildiği çok parçalı bir yapıya bürünür. Bu çok anlamlılık zamanla tekleşir; anlam parçacıklarından biri ya da birkaçı egemen paradigmanın baskısıyla dominant bir hale gelir. Çünkü yeni kurulan yapı, toplumu yepyeni değerlerle inşa edeceğinden dolayı öncekiler reddedilir. Simgenin çöküşündeki başka bir etkense, yine paradigmanın değişmesine bağlı olarak, simgeyle asıl arasındaki ilişki aynı kalmakla birlikte çağrışımları yepyeni değerlerle eşleştirilir.

Ülkemizde Osmanlı’dan beri sürüp gelen ve toplumsal katmanların hemen her birince bilinebilir olan en güçlü simgelerden biri kuşkusuz güldür. Gülizarın, gülşenin bir anlamda bütün türevleriyle gülün, Hz. Peygamber’i simgelediği herkesin malumudur. Gül simgesinin yüzyıllarca süren kesintisizliği nedeniyle bu malumat insanlar için o kadar güçlüdür ki; hemen herkes bugün gül simgesi karşısında sahip olduğu çağrışımların, çağlar boyunca aynıyla sürüp geldiğini düşünmektedir. Oysa yazımızın hemen başında da belirttiğimiz gibi, her devir kendi paradigmasını dayattığı için, oluşturulan toplumsal mutabakatları da tepeden aşağıya değiştirmektedir. Dolayısıyla mecazların, teşbihlerin tevilinde hangi devrin mutabakatının esas alınacağı sorun oluşturmuştur. Çünkü insanlar, yaşadıklarını, anladıklarını, hissiyatını ifade ederken çaresizce dilin imkânlarıyla sınırlıdırlar; tasavvurlarını ancak dilin dünyasında, dil dünyalarında terennüm edebilmektedirler. Bu bakımdan Hz. Peygamber ve gül arasındaki asıl/vekil ilişkisi sahip olduğumuz dünya görüşümüz muvacehesinde, dil dünyamızda ifadesini bulan oldukça çağdaş, güncel bir ilişkidir ve egemen paradigmanın belirlediği gerçeklik algısıyla maluldür; yeni oluşan konvansiyon üzerinden üretilmektedir.

Yeni konvansiyonlar üzerinden ‘kut’lu simgeler üretmek, aslında yeni toplumsal yapılar için zorunluluktur. Çünkü toplumu bir arada tutacak, din duygusunu tatmin edecek kimi maneviyat biçimlerine ihtiyaç vardır. Maneviyat biçimleri her zaman toplumsal uzlaşının sağlanmasında en güvenilir ortak paydadır. Bu ortak paydalar üzerinden yaratılan dinsellik; hem paradigmanın egemenliğine itaatin sağlanmasında hem de insanların din duygusunun tatmininde her zaman sorunsuz bir vasat yaratmıştır.

Her yıl ‘kut’lanmaya başlanan Kutlu Doğum Haftası, yarattığı dinsellik bakımından, resmi ideoloji tarafından vazgeçilemez önemdedir. Etkinliklerde sürekli Hz. Peygamber, sevgi peygamberi olarak takdim edilir; Müslümanın bu dünyadaki eylemliliği, sorumluluğu ‘sevi işi’ne indirgenir. Kalp temizliğinin esas olduğu, ibadetlerin sadece şekle tabii kılındığı ve Allah’la insan arasındaki bir borç ilişkisine tekabül ettiği; zerre kadar imanı olanın mutlaka cennete gireceği; bu nedenle de hayattaki can yakıcı acıların, ızdırapların, zulümlerin, ahlaksızlıkların Allah’a irca edildiği bir dinsellik gül dolayımıyla çoğaltılmaktadır.

‘Kut’lu hafta boyunca on binlerce salâvat getirilmeli, televizyon ekranlarında hatimler ve salâvatlar sipariş verilip ekranlarda numaratörler yardımıyla sayılmalı ve hepsi O’nun ‘kut’lu ruhuna hediye edilmelidir ki şefaate nail olunabilmeli.

Kutlu simgeler üretmenin, her yeni devirde bir zorunluluk olduğunu söylemiştik; üretilen bu simgeler yeni toplumsal kodlara atıf yaptığı için çoğunlukla Kur’ân ve sünnetten beslenmez, hayatiyetini onlara borçlu olmaz. Tam aksine müphem, muğlak çağrışımlarla; kullanılan simgelere ve kelimelere yüklenen esrar yardımıyla Allah’ın apaçık çağrısının ve Hz. Peygamber’in bir hayat biçimi olarak sürüp gelen sünnetinin üzerini bir sis gibi kaplar. Örneğin iman sadece altı ilkeyle belirlenmiştir; tasdik yeterlidir ve taklidi iman caizdir. İbadetse beş eylemle; salih amel beş eylemle çerçevelendirilmiş ibadetle sınırlandırılmıştır. Kalbin Allah’a, insanlara, hayata karşı eylemleri her zaman imanın dışındadır; dahası ahlaklı olmak sadece bireysel bir tutuma dönüştürülmüştür.

Müphem, muğlak, sırlı çağrışımlarla dolayımlanan simgeler; egemen paradigmanın sahip olduğu bütün ideolojik aygıtlarla toplumsal kesimlerin her katmanına bir zar gibi yayılır, dayatılır. İnsanın gerçeklikle temasını engelleyen, Allah’ın âyetlerini perdeleyen böylesi bir simgeselliğin sonunda akıl tutulmasına neden olacağı aşikârdır. Çünkü her nereye dönerseniz dönün, daima üretilen ‘kut’lu simgelerle yüz yüze gelinmektedir. Her yerde gül alınıp gül satılmaktadır; en Sevgili’ye selamlar yollanmaktadır; ‘gül Muhammed’ imgesi hemen her yerdedir; kâinat O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. ‘Kut’lu hafta boyunca on binlerce salâvat getirilmeli, televizyon ekranlarında hatimler ve salâvatlar sipariş verilip ekranlarda numaratörler yardımıyla sayılmalı ve hepsi O’nun ‘kut’lu ruhuna hediye edilmelidir ki şefaate nail olunabilmeli. Allah’ı ve Hz. Peygamber’i sevme ilkesi, üretilen simgeler marifetiyle platonik bir zemine çekilmekte böylelikle Allah’ın yasaları, Hz. Peygamber’in hayatı mecraına oturtma anlamındaki sünneti bağlayıcı olmaktan çıkmaktadır. Örneğin ahlaklı olmak, insanın hayatının her anına yayması gereken bir salih amel olmaktan çıkarılıp sadece bireysel bir yükümlülüğe dönüştürülür. Dahası ahlak, egemen paradigmanın belirlediği ‘etik kod’lara indirgenerek izafileştirilir.

Aslında bu gelişmeler, simgenin simgelediğiyle ilişkisinin zayıflamasıyla; yazımızda vurguladığımız gibi toplumsal mutabakatların değişmesiyle ilgilidir. Asıl geri çekilir, geriye sadece simge kalmaya başlar. Hz. Peygamber ve O’na duyulan aşkın simgesi olarak gülün çağrışımları; bu aralar çok da ihtiyacımız olan medeniyetler arası ittifakın, dinler arası diyalogun yardımıyla evrenselleştirilir, nasıl olsa gül bütün dünyada sevgiyi simgelemektedir.

Aslın geriye çekildiği; vekilin çağrışımlarını, gösterilenlerini kendi üzerinde topladığı bu durum açıkça put yapımıdır. Vekil konumundaki simge; konumunu o kadar muhkemleştirir ki, onun karşısında insanlar tazim ve ihtiram göstermekten kendilerini alamazlar. Yerlere atılmış, dalında solmuş gül, bizim için bir hüzün kaynağına dönüşür. Hatta yapay güllerin çöpe atılması karşısında bile kaygıya düşeriz. Gülsularında, gül kokularında bile O’ndan daima bir şeyler ararız. Dinsel, mistik ihtiram ve tazim havasına uygun olarak yaratılan bu ritüeller, Hz. Peygamber’in yaşadığı ‘kalp sıkışma’larını bize hatırlatmaktan, anlamaya davet etmekten uzaktır: “Eğer hakikati inkâr edenlerin sana sırtlarını dönmeleri seni sıkıntıya sokuyorsa ve o nedenle onlara [daha ikna edici] bir mesaj getirmek için yerin dibine inebilecek yahut merdivenle göğe yükselebilecek durumda isen, [öyle yap] ama [unutma ki] eğer Allah dileseydi onların tümünü [Kendi] rehberliği altında toplardı. O halde, sakın [Allah’ın yollarını] görmezden gelmeye çalışma!” (Enam/ 35)


Simgelerin tek tek etkilerini saymak çok anlamlı olmayabilir, asıl sorun Allah’ın çağrısının, Hz. Peygamber’in tebliğinin sürekli olarak üzerinin örtülerek; tuhaf bir dinsellik ve maneviyat biçimlerinin öne çıkarılmasıdır. 

O’nun ümmetini çok sevdiği, ümmeti için çok kaygılandığı ve üzüldüğü haberleri, platonik aşk söylemleriyle ‘aşk derdi’ olarak retorikleştirilerek; ümmetin, Hz. Peygamber’in onlar için taşıdığı hüzünlerin ve kaygıların üzerine düşünmesi de engellenmiş olur. Kur’ân’da ifadesini bulan şikâyet de böylelikle bambaşka bir boyuta taşınarak ümmetin üzerinden alınır: “Ve [O Gün] Rasûl: ‘Ey Rabbim’ diyecek, ‘Kavmimden [bazıları] bu Kur’ân’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü.” (Furkan/ 30)

Simgelerin tek tek etkilerini saymak çok anlamlı olmayabilir, asıl sorun Allah’ın çağrısının, Hz. Peygamber’in tebliğinin sürekli olarak üzerinin örtülerek; tuhaf bir dinsellik ve maneviyat biçimlerinin öne çıkarılmasıdır. ‘Kut’lu simgeler etrafında egemen paradigmanın söylemini tahkim ederek Allah’ın insanlar için seçtiği dini; münafıklara da olsa boyun eğmeye, boyun kırmaya dönüştüren kurumlar, böyle yapmakla hem kendi konumlarını tahkim etmektedirler hem de kırılan boyunlar karşısında kendilerini yüceleştirmektedirler. Elbette böylesi tahkim edilmiş kurumların meşruiyetinden, hikmetinden sual etmek de kimsenin harcı olmamaktadır.

Simgeler bir yandan kurumsal ceberrutu örterken diğer yandan da din adına konuşma hakkını onların tekeline vermektedir. Kurumlar da aldıkları bu yetkiyle yeni simgeler üretip simgelerin simgeledikleriyle rabıtasını bambaşka alanlara çekerek hizmetlerine devam etmektedir. Geriye kala kala sadece kendini ‘gösteren’, sadece kendini gösteren simgelerden hareketle üretilen yeni simgeler kalmaktadır. Gerçekliğin, yüksek gerçekliğe doğru çekildiği bu yeni dönemde, simgeden hareketle üretilen yeni simgeler, zamanla kendileri de birer atıf kaynağına dönüşerek, insanlar için simülatif bir dünya kurmaktadır. Hz. Peygamber’den geriye sadece bir gülün kaldığı bu simülasyon içinde yolunu şaşıran insanların da, Allah’ın âyetleriyle buluşma imkanları ellerinden alınmaktadır: “İmana ermiş olanların kalplerinin Allah’ı ve [kendilerine] indirilen hakikati anarken acizliklerini fark etmelerinin zamanı gelmedi mi? (Ve vakti gelmedi mi) kendilerine daha önce vahiy indirilmiş olanlara ve zamanın geçmesiyle kalpleri katılaşarak çoğu [bugün] yoldan sapmış olanlara benzememelerinin.” (Hadîd/ 16)