Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hanif Peygamber

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

"İbrahim bir Yahudi ve bir Hristiyan olmamıştır. Ve fakat O, bir Hanîf, bir müslümandı. Hiç kuşkusuz İbrahim'e insanların en yakın ve en lâyık olanı mutlaka O'na tabi olan/O'nun peşinden, izinden giden, O'nun dini üzere olanlarla şu Peygamberiniz/Muhammed ve O'na iman etmiş olanlardır. Ve Allah, mü'minlerin Velîsi/dostudur." (Al-u İmrân Sûresi, ayet, 67-68)

Ayetlerin nüzûl sebebinde Habeşistan'a hicret eden müslümanları geri istemek üzere oraya Mekke müşrikleri tarafından iki kişinin hediyelerle gönderilmeleri, bunların, Neçaşi'nin huzurunda Efendimiz 'in amcası oğlu Ca'fer ibn Ebî Talib ile münazaraları ve bu konuşmalar sonunda Necaşi'nin, kendisine sığınan o ilk müslümanları himayeye devam etmek üzere Mekke heyetini eli boş çevirmesi hadisesinin akabinde nazil olduğu anlatılır. Bu hadisede Necaşi'nin, Ca'fer ibn Ebî Talib ve arkadaşlarına "Hızbu İbrahim=Hz. İbrahim'in taraftarları!" şeklinde hitab ettiği de rivayet edilmektedir (Bedreddin Çetiner, Esbabu'n-Nuzûl, İstanbul, 2006, I,141-142) ki Necaşi'nin bu tavrı bu ayet-i kerimelerde bir manada onaylanmakta, doğruluğu bildirilmektedir.

Ebu'l-Enbiyâ=Peygamberler atası olan Hz. İbrahim'e birçok din saliki sahiplenmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Hz. Peygamber 'in kırkıncı göbekten atası olan Hz. İbrahim, sadece Efendimiz'in değil, birçok peygamberin neseb zincirinde yer almaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in, iman-küfür mücadelesini misallendirmede örnek olarak zikrettiği peygamberlerin birçoğu, İslam'ın zuhur ettiği Ortadoğu bölgesinde yaşamış olup izleri hâlâ taze ve canlı bulunmaktaydı. Hz. İbrahim'den başlayarak Ortadoğuda zuhur etmiş olan bu peygamberlerin getirip tebliğ etmiş oldukları Hak Din, ne kadar bozulmuş ve tahrife uğramış olursa olsun yine de Tevhid bazında ve bazı Hacc erkânında hayatiyyetini devam ettirmekteydi ve izleri İslam davetinin ilk muhatabları olan Araplar tarafından da görülmekte, bilinmekteydi.

Hz. İbrahim'den başlayarak Ortadoğuda zuhur etmiş olan bu peygamberlerin getirip tebliğ etmiş oldukları Hak Din, ne kadar bozulmuş ve tahrife uğramış olursa olsun yine de Tevhid bazında ve bazı Hacc erkânında hayatiyyetini devam ettirmekteydi ve izleri İslam davetinin ilk muhatabları olan Araplar tarafından da görülmekte, bilinmekteydi.

Hz. İbrahim, oğlu İsmail'e hısım olan Cürhümlüler vasıtasıyla şahsı itibariyle Araplar tarafından bilinmekte olduğu gibi O'nun Allah'tan getirip insanlara tebliğ etmiş olduğu Hak din İslam, Araplar arasında "Hanîf Dini" adıyla meşhur ve müntesipleri olan bir din olarak varlığını sürdürmekteydi. Arapların meşhur hatiplerinden, Hz. Peygamber'in, kendisine risalet verilmezden önce, Ukaz panayırında kızıl bir deve üzerinde meşhur hitabesini irad ederken bizzat dinlediği Kuss ibn Sâide gibi hanîfler sayesinde Hz. İbrahim'in Hak dini İslam, Kur'ân'ın ilk muhatabları olan müşrik Araplarca bilinmekte, tanınmakta ve hatta saygı görmekteydi.

Hz. İbrahim, oğlu İshak (as)'ın soyundan gelen Hz. Musa (as)'nın dini üzere olan Yahudilerce ve yine İsrail oğulları peygamberlerinden biri olan Hz. İsa (as)'nın dini üzere olan Hristiyanlarca da sahiplenilen bir peygamber olmakla bu üç grup tarafından da saygı duyulan, hatırası muhafaza edilen ulu'l-azm peygamberlerden biridir.

Bu ayet-i kerimeler, Hz. İbrahim'i sahiplenmek isteyen; bâtıl dinlerini hak din gibi göstermek üzere Hz. İbrahim'i kendilerinden, kendi peygamberlerinden ve kendi dinleri üzere olduğunu ilân etmeye kalkışan Arab müşriklerine, Yahudi ve Hristiyanlara bir cevap ve reddiyedir.

Tarihen de sabit olduğu üzere Hz. İbrahim, kendisini sahiplenmeye çalışan, dinlerini "İbrahim'in de kendi dinleri üzere olduğu" iddiası ile kuvvetlendirmeye çalışan bu grupların hepsinden önce olmasıyla ve bu ayet-i kerimelerde de açıkça belirtildiği üzere "Muvahhid bir müslüman olması" ile "Yahudi veya hristiyan veya müşrik değildi." Bu üç grubun iddiaları tamamen temelsiz, delilsiz ispatsız olduğu gibi bir bühtandan ve bu büyük peygambere iftiradan başka bir şey değildir.

Şayet bu gruplar, İbrahim'e gerçekten dost ve gerçekten O'na tabi olsalar O'nun bütün peygamberlerde olduğu gibi Allah'tan getirip tebliğ etmiş olduğu Hak Din İslam üzere olmaları gerekirdi ki O'nun da aslı Tevhid'dir, Allah'ı birlemedir, O'ndan başka hak ma'bûd tanımamadır, diğer bütün bâtıl inançları terkedip bir olan Allah'a imana meyletmek ve bu imanda sebat etmektir.

"Dosdoğru olmak, batıldan ve eğri büğrü yollardan yüz çevirip Hakka meyletmek, Hakk üzere sabit kadem olmak" anlamlarına kullanılan "Hanf" ve "Hanef" kökünden sıfat-ı müşebbehe/mübalağalı sıfat olan Hanîf de böylece batıldan Hak'ka meyleden; Allah'tan başkasına iman ve teslimiyetten uzaklaşıp bir ve yegane ilah olan Allah'a teslimiyette sebat eden anlamına Hz. İbrahim ve ona tabi olanların sıfatıdır. Allah Teala, peygamberi Hz. İbrahim'i Kur'ân-ı Kerîm'de diğer övgü sıfatları yanında ve hepsinden önemli olarak bu sıfatla, "Hanîf olmak"la nitelemiştir.

Hz. İbrahim, oğlu İshak (as)'ın soyundan gelen Hz. Musa (as)'nın dini üzere olan Yahudilerce ve yine İsrail oğulları peygamberlerinden biri olan Hz. İsa (as)'nın dini üzere olan Hristiyanlarca da sahiplenilen bir peygamber olmakla bu üç grup tarafından da saygı duyulan, hatırası muhafaza edilen ulu'l-azm peygamberlerden biridir.

Kur'ân-ı Kerîm bu sıfatı ilk olarak Hz. İbrahim (as) hakkında kullandığı için ona tabi olanlar da bu sıfatla anılmışlar ve anılacaklardır. Nitekim Hz. Peygamber'e peygamberlik verildiğinde yukarda da işaret olunduğu üzere cahiliye arapları arasında -Hz. İbrahim dini tahrife uğramış, çoğu emir ve yasakları unutulmuş olmakla birlikte Kâbe ile ilgili bazı talimatları, erkek çocukların sünnet edilmeleri, kadınların örtünmeleri gibi bazı unsurları hâlâ cari ve uygulanmakta idi- hanîfler bulunmaktaydı.

Hz. Muhammed (sav) de işte bu haniflerden idi. O'nun, peygamber olmazdan önce de putlara taptığını, Allah'a şirk koştuğunu gören, bilen veya duyan olmamıştır. O, bi'setten önce de, sonra da asla Allah'tan başka bir ilaha kulluk etmemiş, tapınmamış; daima bir ve yegane olan Allah'a kulluk etmiştir.

O'nun Hanîf olması, hem putlara tapan, hem de İbrahim'in dini üzere olduğunu sanan .cahiliye arapları gibi asılsız bir iddiadan ibaret değildir. O'nun, peygamberlikten önce de çevresinde "Muhammedu'l-Emîn" olarak tanınması boşuna değildir. Bir Hak dinin getirip insanlara öğrettiği bütün faziletlere sahip; münker olarak tanıttığı bütün rezilliklerden ve pisliklerden uzak; çevresindekilerin hakkıyla güvenini kazanmış "Sâlih, doğru, güvenilir" bir insandır.

İşte bu ve benzeri vasıflarıyla O, Hz. İbrahim'e yukarda anılan diyanet gruplarının hepsinden daha yakın, daha layık ve "İbrahimî Din" üzere olmaya en çok hak kazanandır ve hatta o çağda ve sonrasında bunu en çok hak edendir. Bu yüzden ayet-i kerimede Hz. İbrahim (as)'e en yakın olanlar sayılırken "O'nun hayatında O'na tâbi olan ümmeti"nden hemen sonra "Bu Peygamber" ile işaret olunan Hz. Muhammed (sav) zikredilmiş; onun peşinden de Hz. İbrahim'in ve Hz. Muhammed (sav)'in getirmiş olduğu Hak Din'e ve onun Allah'ına iman etmiş olanlar getirilmiştir. Neseb âlimlerinin tesbitlerine göre zaten Hz. Peygamber (sa), sadece Hanîf olmakla değil Hz. İbrahim'in kırkıncı göbekten torunu olmakla da O'na yakındır, O'ndan ve O'nun soyundandır.

Dolayısıyla Hz. Muhammed (sav), Allah'ın Hak peygamberidir. Peygamber olarak görevlendirildikten sonra elbette ilk mü'mini kendisidir ve kendisini peygamber kılan Allah'a iman ve kulluk etmiştir. Bunun yanında kendisine peygamberlik verilmezden önce de "O bir Hanîf'tir, bir Müslüman'dır." Hanîf bir müslümanın selîm tabiatı hangi ma'rûfu kabul ediyorsa onu alan, hangi münkeri kerîh görüyorsa ondan uzak yaşayan bir kuldur.

Hz. Muhammed (sav), Allah'ın Hak peygamberidir. Peygamber olarak görevlendirildikten sonra elbette ilk mü'mini kendisidir ve kendisini peygamber kılan Allah'a iman ve kulluk etmiştir. Bunun yanında kendisine peygamberlik verilmezden önce de "O bir Hanîf'tir, bir Müslüman'dır." Hanîf bir müslümanın selîm tabiatı hangi ma'rûfu kabul ediyorsa onu alan, hangi münkeri kerîh görüyorsa ondan uzak yaşayan bir kuldur.

Ayet-i kerime "Ve fakat O, bir Hanîf, bir müslümandı " ifadesiyle aynı zamanda Hz. İbrahim (as)'e aidiyyet, velâyet, tebeiyyet ve kurbiyyette bir sınır koymaktadır. Her kim Hz. İbrahim'e tabi, O'na mensup olduğunu iddia ediyorsa o:

a)Bütün bâtıl din ve inançlardan, eğri büğrü yollardan ve şirkten uzaklaşıp Bir tek Allah'a imana meyletmiş olmalıdır,

b)O bir tek Allah'a ve O'nun gönderdiği Hakk şeriata tabi olmalıdır.

c)O Hak şeriat üzere sabit kadem olmalıdır.

d)Dininde ve dünyasında; ruhen ve bedenen, bütün varlığıyla Allah'a teslim olmuş gerçek müslüman olmalıdır.

Bu ölçüler, Hz. İbrahim (as)'e mensubiyette zamanlar üstü evrensel ölçülerdir. Hz. Muhammed (sav)'in asr-ı saadetindekiler için olduğu kadar günümüzdeki ehl-i diyânât hakkında da geçerli ölçülerdir.

Dolayısıyla Ziya Paşa'nın da dediği gibi:

Ayînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Görünür rütbe-i aklı kişinin eserinde

Binaenaleyh bugün de, gelecekte de "İbrâhimî dinler" yoktur, bir tek "İbrâhimî din" vardır ve o, sadece ve sadece Hz. Muhammed (sav)'in Rabb'inden alıp getirmiş olduğu Hak din İslam'dır. Kur'ân-ı Kerîm'in, "Hanîf dini" diye vasfettiği din de işte ancak budur.

Bu ölçülere bugün için "Şu Peygamberiniz" Muhammed (sav)'e ümmet olanlar dışında uyan başka bir diyanet ehli var mıdır?! Heyhât!

Son söz: Bugün de "İbrâhimî din" üzere olduğunu söyleyen ya da iddia edenin herşeyden önce Hz. Muhammed (sav)'e tabi olması; O'nun getirdiği Tevhid Akîdesi'ni gönülden benimsemesi; Yahudilerin Allah'a iftiralarından, Hristiyanların Allah'ı üçlemesinden/teslisten uzaklaşması, teberrî etmesi, kelime-i şehadet getirip "Muvahhid bir Müslüman" olması gerekir ki iddiası tasdik edilebilsin, sözü doğru kabul edilip kendisine "Hanîf ve Müslüman" denilsin.