Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Sakın ha!..

27 Temmuz 2010 Salı Sonpeygamber.info / Yazarlar

Hadis:27

Abdullah ibn Mes'ud'dan (r.a.); Efendimiz'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: -Mü'minleri, Allah'tan ziyade fenalıklardan koruyan kimse yoktur. Mü'minlerin en büyük hâmîsi olduğu için Allah Teala açık, kapalı bütün fuhşiyatı haram kılmıştır.  (Sahih-i Buhari, 11/ 104)

Edep, terbiye ve ahlaka aykırı işlere dairdir bu yazı, fuhşiyata dairdir; ruhunu edeple besleyenler okusun, gidişatında ahenk isteyenler okusun. Dört yanı kirle sarılanlar, aldanışlara ayağı karılanlar okusun.

İmtihan ki yalnızca bir derlemedir fuhuştan ve gerisi şundan bundan... Kanlı bir drama dönmüş nice zamanın sahnelerinde hep aynı oyun Habil’den bu yana. Bize uzak olanı bize getiren de; bize yakın olanı uzağa götüren de aynı postacı. Sebillerden kızıl alevler akıtıp bal şerbeti diye sunan sihirbaz; çorak toprakları sürme diye gözpınarlarımıza süren gallanguş.

Ahlak ve edep, ve fuhşiyat!.. Siper sipere, süngü süngüye, göğüs göğüse... Deruna çarpınca yenilginin melali, esrik bakışlı zambaklarımızı kanatır tırnak tırnak yıldızlardan süzülen yanılgılarla düşürür lekeyi yüzüne ayın ırmak ırmak. Kara bulutlarında şehrayinleri gülümser asırlık rüyaların ve içimizden kaç bin yıldız birden kayar.

Fuhşiyat!.. Hekimler hekiminin kapısında derman dilenen bîçare hastaların kalbine akan zehir... Kuşları kanatsız uçuşturduğu yalandır onun, aruzî iplere sarılıp heyûlâ tutuşturduğu yalan... Yalandır beyaz gecelerde ruhları kamaştıran sihirli biblolar, ve yalandır bahar ufuklarına tutunmuş pastoral tablolar... Derisinden soyundurulmuş varlıklara hiçliğin gölgesini giydiren eşkıya hikâyeleri yalandır hep, yollarını kaybeden çolpanların salhorde geceleri arayan sâyeleri de yalan. Yalandır atların buğulu yelelerinde aşkı eriten sevgililer de, yalandır bir çekirge buduyla karınca vadilerine salınan sevgiler de.

Fuhşiyat!.. Yüreğinde dilsiz acıları dalgalarca büyüten yiğitlerin deryaya düşürdükleri gümüş aynadır, paslı ve soğuk... Fuhşiyat!.. Derunî özlemleri dağ gibi adamların, uçurumların kuytularında güneşe tutunmaya teşne nahif nesterenleri kıskandıran duygularını pâymâl eder, gizli ve açık... Ülfetin sırrını fısıldar gibi serper yollarına arzuları püfür püfür ve yağmurlarını bir sanemin gözlerinde biriktirir küfür küfür...

Yasak gülümseyişlerin potasında külçe külçedir şimdi fuhuş, haddeden geçip yâl u bâl kıvamında sokaklara taşıyor. Ezberlenmiş günleri yaşatmakta o bize hiç ürpertisiz, ve pervasız yalanlar misali evlerimize akmakta ekran ekran. Müzmin tebessümlerin ağırlığı altında iki büklüm sürünmede hayat; ve dün, ve bugün kalbine âhlar biriktiren güzellerimiz, koleksiyoncu cellatlarına uzatmada incecik boyunlarını birer birer. İçimizin nurdan köprülerini yıkanlar, artık fuhuş yağdırmadalar üstümüze tellal tellal. Ve sefil düşüncelerin evinsiz nasipleriyle dolu çıkınlar, bir zamanlar bacalarından haya tüten evlerde sofralar kuruyor.

Kara bir mevsim, bir çığlık ve dönüyor bu çark–ı felek. Bir çıkmaz sokakta yolumuzu kesen fuhuş, “seni yiyeceğim” diyor dikilip karşımıza. Bir saman çöpü dahi olsa mızrağımız, karşısında bu devin, savunmak gerek emaneti, hani “elest”te aldığımız.

Rengini damarlarımızdan alan çiçeğin aşkına; balını edeple toplayan peteğin aşkına... Dikkat et ağam!.. Yazıda yanlışlar gibi, yolda kalmışlar gibi olma.

Öfkeli mısralar doldurmadan manzumeleri ağam, çıngıraklı yılanlar, henüz nisan damlasını yutmadan, titre ve aslına dön! Nasuh ahitlerden sonraki huzurda mutmain olur ruhlar. Toprağın bağrına düşen cemreler gibi, medeniyete desen veren Emre’ler gibi,

Arayı arayı bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Sen ve ben, ve biz, hepimiz

Bugün hangi gün, yıllardan kaçtayız!?..