Muhakkak önce kendisine bir selam vermeli insan. Dış dünyaya soğuk savaş havasını verdiği o benlik kuyusundaki iç savaşında, “iyi insan olma hali”ni güvene almalı en başta. Olumsuz dürtenlerine, erdemin legal yollarında barışı benimseyecek bilinci aşılamalı. Çünkü kendi savaşını aşarak kendisini selamlayamayan insan başkalarıyla selamlaşmasında içtenliği yakalayamayabilir.
En başta inanç, insanın Yüce Allah ile selamlaşmasıdır. Bilinçli eğilişler eşliğinde… Aklın selamı gidebildiğince, kalbin selamı da gidemediğincedir.
Selam evrensel barışıklık halidir. Evren insanı güneşiyle, gecesiyle, havasıyla, suyuyla selamlıyor, bu doğa-l jestiyle onu huzura çağırıyorsa, insan da evrenle, ona zarar vermeksizin yararlanma bilinciyle selamlaşmayı başarmalı. Bu selamlaşmayı, birlikteliği bir güç savaşına değil, güç dayanışmasına dönüştürerek, ne içinde yaşadığı ev-ren-in, ne de kendisinin var ediliş doğasını bozmaksızın yaşayarak yapabilir.
İnsan ilişkilerine gelince, özellikle sırf ayrıntılarda farklı düşündüğü için dargın yaşayan, düş birliğine rağmen geçimsiz çocuklara, aynı dinin kıskanç bağlılarına dönüşenlerin birbirleriyle daha içtenlikle selamlaşması gerekir. Anlaşma ve hayatı paylaşarak artırma, aynılığın gittikçe daralan tutuk evine mahkûm edilmemelidir. Temel farklılık durumlarında bile anlaşma yetisi olan insan, hiç değilse temel aynılığı kaynaşmanın doğal zemini olarak kabul edip yola çıkmalı ve barışı farklılıklara da uçurmalıdır. Selamlaşmanın sonrasında her konuda aynı düşünmek ve ancak bu şekilde anlaşmak beklentisi değil, farklı düşündüğü halde anlaşabilme erdemini başarabilme, hayatın gelişimi için gerekli olan dinginliği oluşturma kaygısı duyulmalıdır.
Selam kimi kullanımlarda anlamından soyutlanmış bir kalıptır. Bu nedenle açtığı kadar kapatan ve kilitleyen de olmuştur. Yüzeysel bir iletişimi açabilirse de, içtenlikle havalanmadığı zamanlarda bir kalbe konmaz. Bu yüzden “selam”laşanlar birbirlerinden selamette/güvende olmayabilirler. Üstelik kimi saçma gerekçelerle onu karşısındakine vermeye layık bulmayan da olur, beğenip almayan da… Konuşa konuşa anlaşacakların önsözüdür oysa... Kaynaşması, dayanışması gerekenlerin.
Sözgelimi bu Elçi sözündeki “birbirinizi” ifadesinin yankısı nedir?
Bütün insanlar? Bütün Müslümanlar?
Söylemeye çekinsek bile selamın gerçek hayatta kısıtlanmış dolaşımına bakarsak, “birbirinizi” ifadesinden; çok defa, yalnızca en ufak ayrıntıya varıncaya değin tıpa tıp kendileri gibi düşünen çevrelerin anlaşıldığını ortaya koyar. Kendileri gibi düşünmeyenleri selam verecek kadar, ya da selam vermiş olsalar bile verdikleri selamın gereğine uygun davranacak kadar sevmiyor olabilir kimi insanlar.
“Birbirinizi” ifadesinin doğru yankılandığını varsayalım. Müslümanlar gerçekten birbirlerini seviyor mu? Sevmeyi biliyor mu? Aynı düşünmüyor olsa bile yakınlaşmayı, karşılıksız ilgilenmeyi... Dahası fedakârlığı, yardımı, korumayı… Her şeyiyle aynı fikirde olduğu kişilere yaptığı sevgi eylemlerini, gerektiğinde farklı düşünenlere de yapabiliyor mu?
Yoksa gizli bir manevi üstünlük yarışının ben kazandım baskısı, en sevgili gözde kul olduğu kişisel yargısı, olmadı cennetlik olan benim övgüsü ve bunlara dayalı ileri geri söylemler, saçma kıskançlıklar, kem bakışlar mı var boy gösteren?
Evrensel selam sözü, katı yargılayışlar ve bir o kadar gereksiz ayrımcılıklarla örülen, hayata kapanmış duvarlar içre kanadı kısılmış, yaralı bir barışa dönmüş olabilir mi?!
Gereksiz dargınlıkların, toplumsal barışı engelleyen katı duruşların çözümü olan bu öneri, toplumsal birliğe götüren bir kaynaşma, dayanışma formülü olarak sunulur Son Elçi’nin sözüyle. Sevgiyi iç benliğimizden dış bizliğimize yayan beş harfli bir kelimenin sıkça ve sakınmaksızın dilden kalbe akması, bir can dolaşımı ön görülüyor bu sözde. Üstelik bu iletişim cömertliği, gerçek anlamda inanca yani inancın olgunluğuna, bir anlamda o Müslüman’ın insani olgunluğuna ve cennete layık olabilme ereğine bağlanıyor.
Gerçekten de içten ve sağlıklı iletişimin olduğu bir toplumda sosyal hayatı kapsayan o huzur, o insanların daha şimdiden cennete doğru adımlar atıyor olduğuna da yorulabilir. Çünkü ayrımcılığın dışlandığı, sevgiyle kaynaşarak birleşmenin getirdiği barış ve huzur önceden verilmiş bir cennet armağanıdır.
Selam esenlik, güvenlik ve huzurdur. Selamı benimseyen insanlar, kesimler birbirinden güvende olmalı. Muhakkak tartışmalara son veren ortak paydalar vardır ve taraflar(!)- her kimseler- paydalarına olan saygıları gereği selama, güvenlik ve barışa ulaşabilirler. Fakat en genel anlamda tartışmaya son verecek olan ortak payda, adı belli bir payda olmaktan çok, belki de farklı düşünebiliriz düşüncesinin benimsenmesidir.
Selam bir duadır. Hem yaşadığımız evrenin, ülke, toplum ve özel-yakın çevremizin hem de gelecekte vaad edilen hayatın esenlik ve barış içinde olması için, içtenlikle iyiliğin, güzelliğin istenmesi yönünde yapılan eylemsel yanı da vardır. Fakat selamın sözlendiği mekânlarda, ne yalansız, göstermelik olmayan bir iç huzurundan, ne de geleceğin ortak düşü olan o esenlik yurdunun, bir adı selam olan o cennetin kıskançlık duyulmaksızın paylaşımından bahsedilebilir. Görülen o ki; o esenlik yurdu her din algısının kendi ölçütlerine göre kendisini devletlû bildiği, o kriterlere ulaşamayan diğerlerini def etmeye çalıştığı bir sit alanı/kurtarılmış bölge haline dönüştürülmüş durumda. Oysa sonsuz yaşamın bir çeşit önyaşamı, fragmanı konumunda olan bu yaşamda “selamlaşamayanlar” o esenliğe ve güvenliğe nasıl erişebileceklerini sorgulamalıdırlar.
Kelam hep selamı bekler. Selamla açılan güvenli yolda tanımayı, tanışıp kaynaşmayı ve anlaşmayı umud eder. Hayatın hep birlikte omuzlanması bir yerde selama bağlıdır. Bu kilit açıldıkça doğal tanışmalar, kaynaşmalar, istişareler/danışmalarla, gelecek, hep birlikte toplumsal bir özgüvenle karşılanabilir.
Öyle görünüyor ki, hem insanla Allah, insanla evren arasında, hem tümüyle insanlığın kendi içinde ön yargısız bir şekilde yeniden tanışmaya, ayrıca dinler arası iletişime olduğu kadar ve ondan daha da fazla aynı din mensupları arasında yeniden selamlaşmaya ihtiyaç var. Garip ve anlamsız bir dargınlığın semtimizde sorumsuzca dolaşması ve her selama, her anlaşma yoluna kem bakması doğrusu yadsınmalı. Daha ilginç olanı ise, selamın anlamı üzerinden hayata bırakması gereken reel değerler üzerinden bir derinleşme ve sorgulamanın olmadığı kadar, sözün hatta sözün tını kalıbı diyebileceğimiz telaffuzuna dair biçimsel tartışmaların ve sırf bu yüzden yaşanan ayrılıkların olmasıdır.