Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

EBU'D-DERDÂ: Hesaptan Korkan Tâcir

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


İki kutuplu bir dünyası vardı Medine'ye gelinceye kadar Peygamber: Kâr ve zarar. Akıl atıyla koşturup dururdu bu iki kutup arasında süvari Ebu'd- Derdâ. Ticaretin bir hesap işi olduğunu bilir, bin kere düşünürdü bir adım atmadan önce. Medine Hz. Peygamberi deflerle karşıladığında bir adım gerisindeydi herkesin. Herkes Müslüman oldu, yalnız Ebu'd- Derdâ, erteledi bir sene yolculuğunu. Enine boyuna ölçtü alıştığı hayatla teklif edilen hayatı. Bir Müslüman arkadaş edindi: Abdullah bin Revâha. Hicretten bir sene sonra güneş saati hidayet anına ılık gölgesini düşürmeye hazırlanırken bakın ne oldu. Abdullah bin Revâha yanına Ebu Seleme'yi de alıp arkadaşı Ebu'd-Derdâ'nın taptığı putu o yokken kırdı. Ebu'd-Derdâ putu görünce o anı bekliyormuş gibi çattı mabuduna: "Yazık sana kendini savunamadın mı!" Sonra düştü yola Hz. Peygamber'i görmek için. Onun telaşla yürüdüğünü gören Abdullah bin Revaha: "Bizi arıyor olmalı!" dedi Hz. Peygamber'e. Allah'ın Elçisi şöyle buyurdu gülümseyerek: "Hayır Müslüman olmak için geliyor! Vaat etmişti Rabbim!"

"Günde üç yüz altın kazanmak artık sevindirmez beni. Ben ticaret ve alış - verişin, kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymadığı kimselerden olmak istiyorum!" diyerek, yeni bir güne başlamış, bütün kazancını Allah yolunda harcayacak olsa bile ticarete devam etmek istemediğini bildirmişti dostlarına.

Ensar'dan Müslüman olan son kişiydi Ebu'd-Derdâ. Fakat bu süre içerisinde öyle bir kâr zarar hesabı yapmıştı ki, dükkânını kapatan ilk kişi olmuştu Medine'de."Günde üç yüz altın kazanmak artık sevindirmez beni. Ben ticaret ve alış - verişin, kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymadığı kimselerden olmak istiyorum!" diyerek, yeni bir güne başlamış, bütün kazancını Allah yolunda harcayacak olsa bile ticarete devam etmek istemediğini bildirmişti dostlarına. "Bunun nesini istemiyorsun!" diye sormuşlardı hayretle de iki kelimeyle mühürlemişti dudaklarını: "Hesabının çokluğunu!"Ah Ebu'd- Derdâ! Nasıl da değişmişti ölçüleri! Bir zaman dünyaya dört elle sarılırken şimdi, " Dünyaya sarılanın dünyası yoktur!"diyordu. Günü zararla kapatmaktan yine korkuyordu. Fakat "Neden bildiklerinle amel etmedin?" sorusundandı korkusu.

Kur'ân'ı öğrendi ve öğretti. Çünkü, " En hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğreteninizdir!" demişti Hz. Peygamber. Mescidleri evi bildi. Çünkü,"Mescitler takva sahiplerinin evleridir," dediğini duymuştu O'nun. Küsleri barıştırmaya çalıştı. Çünkü Kâinatın Efendisi, "Size namazdan, oruçtan ve sadakadan faziletçe bir derece yüksek bir şey söyleyeyim mi?" diye sormuş, "Evet ya Rasûlallah!" cevabını aldıktan sonra, "İnsanların arasını bulup barıştırmaktır." buyurmuştu. Müslümanların geçtiği yollardaki taşları kenara çekti. Çünkü "Kim Müslümanların yolundan eziyet veren bir şeyi kaldırırsa Cenâb-ı Hak Ona katında bir sevap yazar. O'nun katında bir sevabı olan ise cennete girer," dediğini hatırlıyordu Nebî'nin. "Gelin ölmeden önce oruç tutalım!"dedi dostlarına. Çünkü "zırh" olduğunu öğrenmişti O'ndan orucun. İlim öğrenmeye çalıştı. Çünkü Allah'ın Sevgilisi'nin, "Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse Cenâb-ı Hak ona cennete doğru bir yol açar. Melekler, ilim peşinde koşanlardan hoşnut oldukları için kanatlarını onun altına gererler. İlim sahipleri için yerdekiler ve göktekiler mağfiret niyaz ederler. Denizin diplerindeki balıklar bile Ona dua ederler,"dediğini kulaklarıyla işitmişti. Gülümsedi hadis rivayet ederken hep. Çünkü Hz. Peygamberin gülümsediğini görmüştü her vakit konuşurken.

Hz. Peygamber, onun için "Bu ümmetin Bilgesi!" demişti, ne büyük müjde! Bu merhametli bilge, "İnsanlara, üzerlerine almak istemedikleri şeyleri yüklemeyiniz. Allah'tan önce siz hesaba çekmeyiniz onları!" diyerek, bir çıkış yolu açtı günahkarlara. Onlardan birini tartaklayıp lânet yağdıranlara dönüp: " Bu adamı bir kuyuya düşmüş bulsaydınız, çıkarmaz mıydınız?"diye sordu. "Evet," cevabını alınca, devam etti sözlerine: "Öyleyse kardeşinize hakaret ederek onu düşmüş olduğu günah çukuruna iyice itmeyin, çıkmasına yardımcı olun. Sizi böyle hallere düşürmeyen Allah'a şükredin. İlla kızacaksanız onun şahsına değil, günahına kızın!"

Ah Ebu'd-Derda! O deli gibi mal toplayanlara kızardı. Her vadiye mal yığanlara. "Bizim gideceğimiz bir yurdumuz var. Orası için biriktirmeliyiz!"derdi. Kızı Derdâ'yla evlenmek isteyen Yezid bin Muaviye'ymiş ne çıkar! O yoksul bir mümini tercih etmişti! Hz. Ömer Şam'a gittiğinde bir gece Ebu'd-Derdâ'nın ziyaretine gitmiş, evinin kapısında kilit olmadığını, üzerinde oturduğu bir keçe parçası ve yastık yerine kullandığı bir semerden başka bir eşyası bulunmadığını görüp sabaha kadar ağlamış, Ebu'd-Derda ise Ömer'e Hz. Peygamber'in şu sözünü hatırlatmıştı: " Dünya yurdunda eşyanız bir yolcunun azığı kadar olsun!" Ah Ebu'd-Derda, yeni binalar yapanları görmüştü de bir kere bakın nasıl seslenmişti onlara: " Ha bire dünyayı yeniliyorsunuz!"

O dünyayı değil, ruhunu yeniledi. Dünyayı değil, dünyayı yaratanı sevdi. Ve Hz. Peygamber'den öğrendiği şu duayı mırıldandı hep: "Allah'ım senin sevgini istiyorum! Seni seveni sevmek istiyorum!" Bu sevgiden ayrılmadı sağlığında ve hastalığında. Ah bir konuşma var ki ziyaretine gelenlerle arasında hastayken, asırlarca anlatıldı:

   _ Şikayetin nedir ey Ebu'd-Derda?

   _ Günahlarımdan şikayetçiyim.

   _ Canın bir şey istemiyor mu?

   _ Canım cenneti istiyor!

   _ Sana bir hekim çağıralım mı?

   _  Aslında beni yatağa düşüren hekimdir.