Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Buruc: Sonsuzluk Göğüne Burç Diye Dik Şahitliklerimizi



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.

Yaktıkları ateşin üstüne oturuyorlar. Huzur köşelerinin temelinde dinamitler var. Başlarını koydukları yastık közden ve dumandan. Başka bir sebeple değil, sırf Sana inandıkları için müminler ateş altındalar, işkence görüyorlar, tuzaklara düşürülüyorlar.

Meğer ölmemiş Firavun. Dağılmamış Semud kavmi.

Müminler için ateşler yakılmakta hâlâ. Nefret okları hiç eksilmedi. Kan açlığı devam ediyor zalimlerin. Kin duvarları örüyorlar durmadan. İnanmış yüzlerdeki her yeni tebessümde kahroluyorlar. Haset içinde kıvranıyorlar.

Firavun diri. Semud kavmi iş başında.

Örgütlü güçlerle boğmak istiyorlar Söz’ün hatırını. Her bireyine büyüklük aşılanmış topluluklara ezdirmek istiyorlar gerçeği. Kavrulmuş bebek cesetleri bile yırtamıyor gözlerindeki perdeyi. Görüntü imparatoru olmuşlar. Algı operasyonlarıyla zevkleniyorlar. Boyuyorlar gözleri. Unutmuşlar göğüslerinde bir merhamet kâsesi taşıdıklarını. Anne ağlayışları da geri getiremiyor merhametlerini. İktidar üstüne iktidar kuruyorlar. Güç üstüne güç yığıyorlar. Alınlarına dokunan ölüm rüzgârlarını duymuyorlar.

Yaktıkları ateşin üstüne oturuyorlar. Huzur köşelerinin temelinde dinamitler var. Başlarını koydukları yastık közden ve dumandan. Başka bir sebeple değil, sırf Sana inandıkları için müminler ateş altındalar, işkence görüyorlar, tuzaklara düşürülüyorlar.

Oysa Sen Aziz’sin; bilmiyorlar. Hamîd’sin görmüyorlar. Firavun müsveddelerinin, Semud uzantılarının mümine saldırısı, Sana saldırısıdır. Senden alamadıkları intikamı bizden almaya çalışıyorlar. Sen Aziz’sin hiçbir saldırıdan yaralanmazsın, hiçbir hakaret, hiçbir tahkir Seni eksiltmez. Senin izzetinin nöbeti düşmüş bize ne güzel! Ne şeref ki bizi de aziz ediyor bu saldırılar. Canımızı yakıyorlar ama imanımızı yakamıyorlar. Evlerimizi yıkıyorlar; lâkin ümitlerimizden tek bir taş düşüremiyorlar. Şehirlerimizi bombalıyorlar ama kardeşliğimizi deviremiyorlar, birliğimizi parçalayamıyorlar. Bize cehennem ettiklerini sanıyorlar yeryüzünü; içten içe bayramlarımızı kıskanıyorlar. Güdümlü füzeleri var, atom bombası yetkisini ellerinde tutuyorlar, ne var ki, kendi öfke ateşlerinde önce kendileri infilak ediyorlar.

Biliyoruz ki imanımızdan ötürü baskıya uğramak, imanın bedelidir. Eminiz ki, Sana iman ediyoruz diye öldürülüyorsak, bu bize diriliştir. Şu cılız varlığımızı, Senin adına anıtlaştırma fırsatıdır. Şu çürüyecek gövdemizi Senin davanın meşalesi diye vaktin kalbine dikme vaktidir. İmanımızı ölümle sınamaya değer gördüğünü görürüz ve sadece hamd ederiz, seviniriz. Hiç eğilmeden, hiç itirazsız, İsmailce bir teslimiyetle takdirine boynumuzu veririz. İzzetimizle kalır, sadece Sana minnettar olur, teşekkür ederiz.

Firavun’un kibrini taşıyanlar şimdilerde yine ateş derdindeler. İki yüzlü incelikleri, sığ uygarlıkları örtmeye yetmiyor kalpsizliklerini. Arkaları sıra Semud kabalığı sürüklüyorlar. Devlet söylemlerine sığınmışlar, diplomatik nezaketleri maske diye giyinmişler. İçlerini oyaduran kahrolası hasetlerini, zoraki tebessümlerin ardına, hileli ateşkes çabalarının altına, kokuşmuş barış özlemlerinin dibine sığıştırmaya çalışıyorlar. Ne var ki, saklanmıyor ateşleri… Kılıfları yırtıyor alevli öfkeleri.

Acınacak haldeler! Yakarken yandıklarının farkında değiller. Öldürürken öldüklerini göremiyorlar. Can alırken, canlarından olduklarını bilmiyorlar. Ateş hendekleri hazırlıyorlar müminlere; kendi hendeklerini kazdıklarını göremiyorlar. Ağzına kadar doldurup tutuşturdukları o hendeklerden hiç ama hiç kaçamayacaklar!

Müminlere yaptıkları kendi başlarına geldi, gelecek. Fark etmiyorlar. Pişman olacak gibi değiller. Küçük bir vicdan azabı kıvılcımının bile kalplerine değmesine izin vermiyorlar. “Duman altı” olmuşlar; kendilerine gidecek yolu, yuvalarına varacak kapıyı bir türlü bulamıyor.

Şahit olsun ki şu gökyüzü burçları, ateşlerin sahibi Sensin. Kudret Senin. Takdir Senin. Senin Sözünün çerağıdır gökler. Hiç hesaba katmadıkları cephelerden çepeçevre kuşatmaktasın ateşlerine yaslanan zalimleri. Sessizce bekliyorsun sadece. Kaçacak yerleri yok ki! Kıskıvrak yakalamaya kadirsin elbet mücrimleri. Sen dilersen varları yok edersin, yoğu var edersin. Varlıklarını izin veriyorsan ateş ehlinin, elbet bir bildiğin var. İtiraz etmeyiz. Hemen ve hepten yok edebileceklerinin kendilerini hep var ve hep var olacak sanmalarına izin veriyorsan, elbet bir hikmeti var. Hemen göremeyiz.

Şahit olsun ki göklere diktiğin ateş burçları, şu küçücük arzda, kısacık hayatta, daracık hendeklerde yaktıkları ateşle büyüklenenlerin hesabı yanlış. Zalimler için vaad edilmiş o gün geldi, gelecek. Şahidiz biz, bizi şahitliğine çağırdığına. Bizi gördüğünü görüyoruz ey Rabbimiz. Bizim gördüğümüzü gördüğünü de görüyoruz.

Şahidimiz Sensin. Senin şahitliğine değiyoruz demek ki. Memnunuz. Şahitliğimiz Sanadır, Sana şahit diye yazılmamızı şerefimiz biliyoruz.

Şanlı şerefli hitabınla şeref bulduk. Tarifsiz bir hafızada koruma altına aldığın Sözüne tutuna tutuna ümitlendik.

 

Sonsuzluğun göğüne burç diye dik her birimizi.