Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Nebî'nin Nefesi Olmak

13 Aralık 2009 Pazar Sonpeygamber.info / Yazarlar

Hz. Ebû Bekir, halife seçildikten altı ay kadar sonra evinin yanında kurduğu beytülmâl ile İslâm devletinin ilk hazinesinin de bânîsi olmuştur. Fethedilen topraklardan sağlanan ganimet ve fey gelirlerinin toplandığı bu kurum, evrensel bir adalet anlayışıyla yoğrulmuştur.

Arabistan Yarımadası nefesleri kesen bir dumandan boğuluyordu. Peygamber'in nefesiyle hayat bulmuş bu çöl coğrafyasının üç beş kör köşesinde körüklenen ateştendi yarımadanın her vahasına, vadisine, kasabasına çöken bu kesif duman. Nebevî dokunuşla mayalanmış ve sıkı bir bey'atle kenetlenmiş Arabistan halkı bir yandan Nebî'nin yokluk acısını sarmaya çalışırken, bir yandan da yarımada sathından yükselen boğuk seslere ve sahte nübüvvet nidalarına yanıyordu.

Ciğerleri yanan mü'minlerin gözü, Peygamber dostu taze halife Hz. Ebû Bekir'in üzerindeydi. Ancak Hz. Ebû Bekir ayrı bir telaş içindeydi. Peygamberin yarım kalmış bir işini tamamlama sorumluluğu, bütün öncelikleri geride bırakıyordu. Hastalığından kısa bir süre önce Nebî'nin Üsâme (r.a) komutasında Suriye bölgesine göndermeye hazırladığı ordu, onun vefatı nedeniyle yola çıkamamıştı. Nebî'nin ayrılışını müteakip Üsâme'nin çok genç ve tecrübesiz oluşu vurgulanıyor; irtidat ve sahte peygamberlerin toplumda yol açtığı infial ortadayken Üsâme ordusunun Suriye'ye gönderilmesiyle uğraşmanın uygun olmayacağı yönünde halifeye yoğun baskılar yapılıyordu. Bütün bunlar karşısında Hz. Ebû Bekir'in tavrı netti: Rasûlullah'ın niyetlendiği bu iş mutlaka tamamlanacaktı.

Üsâme ordusu, Hz. Ebû Bekir'in tarihe düşecek şu sözleriyle uğurlandı: "Davanıza ihanet etmeyin. Savaşta dahi insaftan ayrılmayın. Çocukları, yaşlıları, kadınları öldürmeyin, zulümde bulunmayın. Hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin, telef etmeyin. Kiliselerde ibadete çekilenlere rastlarsanız onları ibadetleri ile başbaşa bırakın. Size yiyecek, içecek ikram edilirse ‘Bismillah' demeden yeyip içmeyin."

İslâm için çok yararlı sonuçları olan bu seferden Üsâme bir çok ganimetle döndü ve Peygamberin yarım kalmış işini tamamlamak, yeni halifenin ilk icraatı oldu.

Peygamber rızası alan Hz. Ebû Bekir, ancak bundan sonra yarımadayı tehdit eden meselelere yönelebilirdi. Yarımadanın muhtelif yerlerinde peygamberlik iddiasında bulunanlarla, dinin bazı hükümleri konusunda muafiyet isteyenler konusunda acil çözümlere gidilmesi gerekiyordu. Sahte peygamberlerle savaş konusunda ihtilaf olmasa da, dine karşı yalnızca zekat vermeme noktasında direnç gösteren kitlelere karşı nasıl bir tavır takınılacağı yönünde farklı görüşler dile getirilmekteydi.

Hz. Ebû Bekir'in kararlı ve azimli tutumlarıyla tüm yarımada sathında nebevî bir üfürüşün güçlü nefesi olmayı başaran Hâlid b. Velid, bu sefer de İslâm dininin hızla yayılacağı Kisrâ'nın topraklarında esmeye başladı. Basra körfezinin önemli yerleşim merkezleri ardarda İslâm topraklarına katıldı.

Hz. Ebû Bekir son noktayı koydu: Din tamamlanmıştı. Dinin öngördüğü hükümler bir bütündü. Bu bakımdan namaz ile zekât birbirinden ayrı düşünülemezdi. Hz. Ali'nin ifadesiyle, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların oynatamadığı bir dağı andıran Hz. Ebû Bekir, "Lâ ilâhe illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını söyleyen Hz. Ömer'e de, o yıl için zekât toplanmaması yönünde teklifte bulunanlara da yanaşmadı. Dinde çatlaklar açmayı hedefleyen bu yaklaşımlar, savaşı kaçınılmaz kılmaktaydı. Halife derhal harekete geçti ve 100 kişilik bir süvari birliğinin başına geçerek kabilesinin zekâtına el koyan ve Medine'ye saldırıya hazırlanan Hârice b. Hısn el-Fezârî ve taraftarlarının üzerine yürüdü. Arap yarımadasını kuşatmış bu yangına karşı Medine ve çevredeki kabilelerin de desteğini alan Halife, yola çıkacak ordunun başına geçmekte ısrar etse de, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin telkinleriyle zor zaptedilebildi. Zira Halife, Nebî'nin vekili sıfatıyla oturduğu Peygamber şehri Medine'den ayrılmamalıydı.

Ordunun başına, dalga dalga yayılan irtidat ateşinin söndürülmesinde büyük başarılar kazanacak olan bir isim getirildi. Meydanlarda adeta kükreyecek bu büyük kumandan, Hâlid b. Velid'den başkası değildi. Tuleyha, Secah, Müseylemetü'l-Kezzâb gibi sahte nübüvvet müddeilerinin maskelerinin bir bir düşürüldüğü savaşların ardından, önce yarımadanın Yemen ve Hadramut kolları Muhacir b. Ebi Ümeyye kumandasında sükunet buldu; ardından da Bahreyn ve Uman nefese kavuşturuldu.

Hz. Ebû Bekir'in kararlı ve azimli tutumlarıyla tüm yarımada sathında nebevî bir üfürüşün güçlü nefesi olmayı başaran Hâlid b. Velid, bu sefer de İslâm dininin hızla yayılacağı Kisrâ'nın topraklarında esmeye başladı. Basra körfezinin önemli yerleşim merkezleri ardarda İslâm topraklarına katıldı. Bu zengin coğrafyada açılan cephelerin ardından müslümanlar, Bizans iktidarının zulmü altındaki Suriye bölgelerinde ilerleyişe geçtiler. Önce Amr b. el-Âs, ardından Ebû Ubeyde b. Cerrah başkumandanlığında bir araya gelen birlikler Filistin bölgesinde fetihler gerçekleştirirken, bölgeye gelen Hâlid b. Velid ile güçlerini pekiştirdiler ve Filistin kapılarını müslümanlara açtılar. Hem sayı, hem de teknik bakımdan müslümanlara göre oldukça üstün olan İran ve Bizans karşısında kazanılan zaferler tarihe düştü ve dünya tarihinin en kalıcı ve hızlı fetihleri gerçekleşti.

Bir yıl gibi kısa bir süre içinde bastırılan irtidat yangını ve dönemin iki büyük gücü Sasanî ve Bizans karşısında gösterilen başarıların ardından Hz. Ebû Bekir bir başka alana el attı. Nebî'nin insanlığa mirası yüce Kitap, mushaf haline getirildi. Yalancı peygamberlerle yapılan savaşlar sırasında Kur'an-ı Kerim'i ezbere bilenlerden bir kısmının şehit olması bu süreci hızlandırmış; meşhur hâfız ve vahiy katiplerinden oluşan bir heyet denetiminde Kur'an ayetleri, Nebî'nin en son okuduğu sıra dikkate alınarak tek bir mushafta toplanmıştır.

Hz. Ebû Bekir, halife seçildikten altı ay kadar sonra evinin yanında kurduğu beytülmâl ile İslâm devletinin ilk hazinesinin de bânîsi olmuştur. Fethedilen topraklardan sağlanan ganimet ve fey gelirlerinin toplandığı bu kurum, evrensel bir adalet anlayışıyla yoğrulmuştur. Bu gelirlerin İslâm'a öncelik sırasına göre dağıtılmasının daha uygun olacağını söyleyen Hz. Ömer'e itiraz eden Hz. Ebû Bekir, İslâm'a girmedeki önceliğin mükâfatının ahirete kalması gerektiğini dile getirerek, dünyevî rızkın devlet başkanı tarafından tebea arasında eşit dağıtılması gerektiği ilkesini ortaya koymuştur. Çölün olumsuz şartlarında hayat süren bedevîye bu yolla belli bir zenginlik ve refah sunarken, Halife Rabbinin huzuruna eski elbiseleriyle çıkmayı yeğlemiştir. Vefat edince maaşının kalan kısmının beytülmâle iade edilmesini vasiyet eden Hz. Ebû Bekir'in tek bir arzusu vardır: Sevgililer sevgilisi Nebî'ye kabirde de komşu olmak. Nebî'den ilham alarak Arap yarımadasına üflediği nefes, ona şimdi kabirde serinlik olmuştur.