Bir insan düşünün, hem korkusuz hem munis, hem keskin bir akla hem yumuşacık bir kalbe sahip, hem mücadeleci hem kendini Rabbine vermiş bir abid, hem güçlü hem de içli bir karakteri var. İslam ahlakının bize en yüksek hedef olarak gösterdiği “denge”ye çok genç yaşındayken ulaşmış rüşd sahibi bir kul. Hem hiçbir yanlışa eyvallah etmeyen hem de yanlışta ısrar edenlerin cezalandırılmasına kalbi elvermeyen, dik duruşu merhametini gölgelemeyen bir önder.
Tanıdıkça hayranlığınızın arttığı bu muhteşem insan, üç büyük dinin atası sayılan Hazreti İbrahim’dir. Karakteri ve yaşantısı o kadar zengin, o kadar çok boyutludur ki bir kalemde tüm yönleriyle anlatılması imkânsızdır. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: O, inançta tevhid önderi olduğu gibi karakterinin bütün yönlerini, birbirini nakzetmeyecek şekilde birleştirerek ahlakta da tevhide ulaşmıştır.
Kısaca özetleyecek olursak;
· Kendini bütünüyle Allah’a adamış, son derece yumuşak kalpli ve çok merhametli (Hud 11/75)
· Güçlü ve basiret sahibi (Sad 38/45)
· Şükreden bir kul (Nahl 16/21)
· Seçkin bir önder (Bakara 2/124, 130; Enbiya 21/73)
· Dosdoğru ve tertemiz bir kalbe sahip (Saffat 37/84)
· Allah’a yönelen ve O’na boyun eğen bir önder (Nahl 16/120)
· İnançlarında samimi ve içten (Sad 38/46)
· Yürekten inanması aklını kullanmasına engel olmayan, aksine inançlarını akıl ve gözlem yoluyla destekleyen (Bakara 2/260; Enam 6/75-79) bir peygamberdir Hazreti İbrahim. İnançları derin, karakteri güçlü, hayatı dosdoğru, sarsılmaz bir örnektir.
Kur’an’ın anlattığına göre, Allah inancına gözlem ve akli çıkarım yoluyla ulaşmış (Enam 6/75-79), başta babası olmak üzere (Meryem 19/43-44) bütün kavmiyle, onları yaptıkları üzerinde düşündürecek ve kendi yanlışlarını kendilerine bulduracak sorular sormak suretiyle mücadele etmiştir. Bu demek oluyor ki Sokrat’tan yaklaşık 1500 yıl kadar önce, bugün Sokrat’a atfedilen basit sorular sorarak insanları hayatın en temel meseleleri hakkında hiçbir şey bilmedikleri gerçeğiyle yüzleştirme yöntemini Ur (ya da Ura) halkına uygulamıştı Hazreti İbrahim. Onlara öncelikle taptıkları ilahların işlevleri hakkında sorular sordu: Sizi işitiyor ve dualarınıza karşılık veriyorlar mı? Size bir fayda veya zararları dokunuyor mu? Sırf geçmiştekiler bu yoldan gitti diye o yoldan ayrılmamak insanı doğruya ulaştırır mı? (Şuara 26/69-82; Saffat 37/85-87)
Sorularıyla dikkatlerini çektikten sonra onlara görsel bir delil de hazırladı. Kur’an’da detaylı şekilde anlatılan bu sahnede onların inançlarındaki saçmalığı gözlerinin önünde sergiledi. Bir anlığına da olsa ona hak verdiler ve kendi kendilerine “Gerçekten ne yapıyoruz biz böyle?” dediler. Fakat güçlü ve köklü alışkanlıklardan kurtulmak çok güçlü bir karakter ister. Onlarda da bu yoktu, alıştıkları hayata hemen geri döndüler. Üstelik de vicdanlarını uyaran İbrahim’i ateşe atarak ortadan kaldırma kararıyla. (Enbiya 21/51-70)
Bu izlek neredeyse hiç değişmez. Kolektif saçmalığa işaret ederek düşündüren akıl, safsatalarla susturulamazsa kavgaya ve şiddete başvurulur. Düşünmeye ve öğrenmeye kapalı, tüm doğruları zaten bildiğini iddia eden sabit fikirlilerin şaşmaz yolu budur. Konunun aslında kendi inançlarına duydukları güvensizlikten kaynaklanan psikolojik boyutu da göz ardı edilmemelidir. Ne ki bu yazı o boyutu ele almayacaktır. Şu kadarını söyleyip geçelim, Kur’an’da uzun uzun anlatılan Hz. İbrahim’in putlarla mücadelesinin satır aralarından insanları şirke sevk eden temel duygunun korku ve endişe olduğunu görüyoruz. (Enam 6/80-83; Ankebut 29/16-17) Korkulardan kurtulmayı vaat eden çeşitli şirk versiyonlarının bugün de etkin şekilde devam ettiğini hatırımızda tutmak, hiç anlamadan şirk batağına düşüvermekten koruyacaktır bizi.
Görebildiğimiz kadarıyla Hazreti İbrahim kendi inançlarını sağlamlaştırma çabasından başlayarak babası, kavmi ve hatta Nemrut’la mücadelesinde ağırlıklı olarak akli izah ve ikna yöntemine başvurmuştur. Bunu bazen kainatı hikmetle gözlemleme (Enam 6/75-79), bazen sorularla düşündürme (Şuara 26/69-82), bazen görsel deliller isteme/hazırlama (Bakara 2/260; Enbiya 21/56-66), bazen duygulara hitap etme (Meryam 19/41-45), bazen de münazara ve cedel (Bakara 2/258) yöntemiyle, yani akla ve kalbe giden tüm yolları kullanarak yapmıştır. Kavramsal ifadelerle tekrar edecek olursak Hazreti İbrahim mantık kurallarını en saf ve yetkin haliyle kullanarak burhana/kesin bilgiye ulaşmış ve bu bilgiyi içinde yaşadığı halkına diyalektik ve retorik dille anlatmaya çalışmış fakat onlardan tutarsız, mantık ilkeleriyle çelişkili, tehditkâr ve kişiliğine saldıran safsata yöntemleri dışında bir karşılık görmemiştir. Nihayetinde de karşısında halkın alışkanlıklara sıkı sıkıya yapışan kör inadı ve yöneticilerin statü endişesinden doğan şiddet içerikli mukabelesini bulmuştur.
Bu uzun mücadelesinin sonunda kavmi onu ateşe atmış (Sokrat’ı da zehir içmeye mahkûm etmişlerdi), Rabbülalemin olan Yüce Allah, ateşe “serin ve selamet ol” buyurarak onu kurtarmış (Enbiya 21/69) ve o da yaşadığı şehri terk etmişti. Olayların bu aşamasını anlatan ayetler Hazreti İbrahim’in ahlakının nasıl bir yüceliğe ulaştığını gözler önüne serer. Bu aşamada kimseyle kavga etmeden, kimseye küsmeden, alınganlık ve kişiselleştirme gibi çocukça davranışlara girmeden kendi duruşunu açık ve net bir dille ifade ettiğini, babasına ve kavmine esenlik dileyerek, onlar için dua ederek oradan ayrıldığını görürüz. (Meryem 19/47-48; Şuara 26/75-89; Saffat 37/98-99)
Sonuç olarak, İbrahim Aleyhisselam’ın yaşadıkları, bana inançlarımı öncelikle kendime izah etmem ve kalbimi tam olarak yatıştırmak, yani sorularıma cevaplar bulmak için arayışı hiç bırakmamam, bunun yanında içinde bulunduğum toplumdaki yanlışlarla korkusuzca, yerine göre akla ve duygulara hitap ederek mücadele etmem ve bütün bu süreci son derece halim selim bir ahlakla yürütmem konusunda örneklik etmektedir. Bütün kapılar kapandığı zaman da küsmeden, incinmeden gitmeyi bilmenin nasıl bir erdem olduğunu göstermektedir.
Kendi açımdan bu tarihi örneklik benim yapmakta zorlandığım üç hususta yolumu aydınlatmakta ve ayaklarıma kuvvet vermekte: Öncelikle, Hazreti İbrahim alışkanlıkların zincirine bağlanmayı reddetmiş, konfor alanının dışına çıkmış ve hayatının başında tüm inançlarını sorgulayarak zihnini tam kapasiteyle çalıştırmış ve ulaştığı burhanı alışılagelmiş göreneklere kurban etmemiştir. Bu hem yüksek ve bağımsız düşünme gücüne hem de psikolojik açıdan tam bir yetişkin tavrına işaret eder. İkinci olarak, yakın ilişkilerin duygusal gücünün kendisini yanlışa sevk etmesine izin vermemiş, onlara saygısızlık etmeden kendi duruşunu onlardan ayırabilmiştir. Bunun nasıl güçlü bir kişiliğe ihtiyaç duyduğunu söylemeye bile gerek yok. Son olarak da uzun mücadele sürecinde her tür reaksiyoner tepkiden uzak durmuş, tüm tepkilerini ilkeleriyle ve yüce ahlakının gerektirdiği şekilde verebilmiştir. İşte bu üçünden, yani toplumun uyuşturan etkisinden, yakın ilişkilerin psikolojik baskısından ve nefsanî dürtülerin tazyikinden bağımsızlaşabilmek tam ve katıksız bir özgürlüktür. İnsanların çoğu bu özgürlüğü kutsarken ne yazık ki bunu değerleri önemsizleştirerek, inançsızlığı yücelterek, her türden sorumluluğu reddederek gerçekleştiriyor. İbrahim Aleyhisselam’ın yüceliği burada ki o tüm bunları başta saydığımız karakter özelliklerini bir denge içinde bir arada tutarak yapıyor. Hem güçlü hem yumuşak bir kalp, hem sorgulayan hem iman eden bir akıl, hem sevgiye hem de cesarete sahip bir karakter onunki.
Tevfik Uyar, Safsatalar adlı eserinde insanların çoğunluğa uyma isteğinin altındaki üç temel sebebi şöyle açıklar: Çoğunluğun davranışının doğru olduğu varsayımı, sosyal ilişkiler kurma ihtiyacı ve uyumlu bir görünüm sergileyerek kendi özgüvenini tamir etme amacı. İşte Hazreti İbrahim başta olmak üzere bütün peygamberler bu zihinsel, sosyal ve duygusal bağımlılıklardan özgürleşmiş; hakikat arayışı, bağ kurma ve güven ihtiyacı olarak özetleyebileceğimiz bu arayışlarını ilahi dergâha yüceltmeyi başarabilmişlerdir. Gerçek özgürlük budur.