Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Yokluğuyla Rehberlik Eden Nebi

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

Nebiye yaşarken tüm varlığını adamış bu yüce dost avluya çıkıyor ve ilan ediyor: "Ey insanlar! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse bilsin ki Allah diridir ve ölmez."

Sükun ve huzur şehri Medine, Peygamber şehri olalı ilk defa göz yaşı döküyor. Toprak evlerden fırlayan insanlar, ruhunu yitirmiş şehrin sokaklarına tiz tonlarda feryatlar bırakıyor. Kalabalıklar, Ukâz panayırlarının meşhur pehlivanı, at ve silah ustası Ömer'in kılıcının havaya çaldığı ıslıkla büzüşüyor ve tüm Medine sokaklarına hükmeden gür bir nida yankılanıyor: "Muhammed ölmedi. Öldüğünü iddia eden varsa boynunu uçururum." Kalabalıklar siniyor; tüm ağıtlar bu heybetli sesin gölgesine sığınıyor.

Aişe'nin odasından Mescid-i Nebevî'nin avlusuna hoş bir koku yayılıyor; kapı itiliyor ve içeri Peygamber'in mağara dostu Ebu Bekr-i Sıddık giriyor. Hürmetini huzurda eğiyor ve renkli, çizgili bir harmaninin örttüğü insanlığın efendisinin yerde yatan mübarek naaşına mıhlanıyor. Araladığı örtüden o mübarek yüzü öpüyor. Ve hüzün tanelerinin ıslattığı dudaklarından tek bir ses dökülüyor: "Ölümün bile hayatın kadar güzel."

Nebiye yaşarken tüm varlığını adamış bu yüce dost avluya çıkıyor ve ilan ediyor: "Ey insanlar! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse bilsin ki Allah diridir ve ölmez."

Esasında bir isyanı değil, coğrafyası gibi kalpleri de çoraklaşmış bir toplumun kendilerine hayat veren bir peygamberden ayrı düşüşlerinin matemini yansıtan "Muhammed ölmedi." nidaları dalga dalga daralıyor ve hakikat kalplere düşüyor. Dünyanın en sıcak hattında her gün yeni bir ilahî mesaja muhatap olan ve bu bunaltıcı coğrafyanın kasvetinden Peygamberî bir dokunuşla sıyrılan değişime adanmış bedenler, bir anda teskin oluyor. Peygamber muhabbeti, her dem yeniden yeşertilmek üzere kalplere ekiliyor. Saadet asrı belki kapanıyor, ancak insanlık kendilerine saadetin kapılarını açacak yüklü bir mirasın sahibi oluyor. Bundan böyle Peygamber inananlara varlığıyla değil, yokluğuyla rehberlik ediyor.

"Siret"in sınırlarını aşarak asırlara akan Peygamberî gelenek, insanlık zemininde yeniden yeniden varlık tazeliyor. Peygambere benzemek ve onu anlamak gayreti tarihe bir insanlık birikimi olarak düşüyor.

Ve gün geliyor evlerden peygamber avlusuna sanal pencereler açılıyor; milyonlar zamanı ve mekânı aşarak Peygamber mescidinde bir halka oluveriyor. Bütün insanlığa devredilen bu ortak miras, beşikten mezara, okuldan camiye, köleden sultana, sanattan siyasete hayatın bütün alanlarına yansıyor ve tarih boyunca çok farklı yorumlar doğuruyor.

Son peygamberin dünyasına açacağımız bu küçük pencereden, sizleri Peygamber mirasının asırlar içinde nasıl algılandığını gösterecek gezintilere çıkarmayı arzuluyoruz. Bunu yaparken, kimi zaman Peygamberî mesajın en canlı yaşandığı kutsal şehirlere konuk olacak; kimi zaman ona yakın dostluk yapan Peygamber yoldaşlarının peşine düşecek; kimi zaman da hükümdar saraylarındaki debdebeyi aralayarak gerideki ilginç hayat biçimlerine ayna tutacağız. Bu suretle esasında mesajı bütün insanlık için aynı olan bir kitabın tarih boyunca nasıl da farklı yorumlar doğurduğuna tanıklık edeceğiz. Geçmişe, hele de Peygamber hatırasına yaptığımız her bir dokunuş, kimi zaman içimizden isyanlar püskürten bir yanardağa dönüşecek; kimi zamansa zamanın kirlettiği ayıplarımızı örtmek istediğimiz bir mezara. Dün ve bugün, yanardağlarla mezarları buluşturan çatışma alanları doğuracak; asırların idrakine bizim de anlamlı bir iştirakle katılmamızın lüzumunu haykıracak. Her zaman tarih bugüne ışık tutmayacak; bazen de bugün tarihe ışık tutacak. Tarihin tozlu sayfalarında sönmüş umutlarımız, bugünden bakınca canlanacak.