Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ölüm: Bir Fâtihâ Molası

13 Aralık 2009 Pazar Sonpeygamber.info / Yazarlar


Ölüm.

En hazin, en buruk veda geride kalanlara.

Maverası meçhul karanlık bir kapı istemeden, bilmeden yola çıkanlara.

Koparılmış hayatların acı hikâyeleri ile yargıladığımız ölüm, herşeyden önce ruhun, bir ömrü tükettiği bedene zorunlu ihaneti. Yeryüzünde işlenmiş nice günahın azabına, kazanılmış nice sevabın mükafatına ortak iki parçadan müteşekkil bir bütünün keskin yol ayrımı.

Ölüm, bir yanda mühletli yeryüzü iskânını bir kaderde tükettiği bedenden sıyrılan ruhun, ilâhî mahkeme önünde hesap vermek üzere ebede uzanan kutsal yolculuğu. Diğer yanda arzu, hevâ, ihtiras ve idealleriyle ruhun aleti olan bedenin, birlikte yaşanmış bir hayatın tüm ortak günahlarının adeta tek başına bedelini ödemek üzere tükenmeye mahkumu. Ruhun arşa yükselirken, bedenin toprağın dibine çekilişi resmediliyor ölümle geride kalanların gözünde. Bu yüzden hayattakilerin tüm sadakat, saygı ve vefâ biçimleri, terk edilmişliğin acısını bile taşıyamayacak kadar ruhsuz ve tepkisiz kalmış soğuk bedenlere sunuluyor.

Hüznü mesken tutmuş buz gibi evlere teslim edilen cesetler, geride kalanların dünya iştahını söndürmeye yetemeden karanlığa çekiliyor. Ölüm, ruh-beden ittifakını dünyalıklarda perçinlemiş fânilerin dünyasında yalnızca bir "Fâtihâ" molası olarak kalıyor.

En ıssız yolculuğa ürperti ile uğurlanmış nice azizler, benzersiz dostlar, biricik sevgililer, can yoldaşı hayat arkadaşları adına sitem ediliyor ölümün soğuk yüzüne. Ve ölüm, en ürkütücü mefhum oluyor dirilerin zihninde.

Ruhun ihanetine uğramış bu kanı çekilmiş bedenleri, çağlar boyunca her toplum, her din ve inanış, farklı biçimlerde yolluyor ebedi istirahatgâhına. Zorunlu ve zorlu bu çetin yolculuğa çıkanlara son vefâ sergileniyor cenaze merasimlerinde. Bu vefânın yeryüzü üzerine dikilmiş anıttaşları, gidenlerinse bu dünyadan tamamen silinmemek üzere sipariş ettikleri vasiyetleri oluyor mezarlıklar. Ölen, artık bir taşta müşahhaslaşıyor geride kalanlar için. Ve mezarlar, ölümü ve farklı toplumları anlamak isteyenler için değişik inanç ve düşüncelerin somutlaştığı tarih müzeleri haline geliyor.

Tabii olarak İslâm toplumları da kendilerince bazı mesajlar iletmek istemişler mezar taşlarıyla. Hz. Peygamber'in, tanınması için Osman b. Maz'ûn'un kabrinin başına diktiği taş referans olmuş müminlere. Onun vefatından sonra da bazı sahâbî ve tabiîn mezarlarının üzerine kubbe denen çadırlar kurulmuş. 

Tarih boyunca ölülerini şanına yakışır bir şekilde defnetmek istemiş hep insanoğlu. Dört dikilitaş üzerine yatırılan yassı bir taşla çatılmış taş devrine ait ilk anıtmezarlardan Mısır'ın piramitlerine, İran ve Anadolu'da görülen kaya mezarlarından Roma'daki Hıristiyan katakomplarına, modern çağın mozolelerinden evliya türbelerine kadar yaygın bir coğrafyada çok farklı gerekçelerle hep bir mesaj verilmek istenmiş topluma anıtmezarlarla. Bir yandan ölümle birlikte kaybolmama arzusunu simgelerken anıtmezarlar, bir taraftan da toplumda kurulu düzenin tek bir adamın ölümüyle bozulmayacağını gözlere sokmak maksadıyla yükseltilmiş.

Kitâbî dinler, felfesî bir anlam yüklemişler ölüme. Yahudiler, ruh tarafından terkedilmiş bedeni "kirli" bir et yığınından ibaret görürken, ölünün derhal yaşam alanından uzak bir yerde gömülmesine ve yaşayanlara bu kirin bulaşmasını engellemeye odaklanmışlar. Bedenin dünyada işlediklerinin bedelini ruhun ödeyeceğine inanmış; geride kalanların mevtâ için yapacağı dua ve hayırların, ruhun günahlarına kefaret olacağına iman etmişler.

Hristiyanlıkta ise ölüme, Adem ile Havva'nın işlediği ve bu yüzden tüm nesillerin daha doğdukları anda sırtlarına yüklenen ilk günahın bir kefareti olarak bakılmış; kabir de bu günahın bedeli addedilmiş. Yahudiliğin aksine, mezarda çürüyen bedene yüklenen günahlarla kısmen arınmış olan ruhun, yeni bir yüceltilmiş beden ile Tanrı'ya ulaşacağına hükmedilmiş.

Tabii olarak İslâm toplumları da kendilerince bazı mesajlar iletmek istemişler mezar taşlarıyla. Hz. Peygamber'in, tanınması için Osman b. Maz'ûn'un kabrinin başına diktiği taş referans olmuş müminlere. Onun vefatından sonra da bazı sahâbî ve tabiîn mezarlarının üzerine kubbe denen çadırlar kurulmuş. İlk dönem sade Arap kültürünün İran, Mısır ve Anadolu'da karşılaştığı geleneklerle bütünleşmesi sonucunda ortaya çıkan İslâm kültürü, kendini mezar kültüründe de göstermiş. Önde gelen savaşçılarının mezar taşları üzerine, ölenin katıldığı savaşlarda öldürdüğü düşmanları resmeden Türkler'in İslâm'ı kabulü ile, İslâm dairesi içerisinde ölüm ve ahirete dair sembolik yaklaşımlarda önemli bir genişleme görülmüş. Özellikle Osmanlı döneminde bir sanat kolu olan mezar taşı oymacılığı, sadece Osmanlı'nın ahirete intikal edenlere gösterdikleri dinî saygıyı değil, aynı zamanda memâtın meslek sınıfları, toplumsal konumu, cinsiyeti, tarikatı, hayatta iken tesis ettiği kimi hayrat ve hasenatı yansıtacak ölçüde çeşitli mesaj ve sembolleri de içeren bir derinliğe ulaşmış.

Ölüm.

Mutlak bir hakikat.

İnsan hayatının en zorlu sınavı olmalı Azrail'e eşlik etme tecrübesi. Şerefli ve pak ruhunu Ebedî Sevgili'ye sunmak üzere Azrail'in izinle huzuruna girdiği Nebî için bile.

İnsanın Azrail ile buluşmadan kendini fethi, ölüm. "Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz," niyazına muhtaç diriler ve tüm ölüler için;

"el- FÂTİHÂ"