Sahabeden Numan b. Beşir’in naklettiğine göre Hz. Ebubekir (ra) bir gün Hz. Peygamber (sav)’in yanına girmek için izin istedi. Bu arada (kızı) Hz. Aişe’nin yükselen sesini işitti. İçeri girince, tokat atmak niyetiyle onu yakaladı ve “Bir daha Rasûlullah (sav)’a karşı sesini yükselttiğini görmeyeyim” dedi. Allah Rasûlü onun vurmasına engel oldu. Hz. Ebubekir öfkeli bir şekilde oradan ayrıldı. O dışarı çıkarken Hz. Peygamber eşine hitaben, “Adamın elinden seni nasıl kurtardığımı gördün mü?” diye takıldı. Hz. Ebubekir günler sonra tekrar Rasûlullah (sav)’ın yanına girmek için izin istedi. İçeri girdiğinde onları barışmış halde buldu ve “Beni kavganıza dâhil ettiğiniz gibi barışınıza da dâhil edin” dedi. Onlar da “Tamam öyle olsun” dediler. (Ebu Davud, Edeb,84)
Sevgili Peygamberimizin aile hayatından bir kesiti yansıtan bu haber, onun eşlerine nasıl davrandığı konusunda bir fikir verirken, aynı zamanda ağır başlı ve yumuşak karakterine de işaret etmektedir. Burada, muhtemelen, her aile içinde görülebilecek türden bir tartışma veya Hz. Aişe’nin bir itirazı ya da şikâyeti söz konusudur. Allah Elçisi, genç yaştaki eşinin sitemlerini olgunlukla karşıladığı gibi buna muttali olan babası Hz. Ebubekir’in, ona karşı sert davranışına da engel olmuş ve ardından da şaka yaparak aradaki soğukluğu gidermek istemiştir. Hz. Ebubekir’in, o esnada kızına karşı takındığı sert tavır, hiç şüphesiz, onun Hz. Peygamber’e duyduğu derin sevgi ve saygısının bir sonucudur ve Hz. Aişe’nin, Allah Rasûlünü üzmüş olabileceği endişesine dayanmaktadır.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber, kadınlarına karşı oldukça sert davranan bir toplum içinde yetişmiştir. Cahiliye dönemi bir tarafa, İslâmî dönemde bile bu sertliğin bazı örneklerine rastlamak mümkündür. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in, Rasûlullah (sav)’ın eşleri olan kızlarına karşı, onu üzdükleri düşüncesiyle zaman zaman takındıkları sert tutum (Müslim, Talak, 4) bunun basit bir tezahürü sayılabilir. Her konuda olduğu gibi Allah Rasûlü bu konuda da müstesna bir tavra sahiptir. Başta hadis eserleri olmak üzere İslâmî kaynaklar, hayatıyla ilgili bütün bilgileri en ince detayına kadar verdikleri halde, Hz. Peygamber’in eşlerine karşı şiddet uygulamak bir yana, en küçük bir hakaret veya kırıcı bir sözünden bahsetmemişlerdir. Bu da ancak, Allah tarafından seçilip “yüce ahlak sahibi olduğu” bildirilen (Kalem, 4) bir Peygamberin her konuda olduğu gibi bu konuda da insanlara örnek olmasıyla açıklanabilecek bir husustur.
Rivayetin yer aldığı kaynakta bu habere, Hz. Peygamber’in şakaları bölümünde yer verilmiştir. Ancak olayın aile hayatına bakan yönü oldukça önemlidir. Dikkat edileceği üzere Hz. Peygamber, aile içi bir meselede eşi Hz. Aişe’ye babasının müdahalesini bile uygun bulmamış, onun kızına karşı sert davranışına engel olmuştur. Çünkü aile, kişilerin hür iradeleriyle kurulmuş meşru bir beraberliktir ve aile içinde ortaya çıkan problemlerin çözümü ilk önce eşlere düşen bir görevdir. Başkalarından yardım talep etmedikleri ve acil müdahaleyi de gerektiren bir durum olmadığı sürece, aile içi problemlere karışmak doğru değildir.
Ülkemizde görülen ailevi huzursuzlukların önemli bir kısmında, eşlerin anne-babalarının, evli çocuklarına müdahale ve yönlendirme arzuları rol oynamaktadır. Örneğin bir annenin evli kızına veya oğluna “şöyle şöyle yaparsan sana hakkımı/sütümü helal etmem” gibi manevi baskı uygulaması çok görülen bir olgudur. Bu baskı her zaman evladın bir harama /günaha düşmesi veya yanlış bir yola gitmesinden dolayı değil, bazen de onların meşru talepleriyle ilgilidir. Örneğin, “eşini anne-babasına göndermeyeceksin” veya “dışarı çıkartmayacaksın” gibi, evli bir erkeğe yapılan ebeveyn telkini gayrimeşrudur. Böyle bir talepte bulunan ebeveyn günahkâr olduğu gibi bunu yerine getiren evlat da günahkâr olur. Böyle meşru isteklere karşı çıkıp, oğullarını, kızlarını, gelinlerini huzursuz eden anne-babaların, onlara haklarını helal etmemelerinin de bir önemi yoktur. Çünkü ana-babasının isteği de olsa hiç kimsenin yanlışa ve günaha boyun eğmesi doğru değildir. (Lokman, 15) Dinimize göre ergenlik çağına gelen herkes kendi yaptığından sorumlu olduğu için, böyle bir durumla karşılaşan kişi, vebali ana-babasına yüklemekle sorumluluktan kurtulamaz.
Bazı anne-babalar çocuklarının büyüdüklerini kabul etmemekte ve onları her zaman kendilerine bağımlı görmek istemektedirler. Bağımlılık, ebeveyne her zaman gösterilmesi gereken sevgi, saygı, bağlılık ve hizmetten farklıdır. Bağımlı olmak insanın kişilik gelişimine engel olur. Onun hür iradesiyle ve sorumluluğunu üstlenerek yapmak istediklerine ket vurur. Hayatta kendi ayakları üzerinde durarak başarıya ulaşmasını zorlaştırır. Aile hayatında, eşi ve çocuklarıyla ilişkisinde genellikle ebeveynin telkin ve baskıları belirleyici olur. Geleneksel aile yapımızda geçmişten tevarüs ede geldiğimiz çok güzel adetlerimizin yanı sıra, dine, akla ve vicdana uymayan adetlerimiz de bulunduğu için bu telkin ve manevi baskı bazen olumsuz sonuçlara yol açar.
İslam dini birey, aile ve toplum hayatında meşru olanla olmayanın sınırlarını net olarak belirlemiştir. Bu noktadan itibaren her müminin diğerine, “iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma” (emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker) ilkesi gereğince yardımcı olması esastır. Ebeveynlerin yetişkin evlatlarına yapacakları manevi katkı da bu çerçevede olmalıdır. Anne- baba yakınlığının bu konuda başkalarına göre bir öncelik hakkı doğurduğu şüphesizdir. Ancak, “iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma” görevinde en belirleyici unsur, iman, amel ve bilgi üçlüsü olduğu için bu süreç her zaman ebeveynden evlatlara doğru değil, bazen evlatlardan ebeveynlere doğru da işleyebilir. Örneğin, eğitimsiz ve dînî yönden bilgisiz birçok anne-babanın, doğru olanla olmayan konusunda, sahip oldukları hayat tecrübesi dışında, çocuklarına verebilecekleri fazla bir şey yoktur. Dolayısıyla onların da, eğitimli ve bilgili evlatlarından yararlanmaları, “emr-i bi’l-ma’ruf…” ilkesinin bir gereğidir. Bu idrak içinde olmayan ebeveynlerin, evlatları tarafından incitilmeden uyarılmaları, sonuç alınamadığı takdirde, saygıda ve hizmette kusur etmeden, onlardan gelebilecek yanlış telkin ve yönlendirmelerden uzak durulması gerekir. Bu olgunluk içinde davranabilen evlatlar, onların rızasını da kazanmış olarak, hem kendi aile düzenlerine zarar verebilecek makul olmayan bazı telkinlerinden korunmuş, hem de hayatın zorlukları karşısında onların sahip oldukları tecrübelerden yararlanmış olurlar.