Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Medine'de Buhran

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Ebû Zer, Medine'den ayrılıyor. Bir daha geri dönmemecesine. Halife tarafından paylanmış olan Ebû Zer, buruk ve küskün; ama başı dik olarak ayrılıyor Medine'den.

Kabilesinin yarısının sayesinde iman ettiği Ebû Zer, sözünü ve yaşamını doğrulukta kenetlemiş özü-sözü bir, istikamet ehli cesur bir inanan. Kendisi de biliyor, kimi zaman eleştirilerinde pek sert bir üslup kullandığını. Zaten bu üslubu yüzünden şikayet ediliyor Halife'ye de Şam valisi Muaviye tarafından. Halkı iktidara karşı kışkırttığı iddia ediliyor; hatta kimi tarih kaynaklarında fitnenin başı olarak tarif edilen Abdullah b. Sebe'nin etkisinde kaldığından söz ediliyor.

Sert üslubu, esasında onun İslâm'ın prensiplerine sıkı sıkıya sarılmış yalın dünya görüşünden kaynaklanıyor. Üslubundan ziyade eleştirilerinin içeriğinin önemli olduğunu vurguluyor yeniden, kendisini sorgulayan Halife'ye.

Ebû Zer, fitnenin eleştirdiği hususlar sebebiyle patlak vereceğinden endişeli. Bu yüzden eleştirilerine kulak verilmiyor olmasına kızgın.

Halife ise, eleştirilerin fitneye sebep olacağından korkuyor. Bu yüzden o da, sert bir üslupla eleştirenlere kızgın.

Ebû Zer, Medine'den ayrılıyor. Ama Şam'a da geri dönmüyor, dönemiyor. Medine yakınlarında küçük bir köy olan Rebeze'ye yerleşiyor; bir rivayete göre buraya gitmesi Halife tarafından isteniyor.

Hüzünle Hz. Osman'ın halife seçildiği günü hatırlıyor Ebû Zer.

Özellikle de ilk hutbesini Halife'nin:

"Ey müslümanlar! Şunu iyi bilin ki, dünyanın mayası aldatıcılıktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın, Allah'a karşı mağrur olmayın, gelip gidenlerden ibret alın. Başı boş vurdumduymaz olmayın; uyanık olun. Allah gafil değildir. O, dünyayı seven, ona bağlanıp da her yerde hanlar, saraylar yaptıran bizden önceki insanlar şimdi nerede? Uzun süre saltanat süren dünya hanedanları neredeler şimdi? Dünya onlara vefasızlık etmedi mi? Bari bunlardan ders alın da Allah'ın hakir gördüğü dünyayı, siz de olduğundan çok büyütmeyin. Ahirete, ezelî yurdunuz olan ahirete hazırlık yapın."

Hz. Ömer'in iktidarı devraldığı gün müslümanlara hitaben yaptığı konuşmadan o kadar farklı bir hutbe ki bu. Bir idarecinin değil, doğru yola davet eden bir müttakinin konuşması sanki. Takva ve kanaat odaklı bu üslup değil miydi zaten Ebû Zer'i de fetheden ve Hz. Osman'a ilk biat edenler arasına koyan.

Nitekim İslâm orduları da Hz. Osman iktidarının ilk yıllarında coşmamış mıydı? O coşkuyu çok iyi biliyordu Ebû Zer. Zira kendisi de kılıç kuşanmış; cihada koşmuştu yeni fethedilecek bölgelere. İslam orduları İran topraklarında ilerlemeye devam etmiş; bir kısmı Bahreyn üzerinden olmak üzere deniz yoluyla da sürdürülen akınlar sonucunda Esterabad, Hemedan ve Kirman alınarak İran büyük ölçüde fethedilmişti. Fethedilen bu bölgelerde zaman zaman patlak veren isyanlar, Sasanilerin son hükümdarı III. Yezdicerd'in öldürülmesi ile susmuş; bu coğrafya Horasan içlerine kadar artık geri dönülmez bir şekilde İslâm dünyasının olmuştu. Kuzeyde Gürcistan, Dağıstan, Ermenistan ve Azerbaycan istikametinde ilerleyen müslümanlar, Afrika'da da bir yandan güneye Sudan'ın içlerine kadar inerken, diğer yandan da Libya ve Tunus'u fethederek Kuzey Afrika'dan Avrupa'ya geçiş için hazırlanmışlardır.

O tarihe kadar denize açılmamış olan İslâm orduları, ilk kez Hz. Osman zamanında Şam valisi Muaviye'nin çabalarıyla bir donanma vücuda getirmiştir. Müslümanlar kısa sürede sadece sefer ve çıkarma gibi askerî ihtiyaçlar için gereken tecrübeyi kazanmakla kalmamışlar; aynı zamanda deniz üzerinde savaşacak kadar denizcilik becerisi de elde etmişlerdir. Öyle ki bu taze İslâm donanması sayesinde Hz. Osman döneminde Kıbrıs fethedilmiş; Akdeniz'in en güçlü filosuna sahip Bizans, yüzlerce geminin katıldığı Zâtü's-savârî savaşında bozguna uğratılmıştır.

Coğrafî anlamda büyük bir genişlemenin yaşandığı Hz. Osman iktidarının ilk yıllarında idareden hoşnut toplumsal zümrelerle karşılaşmaktayız. Onların iktidara duydukları bu yakınlıkta, Kureyş'in önde gelenlerine Medine dışına çıkma yasağı getiren, valiler ve diğer idarî amirler üzerinde daimi bir murakabe tesis etmiş olan Hz. Ömer'in kimi zaman katı ve sert bir adalet anlayışı ile ördüğü otoriter iktidar yıllarının ardından Hz. Osman'la yaşanan yumuşak ve hoşgörülü politikaların kısa süre içinde geniş kitleler üzerinde oluşturduğu memnuniyetin büyük rolü olmuştur.


Yaşı giderek ilerleyen Hz. Osman'ın belki de en büyük şanssızlığı, böyle bir siyasî dehanın halefi olmasıydı. Zira hızlı ve refaha rağmen sancılı bir toplumsal dönüşümün yaşandığı söz konusu dönem, idarî bir zaafı ve siyasî bir boşluğu kaldıracak durumda değildi.

Ancak bu memnuniyet çok sürmemiş; bir taraftan hızlı coğrafi genişleme, bir taraftan da artan refah ile uygulanan serbestiyet, Hz. Osman iktidarının sonraki yıllarında ciddi toplumsal meselelerin doğmasına zemin hazırlamıştır. Öyle ki iletişim ve ulaşım imkanlarının kısıtlı olduğu bir dönemde böylesine geniş bir coğrafyaya yayılmış olan İslâm devleti içinde tesis edilen birliğin devamı, olağanüstü bir güç gerektirmekteydi. Ancak bu genç devlet, söz konusu coğrafyayı yönetecek ne ciddi bir devlet tecrübesine, ne de oturmuş kurumlara sahipti. Bu şartlar altında iktidarı omuzlanan yöneticinin denetim ve idaredeki etkinliği büyük bir önemi haizdi. Bunu büyük bir maharetle gerçekleştirmiş olan Hz. Ömer'in tesis ettiği adil ve mahir yönetimin devamı, ciddi bir ustalık istiyordu.

Yaşı giderek ilerleyen Hz. Osman'ın belki de en büyük şanssızlığı, böyle bir siyasî dehanın halefi olmasıydı. Zira hızlı ve refaha rağmen sancılı bir toplumsal dönüşümün yaşandığı söz konusu dönem, idarî bir zaafı ve siyasî bir boşluğu kaldıracak durumda değildi. Nitekim Hz. Osman da, önemli bir kısmı Hz. Ömer zamanında da devlet kademesinde çalışmış olan ve İslâm öncesi dönemden itibaren Mekke'nin idarî ve siyasî yönetiminde belli bir tecrübe kazanmış olan mensubu olduğu Ümeyyeoğullarına dayanmak ve güvenmek durumunda kalıyor; onların görüşlerine, idareciliklerine fazlaca itimat ediyor; önemli mevkilere biraz da yine etrafındaki akrabalarının ısrarlarıyla kendi yakınlarını atıyordu. Halife'nin etrafına adeta etten bir duvar ören bu idarî kadro, gerek Medine, gerekse eyaletlerde yaşanan her gelişme ve haberi halifeye belli bir süzgeçten geçirerek veriyordu. Büyük bir hassasiyetle ele alınması gereken acil bir çok mesele, çoğu zaman halifeye ulaşamıyordu bile. Bir ailenin inhisarı altına aldığı iktidar, idarecilerin yaşamlarına sirayet eden şatafat ve yolsuzluklarla giderek daha yoğun bir eleştirinin odağı oluyor ve Peygamber şehrinde bir buhranın doğmasına yol açıyordu.

Halife ile yüz yüze görüşebilen sahabenin önde gelenleri, gidişattan ve eyaletlerde görev yapan idarî amirlerden şikayet ettiklerinde, Hz. Osman'ın söz konusu valilerin selefi döneminde atandığı yönünde bir cevapla karşılaşıyorlardı. Nitekim kaynaklarda Hz. Ali'nin bu cevaba karşılık Halife'ye, "Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun," dediği rivayet edilmektedir.

Halife'ye başka eleştiriler de yapılsa da, temel meselenin idare tarzından kaynaklandığı ortadaydı. Nitekim Hz. Ali, Hz. Aişe ve Ebû Zer gibi sahabe, farklı üsluplarıyla esas olarak bu temel mesele üzerinde yoğunlaşarak tavırlarını net bir şekilde ortaya koymuşlar ve her fırsatta Hz. Osman'ı doğru bildikleri yola davet etmişlerdi.

Hz. Peygamber'in "Gökkubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer'den daha doğru sözlü kimse yoktur" iltifatına mazhar olan Ebû Zer, bu düşüncelerle Rebeze'ye doğru yol alırken ve hem Halife'yi, hem de İslâm toplumunu dertleriyle baş başa bırakıp inzivaya çekilirken, müslümanın müslüman kanı döktüğü gerçek fitnenin bir kaç yıl içinde, hatta kendisinin vefatından kısa bir süre sonra patlak vereceğini bilemezdi elbette. Bilse, geri döner miydi acaba?