Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Na't ve Salât ile Sevilen Nebî

13 Aralık 2009 Pazar Sonpeygamber.info / Yazarlar


Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüptür mucizâtı âteş-i esrâre su
Kılmağ içün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnâkın
Mucizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su

Kalır levh ü kalem mislin yazılmaz yâ Rasûlallah!

"Hükmü her iki cihanda değerli olan" Peygamber'den şefaat, Sindî, Pencabî, Urduca şiirlere uzanmakla kalmamış; şiire bir zikir karakteri veren şefaat temennileri, Türk edebiyatından, Kuzey Afrika kökenli akımlara kadar İslâm dünyasının edebî muhiti içinde zengin bir karakter kazanmıştır. 

Ancak kelimeler hapsedilemez dili mesken edinmiş sanatkârların zihninde. Şeyh Gâlip bile "Sultân-ı rüsul, şâh-ı mümeccedsin Efendim," diyerek kendini alamaz na't yazmaktan. Ve onu Türk edebiyatının en güzel eserlerinden biri olarak hediye eder İslâm âlemine.

Dünya coğrafyasında yol alan bu aşkın duygular, kimi coğrafyalarda günlük hayatın içine kadar girer; Sind, Keşmir ve daha pek çok bölgede na'tlar ve Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i gibi methiyeler, şarkı, ilahi veya şiir olarak düğün, doğum, sünnet ve vefat gibi insan hayatının vazgeçilmez merasimlerinin önemli bir parçası haline gelir.

Şüphesiz ki, Hz. Peygambere yönelik bu iltifat, sevgi ve hürmette, onun kıyamet günü ümmetine şefaat edeceği yönündeki inanışların da oldukça önemli bir payı olmuştur. İslâm'da, Allah'ın izni olmadan kimsenin şefaaat edemeyeceği yönündeki hükmün, başta övgüye layık mertebesi olmak üzere çeşitli gerekçelerle Peygamber için yumuşatılabileceği yorumları yapılmış; bu müsaadenin Peygamber'e bahşedildiği yönünde bir inanç geliştirilmiştir.

Bu inanç etrafında, Hz. Peygamber'in şefaatinin, insanları münferit olarak değil, bütün ümmeti kapsayacak şekilde kuşatacağı zannı beslenmiştir. Zaman içinde süslenerek geliştirilen şefaat geleneği, Hz. Muhammed'e, hamd sancağını taşıma gibi bir misyon yüklemiş; Allah Resûlü, İslâmî-dinî edebî muhitte, müminlerin korunmak amacıyla sığınacağı bir "sancaktar" olarak vasfedilmiştir. Bu alanda geliştirilen üslup, oldukça dokunaklı ve duygusal bir mahiyet göstermiştir.

Müminlerin hesap verme şuurunda şefaat öylesine içselleştirilmiştir ki, Peygamber'e bu konuda beslenen itimat hissi, insanlar için ölümün soğuk yüzünü dahi söndürmeye yetmiştir. "Hükmü her iki cihanda değerli olan" Peygamber'den şefaat, Sindî, Pencabî, Urduca şiirlere uzanmakla kalmamış; şiire bir zikir karakteri veren şefaat temennileri, Türk edebiyatından, Kuzey Afrika kökenli akımlara kadar İslâm dünyasının edebî muhiti içinde zengin bir karakter kazanmıştır. Peygamber'in sancağı altında birleşme duygusu, Mekke, Mısır, Buhara, Belh, Horasan, Kelh, Gazne, İran diyarında yaşayan binlerce müminin umudu ve hayali olmuştur.

Peygamber'e uzanan bu umudu yeşertecek en kesin yolun ise salâvat olduğunda bütün ilim ve gönül ehli ittifak etmiştir. Bu yüzden Allah'a yöneltilen her niyazın rüknü haline gelmiştir Nebî'ye salâvat okumak. Öyle ki, semanın kapılarının Peygamber'e yapılan salât ile açılacağı inanışı büyük kabul görmüştür. Yüce Allah'ın, kendisinin ve meleklerin de salâvat getirdiklerini ifade ederek tüm müminleri insanlığın efendisine salât etmeye davet etmesi, inananlar üzerinde büyük etki bırakmıştır. Bu davete, Itrî gibi sanatkâr ruhlular da en güzel bestelerini salâvat için terennüm ederek icabet etmişlerdir.

Duaların zamanı, mesnedi ve Tanrı'ya ulaşmak için kanatlarının olduğu kabul edilmiş; kabulü için gerekli vasıtalara dikkat çekilirken salâvât hep zirvelerde yer almıştır. Zikrin önemli bir parçası olmuştur salâvat. Asırlar boyunca hep sanatsal ve etkili bir kıraatla terennüm edilmiştir müslüman mahfillerde.

Kimi zaman bir müminin yakarışında gecenin karanlığını yaran bir zikir olmuştur "en güzel hamdeden" Muhammed (A.S.)'a muhabbet. Kimi zaman bir şairin na'tında dermanları kesen bir aşk. Kimi zamansa göklerin kapısını yarıp, Neb'i'ye salât eden Hakk'ın ve meleklerin zikrine ortak bir sadâ.