Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Metin Karabaşoğlu: "Yeni Bir Siyer Üslûbuna İhtiyacımız Var"

27 Nisan 2015 Pazartesi Sonpeygamber.info / Röportajlar


Yazar ve araştırmacı Metin Karabaşoğlu, özellikle “Peygamber’in Bir Günü” isimli kitabıyla mikro siyer anlatılarına katkı sağlayan isimlerden biri olarak dikkat çekiyor. Yayıncılık alanında da tecrübeli bir isim olan Karabaşoğlu ile klasik siyer yazıcılığının sorunları ve modern iletişim araçlarının bu alandaki kullanım imkânları üzerine ilgi çekici bir sohbet gerçekleştirdik.

“Hz. Muhammed (sav)’in Hayatı” başlığı üzerine Türkçe’de bir tarama yapacak olsak, şu an ulaşılabilir durumda yüzlerce kitaba, belki bine yakın kitaba rastlamak mümkün. Bana göre bir o kadar daha, hatta daha da fazlası yazılmalı. Efendimiz’in hayatı rahmete’l-lil-âlemin olarak çok bereketli bir hayat. Her karesinde müminler için, ümmet için, birer fert olarak hepimiz için çok önemli dersler var. Dolayısıyla o bereketli hayattan yeni yeni anlatıların, derslerin, siyer çalışmalarının doğmasından daha doğal bir şey olamaz.

Klasik siyer yazıcılığında yüzde 80-90 itibariyle her şeyin yazıldığı, Peygamber Efendimiz’in hayatına dair neredeyse söylenmemiş hiçbir şeyin kalmadığı konuşuluyor. Fakat bu çalışmalar hâlâ yoğun bir şekilde devam ediyor. Bunun sebeplerine dair düşünceleriniz nelerdir? Bugün niye hâlâ siyer yazılıyor? 

En başta, her şeye rağmen böyle bir talep olması söz konusu. Mevcutlar içinde tekrar bir çalışma ihtiyacı; belki belli açılardan, belli bir üslupla yeniden ele alma ihtiyacı hissediyor siyer yazanlar. Veyahut bir mümin olarak kendi diliyle ayrıca yazabilmek istiyor. Bunun ciddi bir motivasyon unsuru olduğunu düşünüyorum. Bir mümin olarak Hz. Peygamber hakkında, O’nun yaşadığı zaman hakkında yazabilmenin çok teşvik edici bir tarafı var. Başlı başına bu bile yeni siyerlerin yazılmaya devam ediliyor olmasını açıklayabilir. Mamafih ağırlıklı olarak, yazılmış yeni siyerlerin büyük kısmında daha önce zaten var olan bilgilerin belki biraz üslup değişikliğiyle tekrarı mevzubahis. Hadiseye insani ve pozitif açıdan baktığımda ulaştığım sonuç bu. Pozitif olamayacağım diğer konu da sektör ve piyasa kelimeleri etrafında görebileceğimiz bir durum. Türkiye’de siyere, Efendimiz’in anlatılmasına dönük bir ilgi giderek gelişiyor ve bunun da tabiri caizse bir pazar karşılığı var. Bu noktada da Müslüman camianın farklı gruplara bölünmüş olduklarını görüyoruz. Bu grupların varlığını ben anlamlı buluyorum, bir hizmet görmek ve diğerine düşman olmamak kaydıyla hepsinin varlığını değerli görüyorum. Ancak bu durum bir yandan da ihtisaslaşma içermeyen bir gruplaşmaya sebep oluyor. Belli aidiyetler içeren çok farklı yayınevleri ve her yayınevinin “başkasından almana gerek yok, bizim de bir siyerimiz var” dediği bir ortam doğuyor.

Yazar ve yayınevlerindeki çeşitlilikle doğru orantılı ilerlemeyen üslup sorunlarını aşmak, siyeri farklı biçimlerde ele almak nasıl mümkün kılınabilir?

Siyer söz konusu olunca hâlâ daha yapılacak çok çalışma var. “Hz. Muhammed (sav)’in Hayatı” başlığı üzerine Türkçe’de bir tarama yapacak olsak, şu an ulaşılabilir durumda yüzlerce kitaba, belki bine yakın kitaba rastlamak mümkün. Bana göre bir o kadar daha, hatta daha da fazlası yazılmalı. Efendimiz’in hayatı rahmete’l-lil-âlemin olarak çok bereketli bir hayat. Her karesinde müminler için, ümmet için, birer fert olarak hepimiz için çok önemli dersler var. Dolayısıyla o bereketli hayattan yeni yeni anlatıların, derslerin, siyer çalışmalarının doğmasından daha doğal bir şey olamaz. Son tahlilde baktığımızda İbni İshak’tan İbni Hişam’a kadar uzanan, ondan sonra farklı şekillerde ama neticede o kalıbın tekrarı mahiyetini taşıyan, İslam’dan önce Arabistan’ın durumu, Peygamber’in soy kütüğünün Hz. İbrahim’e kadar nasıl dayandığı, doğumuna yakın hadiseler ve doğumu diye başlayıp vefatına kadar uzanan anlatının tekrarı olmamalı bu yeni çalışmalar. Mikro siyer diyebileceğimiz bu çalışmaların (ve çok daha fazlalarının) yapılması gerektiğini düşüyorum.

“Mikro siyer” tabirini biraz açar mısınız?

Mesela Osmanlı tarihi söz konusu olduğunda devlet, sultanlar üzerinden bir anlatı tercih ediliyor; insan üzerinden, o şartlarda yaşayan herhangi bir insan açısından yaşanan zaman ne ifade ediyordu, böyle bir çalışma görmüyoruz. Mesela, 16. yüzyılı Kanuni’den ziyade, Üsküdar’da yaşamış ve kardeş katlini içine sindiremeyen, ehl-i tarik ve ehl-i medrese bir esnafın gözüyle okuyabilmeyi de isterim. Aynı şekilde siyer çalışmalarında da Efendimiz’in hayatı mesela bir sahabe üzerinden anlatılabilir. Zeyd b. Sabit üzerine, tercüme olarak böyle bir çalışma yayımlandı. Zeyd b. Sabit üzerine yazıldı diye artık onun üzerinden böyle bir siyer anlatısı yapılamaz demiyorum. Hatta doğrudan Zeyd b. Sabit üzerinden belki defalarca yapılabilir, çünkü mevcut çalışmanın gördüğü bir tarafı vardır, göremediği bir tarafı vardır, farklı bir açıdan daha farklı dersler çıkarılabilir. Bu şekilde Peygamber aleyhisselatü vesselam’ın ve O’nun risalet sürecinde Kur’ân’ın insanların dünyasını nasıl inşa ettiğini çok daha güçlü bir şekilde verebiliriz. Peygamber aleyhisselatü vesselam’a tabiiyetle, iman etmekle ve kendi hayatımız için O’nu en güzel örnek alabilmekle yükümlü olduğumuza göre Kur’ân’la ve sünnetle kendi hayatımızı nasıl yeniden Müslümanca inşa edebiliriz, nasıl sahabe duruşunu, sahabe ahlakını, imanını şu şartlarda yaşayabiliriz gibi soruların cevaplarını, sahabilerin hayatları üzerinden bir siyer anlatısıyla daha başarılı bir şekilde verebiliriz diye düşünüyorum. Öyle ki belki bu süreçte şu bile yapılabilir: Mümkün olsa, birileri cesaret etse de Efendimiz’in hayatı Ebû Cehil’in gözüyle anlatılsa. Çünkü o dönemde zamanın firavunu olarak Ebû Cehil vardı, bu zamanların da kendi firavunları var. Bu zamanın firavunlarının İslam’ı, Peygamber aleyhisselatü vesselam’ı ve müminleri nasıl algıladığını anlamak için Ebû Cehil’in nasıl algıladığı bize ipucu verebilir.

Hadis kitaplarında bilgisi olduğu halde, Ashab-ı Suffa anlatılırken Suffeti’n-Nisa’dan bahsedilmiyor. Hâlbuki hadiste bunun net bir bilgisi var. Mescidin temizliği ile ilgilenen siyahi bir kadından söz ediliyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam onu göremeyince soruyor, vefat ettiğini ve defnedildiğini söylüyorlar. Efendimiz de kendisine haber verilmediği için gönül koyuyor. Bu hadisin içeriğinden orada kadınlar için ayrılmış bir suffa olduğunu, Efendimiz’in de belli bir vakitte, yanılmıyorsam Perşembe günleri hanımlara hususi ders verdiğini öğreniyoruz. Ama yüzlerce siyer kitabını ortaya koyalım, Suffeti’n-Nisa’ya dair bir cümleyle karşılaşmamız sanırım mümkün olmaz. Böyle bir problem var. Demek ki var olan ve var olduğu halde keşfedilmeyi bekleyen daha çok şey var.

Bu bakış açısı klasik siyer eserlerinde yer almıyor mu?

Türkçe’de yüzlerce, Arapça’da da binleri bulan siyerden söz ediyoruz ancak malzemenin büyük oranda aynı olduğunu söyleyebiliriz. Hepsi de okunuyor ve bir hizmet görüyor. Bununla birlikte, hadis kitaplarında bilgisi olduğu halde, Ashab-ı Suffa anlatılırken Suffeti’n-Nisa’dan bahsedilmiyor. Hâlbuki hadiste bunun net bir bilgisi var. Mescidin temizliği ile ilgilenen siyahi bir kadından söz ediliyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam onu göremeyince soruyor, vefat ettiğini ve defnedildiğini söylüyorlar. Efendimiz de kendisine haber verilmediği için gönül koyuyor. Bu hadisin içeriğinden orada kadınlar için ayrılmış bir suffa olduğunu, Efendimiz’in de belli bir vakitte, yanılmıyorsam Perşembe günleri hanımlara hususi ders verdiğini öğreniyoruz. Ama yüzlerce siyer kitabını ortaya koyalım, Suffeti’n-Nisa’ya dair bir cümleyle karşılaşmamız sanırım mümkün olmaz. Böyle bir problem var. Demek ki var olan ve var olduğu halde keşfedilmeyi bekleyen daha çok şey var.

Bu yönde bir bakış açısının siyer çalışmalarına başka ne yönde katkıları olabilir?

Örneğin savaş odaklı bir anlatıdan öte, Kur’ân’la hayatın inşası, ilmin ve Marifetullah’ın inşası eşit derecede devrede olabilse, mesela Abdullah b. Abbas üzerinden, bir âlim olarak sahabi portresi veya bu isimlerin bir büyük âlime, müçtehide dönüşmeleri, onların Kur’ân’la ve Efendimiz aleyhisselatü vesselam’la temaslarına dair bir şey sunulabilir. Mevcut siyer anlatısında bunu göremiyoruz. Belki dipnot olarak, ara unsur olarak varlar ama vurgulu olarak öne çıkmıyorlar. Zeyd b. Sabit’in Bedir’e katılmasına yaşı müsait görülmediğinden izin verilmiyor mesela. Bunun arkasındaki hikmet, o geniş siyer anlatısı içerisinde yer bulabilseydi biz Çanakkale’de 15’liler üzerine türkü yazmazdık. Bir kuşak, “ölmeyi emrediyorum” diye yüceltilen söylemle ölüme gönderilmezdi. Müslüman kesimde Ömer Seyfettin’vari anlatımlar, çocuk mücahitler vs. görmezdik. Peygamber Efendimiz döneminde böyle bir şey yok, çocuk savaşçı yok. İzin verilmiyor çünkü. Bu kadar siyerin içerisinde hâlâ anlatılmayan, dolayısıyla irdelenip vurgulanması gereken neler var görülebilsin diye söylüyorum bunu.

Belki de sadece tarihsel bir doküman olarak bakıyoruz siyere, herhalde bu yüzden o detaylar atlanıyor. Çünkü diğer türlü Allah Rasûlü (sav)’nün tercih ettikleri gibi etmedikleri de bir terbiye yöntemi…

Kesinlikle. Bu gibi küçük ama önemli detaylar atlanıyor. Misal, otuz sureyi ezbere bilen Zeyd b. Sabit’in Efendimiz’e takdimi esnasında ezberindeki surelerden birini okuması istenince Kaf Suresi’ni tercih etmesinin nedeni neydi? Zeyd’in hayatı, Evs ve Hazrec arasındaki anlamsız bir asabiyet savaşında babasının ölmesi, Mekke’yle birlikte Medine’ye de hâkim olan şirk itikadı çerçevesinde ahiretsiz bir hayat tasavvuru içerisinde büyümesi, 11 yaşındayken Medine’ye gelen Peygamber elçisi Musab b. Umeyr tarafından vahyin davetine muhatap kılınışı… Kelime-i şehadet, onun ötesinde ahiret, haşir, onun diliyle bunlara muhatap kılınışı, babasız büyümüş ve babasına kavuşma ümidi olmayan bir çocuğun dünyasının öldükten sonra dirilişin, ahiretin haberini veren bir sureyle yeniden inşa oluşu… Bu şekilde bakabildiğimizde niye özellikle Kaf Suresi’ni okuduğunu anlayabiliyoruz. Ve yine bu şekilde bakabildiğimizde bir surenin Zeyd’in dünyasını nasıl inşa etti öğrenebiliyoruz. Bunların keşfi gerekiyor. Siyer anlatısının bu yöne doğru yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Mikro siyer çalışmaları belli bir âna odaklanma itibariyle veya bir kişi üzerinden anlatıya odaklanmayla bu imkânı verirler diye ümit ediyorum. Bana göre bu anlamda yarının siyer anlatısını mikro siyer çalışmaları inşa edecektir.

Siyer dediğimizde büyük oranda yazılı metinlerden bahsediyoruz. Elimizde sinema, tiyatro ya da internet  gibi çok fazla imkân olmasına rağmen bunların pek kullanılmadığını görüyoruz. Bu çerçevede, modern iletişim araçlarının kullanımına nasıl bakıyorsunuz?

Kesinlikle ve etkin biçimde kullanılmaları gerekiyor. Ama kırmızı çizgilerimize riayet edilmesi kaydıyla. Mesela bir Hollywood aktörü bugün bir soyguncuyu oynar, yarın Hz. Musa olur, ertesi gün Hz. Nuh olur. Biz böyle bir şeye asla razı olamayız. Hassasiyetlerimizin korunması gerekir. Bu hassasiyet gözetilerek görsel üzerinden de sözlü olarak da siyer dili, üslubu, anlatısı üretilmesi hem mümkün hem de gereklidir. Şu mazeret değil, “Ama sinema böyle oluyor”. Hayır, sinema böyle olmak zorunda değil. İslam’ın heykele karşı da bir hassasiyeti vardı, ama bu bir dezavantaj oluşturmadı. İslam sanatında hat veya mimarinin bu kadar güçlü olmasının bir sebebi de orada doğrudan olduğu gibi taş, ağaç üzerinden suret biçimlendirmeme noktasındaki hassasiyetti. Bu daha somut ve daha derin bir sanat üretme imkânını sundu. Aynı şekilde resimdeki hassasiyet, minyatür gibi farklı bir resim üslubunun ortaya çıkmasını sağladı. Biz Hollywood’u kendimize eksen alıp, Hollywood’vari siyer anlatıları üretmek zorunda değiliz. Siyer anlatısında Müslümanca bir dil bulunabilir ve bulunmalı diye düşünüyorum.

Zeyd b. Sabit’in Bedir’e katılmasına yaşı müsait görülmediğinden izin verilmiyor mesela. Bunun arkasındaki hikmet, o geniş siyer anlatısı içerisinde yer bulabilseydi biz Çanakkale’de 15’liler üzerine türkü yazmazdık. Bir kuşak, “ölmeyi emrediyorum” diye yüceltilen söylemle ölüme gönderilmezdi. Müslüman kesimde Ömer Seyfettin’vari anlatımlar, çocuk mücahitler vs. görmezdik. Peygamber Efendimiz döneminde böyle bir şey yok, çocuk savaşçı yok. İzin verilmiyor çünkü.

Mevcut hassasiyetlerimiz haricinde böyle bir arayışta kaçınılması gereken noktalar ne olmalı?

Evvela didaktikliğin öldürücü etkisinden kaçınmalıyız. Bu sadece sinema, tiyatro ile ilgili çalışmalar için geçerli değil. Çocuklar için siyer çalışmaları, Müslümanca bir çocuk edebiyatı noktasında da ciddi problemlerimiz var. Bunu yayıncılık anlamında da söylüyorum, çocuğumuz okusun diye büyüklerin aldığı ama çocukların okumadığı çok şey üretiyoruz. Çünkü bilgiyi vermenin meseleyi hallettiği düşünülüyor. Bu önemli bir husus, üzerine gidilmesi gereken bir husus. Çocuk edebiyatında olsun, sesli ve görüntülü çalışmalarda olsun detayların büyük anlatı kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Hz. Musa’yı bir Mısır prensi olarak tasvir ettikleri çizgi film çalışmasında çok başarılı olduğunu gördüğüm detaylar var: Orada Huruc’u anlatırken Beni İsrail’in Hz. Musa ile birlikte Mısır’dan ayrılmasını anlatırken, yolculuk içerisinde tavuklar vs. de görüyorsunuz. Beni İsrail her şeyiyle terk ediyor Mısır’ı… Bu detay çocuğun anlatıyla ilişki kurması açısından çok önemli bir detay. Veyahut iki adam bir sırıkta yüklerini omuzlarında taşıyorlar, orada bir çocuk geliyor barfiks gibi çubuklara asılıyor, o şekilde tutunmuş gidiyor. Olmayan şeyler eklensin demiyorum, böyle romanvari siyer anlatısından da haz etmiyorum. Şahsen buna gönlüm de razı değil. Ama zaten elimizde malzeme var. Bu kadar savaş anlatırız, o savaş anlatısının içerisinde Efendimiz aleyhisselatü vesselam’ın yavrulamış bir köpek görünce bir sahabiyi başına nöbetçi olarak bırakıp ordunun yönünü değiştirmesini anlatmayız. Savaşı şekillendiren itikadı, ahlakı ve ruhu anlatması bakımından böyle detayların genel anlatı içerisinde çok başarılı bir şekilde verilebildiği bir siyer edebiyatı, sesli ve görsel anlatımı üretilmeli diye düşünüyorum.