Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Mazlumun Âhı, Kurbanın Duası

9 Ekim 2013 Çarşamba Yazarlar


Dışarıya doğru dalgınlığı, ayaklarını bulunduğu zemine sıkı sıkı basmasını engellemez yine de ve kendini değiştirmeye direteceğini ilân eden toplumuna seslenmeyi sürdürür. Ben varım, buradayım, der bütün kaygısıyla. Ve, ben burada var olmaya devam ettikçe, sen yalnız kalmayacaksın.

Kötülüğün iyiliğin yerini gaspettiği, kahramanlığın soytarılıkla yer değiştirdiği, asaletin salt bir soy-sop mirası olarak tanımlandığı, güzelliğin sadece bir gösteriş metası sayıldığı, erdemin ise şirkin karanlık sularında tanınmaz hale geldiği bir toplumda, kararlı bir tavırla kalabalıkların arasından sıyrılarak iyiliğe, saf güzelliğe, adalete ve hakikate ulaşmaya çalışan cesur genç adam, bazen "mecnun" olarak isimlendirilecekti, bazen de "şair".

Benliğini huzursuz eden bir kaygı vardı, binlerce kaygı. Özlemini çektiği toplumsal ve insani değerler, bulunmamış, iz de bırakmamış nitelikte değilse de, büyük ölçüde unutulmuş, örtbas edilmiş erdemlerle ilişkiliydi. Cevabını aradığı sorular ne kadar akıllıca ve haklı olursa olsunlar, toplumunun düzenini karıştıracak nitelikte bulunduğu için, duymazdan geliniyordu. Bakışları yaşadığı toplumun yücelttiği ve dokunulmaz kıldığı değerleri sorgulamasıyla etkileşim içinde bir ufuğa yöneliyordu böylelikle. Entelektüel kaygıları ve eleştirileriyle akranlarına saf bir idealist olarak görünmüş olabileceği kaydediliyor, onunla ilgili yazılan kitaplarda. Kierkegaard, "Yüce varoluş için kavga veren, varoluşun yüce sevinçlerinden yoksun kalmalıdır" diyor ya... Haksızlıklar ve estetik müdahalelerle makulleştirilmiş çirkinlikler o denli kaplamıştır ki yeryüzünü, güzelliklere karşı ölçülü bir dikkatle yaklaşan, kendi içinde derin olmakla birlikte dışarıya doğru dalgınlaşan bir bakıştır, sözünü ettiğimiz. Dışarıya doğru dalgınlığı, ayaklarını bulunduğu zemine sıkı sıkı basmasını engellemez yine de ve kendini değiştirmeye direteceğini ilân eden toplumuna seslenmeyi sürdürür. Ben varım, buradayım, der bütün kaygısıyla. Ve, ben burada var olmaya devam ettikçe, sen yalnız kalmayacaksın. Müslüman olmasan da seni düşünüyorum, çünkü hepimiz Adem'le Havva'nın çocuklarıyız, hepimizi aynı Allah yarattı.

Yüzlerce yıl önce bir kuyunun başında kötü diye bilinen kadının ağzına damla damla akıttığı suyla ferahlayan köpek, günümüzün büyük şehirlerinin sokaklarında, su şebekelerinin yardım edemeyeceği bir kuraklığı yaşamaya devam eden şehir düşkünüdür; sokak çocukları ve kedilerle birlikte.

Hayattan düşmenin sınırı yoktur, merhametin de... Hz. Muhammed (sav bir gün Mekke dışında yürürken bir kuyunun başında bir kadın ve onun hemen yanında da hastalıktan ve susuzluktan kendini kaybetmeye başlamış, dili dışarıda soluyan bir köpek gördü. Yaşlı bir hayat kadını olduğu anlaşılan kadın başındaki örtüyü çözdü, ayakkabısını bu örtünün ucuyla bağlayarak kuyuya uzattı, bu yolla kuyudan yeteri kadar su çekti yukarıya ve köpeğin suyu içmesini sağladı. Kuyunun başında su çekmek üzere bekleyen birkaç kişi yaptıklarını yadırgayarak şu sözlerle tepki gösterdiler kadına. "Neden bir köpeğe su vermek için bizi bekletiyorsun? Bırak hayvanı da ölsün, kurtulsun acılarından."

Kadın bu sözlere cevap vermedi, başını gökyüzüne kaldırdı sadece.

Bu sahne Hz.  Muhammed'in (sav) belleğine kazındı. Elçilikle görevlendirildikten sonra, bir müminin hayvanlarla ilgili sorumlulukları üzerine konuşurken, o yaşlı kadının davranışını hatırlattı: "Bir hayat kadını, can çekişen bir köpeğe acıyıp, ayağından çıkardığı ayakkabısını yazmasına bağlayarak kuyudan su çekip içirdi ve onu ölümden kurtardı. O kadın, bu davranışı sayesinde cennetle mükâfatlandırıldı."

Bu sözleri işiten bedevilerin günah-sevap, ceza-mükâfat konusundaki algılarının nasıl altüst olduğu tahmin edilebilir.

Bir hayat kadınına en başından lanetlenmiş ve cehenneme yazgılı bir insan gözüyle bakmamayı sağlayan aynı incelikli bakışla hatırlanıyor geçmişte yaşanan o sahne. İnsanların kahredici yargılarından gökyüzüne çevirdiği bakışlarıyla korunan hayat kadını, Muhammed'in gözünde öncelikle toplumun vurduğu damgayla tanınacak kötü kişi değil, bir mustazaftır. Mustazaf ise burada, sebepten önce sonuca işaret eden kurban. Bir mustazafı ayaklar altında çiğnenmekten, ezilerek yok olmaktan kurtaracak, hayatı yaşanmaya değer ve anlamlı hale getirecek güç ise herhalde bir imandan neşet eden salih ameldir.

Yüzlerce yıl önce bir kuyunun başında kötü diye bilinen kadının ağzına damla damla akıttığı suyla ferahlayan köpek, günümüzün büyük şehirlerinin sokaklarında, su şebekelerinin yardım edemeyeceği bir kuraklığı yaşamaya devam eden şehir düşkünüdür;  sokak çocukları ve kedilerle birlikte. Yaz sıcağında neredeyse çölleşen sokaklarda dolaşan kedilerle köpekler böbrek yetmezliğinden ölüyor. Onların çöp kutularının etrafında gezinen varlıkları çoğumuz için bir anlam ifade etmiyor. Yanlarından öylece geçiyoruz, bir yudum suya ihtiyaçları var mı yok mu, düşünmeden.

Hz. Muhammed (sav) ise şehir düşkünlerine, sesini duyuramayan mahlûkata, güçsüz bırakılmışlara yönelik sorumluluk duygusuyla geziniyordu Mekke sokaklarında ve kafasını kurcalayan toplumsal meseleleri paylaşabileceği muhataplar arıyordu. Hayır sahibi insanların yitirilen faziletlerin Mescid-i Harem toprağında yenilenmesi amacıyla gerçekleştirdiği Hılf'ül Fudül sözleşmesinin yapıldığı toplantıya bu nedenle katıldı. Toplantıya katılanlar birbirlerine Mekke'de, ister şehir ahalisinden, isterse yabancı olsun zulme uğramış tek bir insanın bile bulunmaması için mücadele etme ve böyle bir kimse bulunursa da onun yanında yer alma konusunda söz verdiler. İbni Kesir'le İbni Hişam'ın aktardığına göre, Mekke oligarşisine, yani müşriklere karşı Hakk'tan yana olanları devrimci bir duyarlıkla bir araya getiren bu sözleşmenin gerçekleştiği toplantıda bulunan Hz. Muhammed (sav) yıllar sonra bu toplantı için, "Amcalarımla birlikte Abdullah b. Ced'an'ın evinde bir anlaşmada bulundum ki İslam'a davet edilseydim, orada icabet ederdim" diyecekti.