Berâ b. Âzib radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir.
Mânaya tesir etmeyen bir-iki kelimenin takdim-tehiri gibi bazı farklılıklarla rivâyet edilmiş olan hadîs-i şerîf, İslâm’da mutlak olarak önceliğin hangi noktada yoğunlaştığını pek açık bir şekilde ortaya koymaktadır: İman...
Bize göre hadiste en çarpıcı olan taraf, Uhud Gazvesi gibi Müslümanların gerçekten fevkalâde sıkıntılı anlar yaşadığı bir savaş sürerken harbe tam hazır vaziyette gelmiş olan zırhlı kişiye bile Hz. Peygamber’in "önce İslâm!" fikrini telkin etmiş olmasıdır. "İman ve İslâm bir ikrar meselesidir, nasıl olsa gerçekleştirilir, şimdi acil olan hem de çok acil olan savaştır" gibi bir düşünceye asla iltifat edilmemiş olması dikkat çekicidir. Anlaşılmaktadır ki İslâm'ın mü'minlere kazandırmak istediği dünya görüşü ve öncelik fikri her hal ve şartta ve her türlü tercihte "önce İslâm" eksenlidir.
Savaş, can pazarıdır. Sonunda ölümün bulunması tabiîdir. Peygamber Efendimiz böylesi bir büyük işe girişecek olan kişinin, ancak müslüman olması halinde ölse de sağ kalsa da bir anlam ifade edeceğini bildiği ve bildirmek istediği için, amellerin ancak İslâm ve imanla bir mâna kazanacağını cümle âleme duyurmak üzere bu sahâbîye "Önce İslâm ol, sonra harb et!" buyurmuştur. Bu durum ve olay, bütün işlerinde önce İslâm fikriyle hareket etmenin her Müslüman için ne derece gerekli ve isabetli olacağını ortaya koymuş bulunmaktadır.
Çoğu kimse kendisini birileriyle karşılaştırır ve "aynı işi yapıyoruz, biz de aynı sonuçlara ulaşırız ya da ulaşmalıyız" gibi bir savunmaya girer, haklılık iddia eder. "Bizim yaptığımız da ibâdet sayılır" der. Aslında kendisi de bilir ki, niyet ve tercihlerde büyük çapta farklılıklar bulunmaktadır. Görüntüdeki beraberlik ya da paralellik, sonuçta birliği getirmeyecektir. Şimdi bir an düşünelim, hadîs-i şerîfte, kendisinden bahsedilen sahâbî, Rasûlullah'a sormadan ve iman da etmeden savaşa tutuşsa idi ve öldürülseydi, cennete girebilir miydi? Hz. Peygamber’den "Az iş yaptı, çok kazandı" takdir ve iltifatını görebilir miydi?
Herkesin Bir “Önce”si Var
Kimi "önce vatan" der, kimi "önce insan". Kimi "önce para" der, kimi "önce kavga". Kimi "önce emek" der, kimi "önce sermâye"... Kimi "önce iş" der, kimi "önce tahsil"... Kimi "önce araba" der, kimi "önce petrol"… Kimi "önce ekonomi" der, kimi "önce demokrasi"… Kimi "önce seçim" der, kimi "önce geçim".. Kimi "önce Coo" der, kimi "önce Hans"… Kimi "önce kredi" der, kimi "önce avans"… Kimi "önce can" der, kimi "önce canan"... Kimi "önce parti" der, kimi "önce cemaat". Kimi "önce kadro" der, kimi "önce ünvan!." Hem dünya hem de âhirette iyilik isteyen, bir başka ifade ile dünya ve âhiretin mutluluğuna tâlib olan Müslümanlar için "önce İslâm" demek, hem bir görev, hem bir şeref, hem bir şuur hem de bir kimlik meselesidir.
Hz. Peygamber’in harb esnasında bile "önce İslâm" buyurmuş olması, yani İslâm önceliği, kendilerini İslâm hizmetinde belli bir metotla çalışmaya adamış bütün İslâmî grupların ve kişilerin dikkatle üzerinde durmaları gereken bir tavır ve sünnettir.
Rahmetli olmuş nüktedan bir milletvekili -Allah kendisine gani gani rahmet eylesin- bir gün mecliste, ayrıldığı iktidar partisini acı acı tenkid eder. Muhâlefet partisi lideri kuliste kendisine "Beyefendi, sizinle aynı şeyleri düşünüyormuşuz" der ve takdirlerini sunmak ister. Rahmetli cevabı yapıştırır;
"Evet, belki aynı şeyleri düşünüyoruz, fakat aramızda Allah var."
Bu küçük olay, Müslümanın farkının temelde yani "önce İslâm" düşüncesinde yatması gerektiğini, onun asıl farkının buradan kaynaklandığını pek güzel bir biçimde anlatmaktadır. Bu sebeple hangi işi yaparsak yapalım, hangi hizmetin peşinde olursak olalım, daima düşüncemiz, "önce İslâm" yani önce İslâm'ın dikkate alınması, onun emir ve yasaklarının, onun mesajının, onun hâkimiyetinin kollanması olmalıdır. Böylesi bir hassasiyetin rehberliği, ayrılıklara sebep olan tercihlerin, kendilerine ait asıl yerlerinde kalmalarını ve Müslümanların aynı çizgi üzerinde aynı fikirle bir araya gelmelerini mümkün kılacaktır. İnsanlar ve cemaatlerle ilişkilerde de aynı ölçü, "önce İslâm" esası gerçekten önde tutulabilirse, çok şeyin çözüm yoluna girmiş olduğu görülecektir.
Hz. Peygamber’in harb esnasında bile "önce İslâm" buyurmuş olması, yani İslâm önceliği, kendilerini İslâm hizmetinde belli bir metotla çalışmaya adamış bütün İslâmî grupların ve kişilerin dikkatle üzerinde durmaları gereken bir tavır ve sünnettir. Sanıyorum tüm faaliyetler, gerçekten bu eksen etrafında şekillendiği zaman bir mâna kazanmış olacaktır. Zira İslâmsız ya da İslâm önceliği taşımaksızın ciddî ve kazançlı bir iş yapmak imkânı yoktur. Geçici ve görüntüdeki başarılar ve kalabalıklar kimseyi aldatmamalıdır.
Hiç şüphesiz "önce İslâm" demek, kendisini Müslümanlardan ayırmamak, ayrı görmemek, onlarla olmaktan kıvanç duymak, mutlu olmak, iftihar etmek, gerektiğinde de seve seve bunun bedelini ödemeye rızâ göstermek demektir. Cemaatin gücü de işte buradadır.
İslâm dünyası olarak en büyük kaybımız "İslâm önceliği" fikridir. Bu disiplini yeniden elde ettiğimiz gün, "az iş yapmış" olsak da gerçekten "çok kazanmış" olacağız. Zira hayat programı İslâm önceliğine göre ayarlanmış kişi ve cemaatler, İslâm ümmetinin gerçek gücünü bütün dünyaya ispat edecek çekirdek birimlerdir.
Müslümanlar olarak hep birlikte, İslâm öncelikli bir yaşayış tarzı ortaya koymamız, çağımızın en büyük ve yaygın cihadını gerçekleştirmemiz anlamına gelecektir.
( Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan,Hadislerle Gerçekler, İstanbul 2010 kitabından alıntılanmıştır)