Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Oruç: Bir Hira Bekleyişi

7 Temmuz 2014 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Hira yolcusunun sancılarıyla yürüyorsun. Merhamet gözeneklerini açıyor oruç. Yaşamak için değil sadece, yaşatmak için var olunabileceğini anladın. Kalbine asil dertler yükleniyor. Yetim ve öksüzlerin isimsiz hüznü dokunuyor tenine. Aç ve muhtaçların sessiz sancını duyuyorsun. Ezilmişlerin gizli iniltisini hissediyorsun.

An geldi.

Orucun nefesinde tazelendi vahyin sesi.

Söz taze bir yağmur olup düştü nasibine…

Dinle şimdi…

Alıp seni Hira'ya çıkarıyor oruç. Kalabalıklardan uzağa. Doymaların karşı yakasına. Hazların taşrasına. Bir diriliş sütunu etmek istiyor gövdeni. Varlığını doğruluk ve duruluk göstergesi kılmak istiyor.

Çekiliyorsun rahatlıkların koynundan. Üzerinden düşürüyorsun gaflet örtüsünü. Toz kanatlı bir kelebeksin artık. Açsın. İnceliyorsun. Çırpınıyorsun dünyanın kışında. Tokluğun kozasından sıyrılıyorsun. Önünden yırtıyorsun dünya gömleğini. Yanan bir meşalesin gaflet dehlizinde. "Böyle gelmiş böyle gitmez!" diyen asil bir isyan yazıyor alnına oruç.   

Açlık mağarasına çekiliyorsun. Mağarada Rabbinle baş başa kalıyorsun. Yapayalnız. Rabbini biricik biliyorsun. Orucun çilesine sessizce razı olurken, Rabbinle yetinmeyi tercih ediyorsun. Araya kimseleri sokmuyorsun. Sen ve Rabbin.  İnziva… Sadece Rabbinin değer verdiğini değerli biliyorsun. Sadece Rabbinin övgüsünü ciddiye alıyorsun. Hal dilin konuşuyor: “İyyâke n'abudu… / Sana, sade Sana kulluk ederiz.” Sadece Rabbinin merhametine kaldın. Başkalar, başkalıklar çekiliyor orucun sessiz adasından. Başka kimse bir şey koyamıyor eline. Tortuları dökülüyor hayatının. Sadeleşiyorsun. Üzerinden fazlalıkları ata sivrilen bir dağ gibi, yakarışın zirvesine uzanıyor lisanın. Hal dilinle konuşuyorsun: “…ve iyyâke n'estâin/ Sade Senden yardım dileriz.”  Rabbine sırdaşsın artık. Derdini kimselere açmıyorsun. Rabbin sana yoldaş. Bir Rabbin bu halini el üstünde tutan. Bir Rabbin var sabrına ihtimam gösteren.

Oruç seni tutup Hira'ya sokuyor. Hem de Ramazan ayında. Gizli ve kesin bir akdi hayata geçiriyorsun. Dünyada karşılığı bulunmayan bir sınama bu. Rabbine razı olma durağındasın. Başkalarından ödül beklemediğin bir sabır bu.

Hira yolcusunun sancılarıyla yürüyorsun. Merhamet gözeneklerini açıyor oruç. Yaşamak için değil sadece, yaşatmak için var olunabileceğini anladın. Kalbine asil dertler yükleniyor. Yetim ve öksüzlerin isimsiz hüznü dokunuyor tenine. Aç ve muhtaçların sessiz sancını duyuyorsun. Ezilmişlerin gizli iniltisini hissediyorsun.

Gündüzleri çaresiz kıldı oruç; seni geceye dost ediyor. Yalnızlığına yürüyorsun.  

Ufukları kaplayan gerçekle yüz yüzesin şimdi. Gerçeğin lâl dudakları aralanıyor. Gecenin yıldızlı tebessümüne tutunuyor kelimeler. Cebrail kanatları gibi üçer beşer yedişer iniyor heceler. Dünyalı nefeslerini tutup göklerin sesine, vahyin uyarısına katıyor. Söz ırmağına yatak oluyor dimağın.

 "Oku…"  

"Oku"maya çağırıyor seni oruç. Eşyanın küllerini dağıtıyor. Yeni bir bakış alıyorsun orucun gözlerinden. Sıradanlaştırdığın ekmek ve su yeniden gözde oluyor. Dağılmış şehir, bir vaktin avucunda buluşuyor, birleşiyor. Unutulmuş heyecanlar bir iftar bekleyişinin eşiğinde toplanıyor.  

Oruç yeniden baktırıyor seni varlığa. Birkaç adım geri çekiliyorsun dünya penceresinden. Sana verilenlerle arana mesafe giriyor. Okumak için bu mesafe. Yeni/den görmek için yeryüzünü. Parçaların anlam fısıldayacak bir bütünlük içinde olduğunu görmen için. Unuttuğun hayreti yeniden kuşanman için. Üzerini örttüğün minnet duygusunu yeniden kazman için.

Benlik kabuğunu kırıyor oruç. Yeni bir duyuş veriyor sana. Eşyanın akış sesini duyuyorsun. Hep sahibi olduğunu sandığın şeylerin şahidi olduğunu fark ediyorsun. Hiçbir şey senin değil; anlıyorsun. Sadece yanında duruyorsun eşyanın. Tutamıyorsun hiçbir şeyi. Tutunamıyorsun. Yaslanamıyorsun servetine. Beraberce akıyorsunuz. Kimse bir şeyi elinde tutamıyor.  Yeni bir duruş bu. Taze bir bakış.

Harfleri birbirine vur diye bu yeni bakış. Kelimeler kur diye hecelerden. Kelimeleri cümle kapısına diz diye. Nokta koy diye seyrettiklerine.  Söze dönüştür diye evrenin sessizliğini. Ağaçları konuştur diye. Dağların fısıltısına kulak ver diye. Gökyüzünün şiirini duy diye. Denizlerin dudağını aç diye.

"Rabbinin adıyla oku…"


Benlik kabuğunu kırıyor oruç. Yeni bir duyuş veriyor sana. Eşyanın akış sesini duyuyorsun. Hep sahibi olduğunu sandığın şeylerin şahidi olduğunu fark ediyorsun. Hiçbir şey senin değil; anlıyorsun.

Başıboş olmadığını, kendi haline bırakılmadığını söylüyor sana oruç. Şeffaf bir sorumluluk elbisesi giyiniyorsun. "Senin bir Rabbin var." Oruca niyetlenir niyetlenmez bu sırrı okudun. Gün boyu yemiyor içmiyorsun. Rabbinin hatırını her hatırın üstüne koyuyorsun. Rabbine görünür olduğunu görerek yürüyorsun. Başkalarının görmesine de görmeyişine de aldırış etmiyorsun. Aynaların ayartısına kanmış beğenileri susturuyorsun. Övgüyü Rabbinden bekliyorsun. Başkalarının övgülerine sırt dönüyorsun. Rabbinle sırdaş oluyorsun. İmsaktan iftara Rabbinin hatırını sessiz bir emanet bilip taşıyorsun.

Oruç tutmanı istiyor Rabbin. Varlık toprağını karıyor. Çünkü seni güzelce işlemek istiyor. Emek vermeye değer görüyor beden arazini. Seni senden çok yapmak istiyor. Toprağından hasat umduğu için sabır tohumu ekiyor bahtına. Birini bin yapmak için susuzlukla suluyor sabrını.

Dilini tutuyor Rabbin; suskunluğunu cevherleştiriyor. Nefesini el üstünde tutuyor. Dudaklarının kıpırtısızlığını devrim sayıyor. Eylemsiz ibadetini, hiç kimselere gösteremeyeceğin duruşunu kabullerin en güzeli ile kabul ediyor. Cennet kokulu müjdelere sarıyor.

Rabbinin dediği yerdesin şimdi. Oruçlusun. Mekânı başkalaştırıyor oruç. Vakti özgeleştiriyor. Rabbinin terbiyesine razı olduğunu nefes nefes ilan ediyorsun. Orucun tablosuna yerleştiriyorsun yüzünü. Rabbinin seni görmek istediği hale yoğrulmaya seve seve razı oluyorsun. Allah'ın boyasıyla boyanmayı tercih ediyorsun.

Rabbinin seni biricik gördüğü haldesin. Ki orucunu Rabbinden başkası göremez. Bir'i çağırıyorsun şimdi; anladın ki başkaları çağırmaya değmez. Bir'i söylüyorsun şimdi; gördün ki başkalarının adı sana çare olmaz. Bir'i istiyorsun şimdi;  bildin ki başkalarından vefa umulmaz. Bir'i görüyorsun şimdi; fark ettin ki, başkaları seni görmez, başkalarının gözüne girmeye değmez.

Çoklara dilenci olmaktan kurtarmak istiyor seni Rabbin. Aziz etmek istiyor. Sığındığın vefasız gölgelerden çekilmeni istiyor. Kendine, yalnız kendine yâr etmek istiyor seni.

Böylece şu cılız varlığın "oku"maya değer bir anlam sayfası oluyor.

“Oku, Rabbinin adıyla oku; ki O yaratmaktadır…”

Oruç yeniliyor eşyayı. Varlığına alıştığın şeyler çekiliyor sahneden. Yakınlığını kanıksadığın her şey uzaklaşıyor. Yeniden var ediliyor her şey gözünde. Her şeyin yüzü tazeleniyor. Anlıyorsun ki "yaratılmış" değil varlık; şu an, her an, yeniden yeniye "yaratılmakta, yaratılmakta, yaratılmakta" Rabbin, eline verdiği şeyleri hiç yoktan vermekte. Rabbin, yanında tuttuğu nimetleri, hiç nedensiz sunmakta. Dilini hazır lezzetlerden uzak tutarken, benliğini yeni bir dile dönüştürmekte. Çağın benimsettiği "yeni"ye düşkünlüğü, hep "yeni model" peşinde koşmaları tedavi ediyor oruç. "Her an yeniden yaratılış" gerçeğine körleşmek üzere olan gönlünü açıyor. Eski sandığının içinde "yeni"yi gösteriyor. Sadece tattıklarını değil, dudağını da damağını da kavrayışını da tazeliyor. 

Her şeyi bir çocuk edasıyla ilk defa tadıyorsun şimdi. Her nimeti bebek avuçlarındaymış gibi yeniden ve hayretle keşfediyorsun. İşte bu Rabbinle tanışma fırsatı… “Yaratmakta olan Rabbinle…”  İmkânsızı mümkün kılan… Yokları var eden Rabbinle… Böylece eşsiz bir nezaketle terbiye edilirken görüyorsun kendini. Varlığını doğru yere koyuyorsun.

“[O Rabbin] ki, halk etmekte insanı alakadan, ilgiden…”

Oruç, kesilmiş alakaları imar ediyor, unutulmuş ilgileri hatırlatıyor. Birbirine yabancılaşmış insanlar arasında "gizli yollar" açıyor. Birbirlerini tanımayan insanlar birbirinin yüzünde aynı sevincin pembesini, aynı sancının serin gölgesini görüyor. Aynı sabır tablosuna nakşediliyor "yabancı"lar. Bedenleri farklı mekânlara düşmüşken, ruhlar birbirine dokunuyor. Ortak bir kaygının, ortak bir sevincin sütununa tutunuyor insanlar.

Oruçluyken, ilgilerin derinleşiyor, alakaların netlik kazanıyor. Kabuk bağlamıştı duyguların. Ölü zarını temizliyorsun yaralarının. İçine kapanmıştı şefkatin. Şefkat odacıklarında yeni misafirler ağırlamaya hazırlanıyorsun şimdi.

"Oku; Rabbin kerimler kerimidir…"

Orucun gözlerinde yeni bir sofraya dönüşüyor yeryüzü. Tatmalar billurlaşıyor. Doymalar sürprizleşiyor. Su yeni bir özle akıyor. Ellerini çekince nimetlerden, ellerine nimet verilişini yeniden duyumsuyorsun. Dudağını uzaklaştırınca sulardan, sana suyu da dudağı da ikram edeni biliyorsun.

Seni de "kerem ehli" etmek istiyor Rabbin. Kerîm'e ayine olasın diye. Seni başkalarıyla ilgilenir hale getiriyor. Başka sancıları duyar hale getiriyor. Başkalarının acılarına komşu ediyor. Sana verileni sen de veresin diye… Sende olanı senden bilmeyesin diye… Ellerine verilenle aldanmayasın diye… Rabbinin ver dediğince veren olmak üzeresin şimdi. Kerem ve ihsanın akarsuyu olmaya hazırlanıyorsun. Rabbin keremiyle terbiye ediyor seni. İyiliğin akışını bozacak "ben"ini ve benciliğini oruçla eritiyor. Güzelliğin inişini tıkayacak cimriliğini ve çıkarcılığını bir kenara çekiyor.

Oruç, kesilmiş alakaları imar ediyor, unutulmuş ilgileri hatırlatıyor. Birbirine yabancılaşmış insanlar arasında "gizli yollar" açıyor. Birbirlerini tanımayan insanlar birbirinin yüzünde aynı sevincin pembesini, aynı sancının serin gölgesini görüyor.

“[Senin Rabbin…] ki kalemle öğretmekte…”

Sen bir "kalem"sin aslında. Senin duygularını bir kalem olarak kullanmakta Rabbin. Yeryüzünün sessiz sayfasına anlamları seninle yazıyor. Sana seninle öğretiyor. Seni sende yazıyor. Seninle evrenin yüzüne anlam düşürüyor. "Oku"yan sen olasın istiyor. Sen, varoluşu anlamlı bir bütün halinde göresin, okuyasın diye bekliyor.

İşte, oruç, içinin mürekkebini dışa akıtmaya başladı bile. Açlığının ve susuzluğunun karası heceleşiyor, kelime oluyor, cümleler kuruyor. Hem okuyorsun hem okunuyorsun. Hem eşyanın özünde saklı esmayı okuyorsun hem kendi varlığını bir esma sayfası ediyorsun. Okuyucu da sensin, okunan da… Yazı da sensin, yazılan sayfa da…

Düzenini bozuyor oruç. Konforunu çekiyor altından. Uyuşukluğunu yırtıyor. Deviriyor alışkanlığını. Tene neşter vuruyor. Kan sıçrıyor beynine… Yeni bir heyecan yürüyor aklına. Sen köşeye sessizce çekilince, varlığın nabzı yükseliyor. Gürültüleri susturunca sen; sana bahşedilen iyiliklerin kalp sesi duyuluyor.

“[Senin Rabbin…] ki bilmediğini bildirmekte insana.”

Unutur insan. Unutkan demeye gelir. Kendini kendine yeter sanır. Kendini kendi kabuğuna sıkıştıran bir çekirdek gibi, ötelere sağırlaşır. İçindeki potansiyeli uyutur. Kendinden bekleneni vermez olur. Bu hal, en çok da insanın Rabbine "dert olur." Rab, insanı uyandırma derdindedir. Varlığını yarıp açma kararındadır. Terbiye eden emek verir. Emek veren, emek verdiğinden ümitlenir.

Senden ümitlenen Rabbin, sende senden fazlası olduğunu bilir. Tohumu filizlendirmek ister gibi, çoğaltmak ister seni. Çekirdeğin kalbine koyduğu ağacı dal budak görünür kılmak ister gibi, seni senden çok etmek ister. Sende ötelere ait bir cevher var. Sen unutursun bu gerçeği. Sen bilmez olursun cevherini. Rabbin bildirir.

Oruç, kabuğunu kırar ve sana bilmediğini bildirir. Bilesin ki bilmediklerin var. Bilmediğini bilesin geldi oruç. "Bilmiyorum" diyebilmenin serin gölgesine çekiyor seni.

Evet, evet;  "rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız." Uyandırıyor seni oruç. Uykunun kozasından çıkarıyor.

Nefesine en kritik haberin sesini tazeleyerek koyuyor:

"Şaşar insan, şaşar… Kendini kendine yeter sandıkça…"

 Azar insan, ah, azar; kendi kendini doyuruyor gördükçe...

Son sözünü söylemeye geldi oruç:

"Seni sen değil Rabbin doyurmakta…"