Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Sesinde Serin Gül Bahçesi

2 Kasım 2015 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar



Firavun'dan ümit kesmeyen Allah sizden ümit keser mi? Firavunluk da etse kulunu düştüğü yerden kaldırmak istemez mi? Rabbinin insanı ümit diye bildiğini anlatmak için çırpınıyor Elçi.

Sesinde serin gül bahçesi saklı…

O gece.

Gecenin örtüsünü yırtarcasına inledi Allah'ın Elçisi: "Allaaah!" Ayağı uçuruma kaymış gibi. Teni ateşe değmiş gibi. Kalbine köz düşmüşçesine. Çok az dünyalının duyabildiğini duymuş olmalıydı. Dünya rüyasının gömleği önünden yırtılmıştı. Ayağı kanlı bir eşiğe takılmıştı. Huzurun göğsüne ihtimamla dokundurdu neşterini: “Bildiğimi bilseniz, az güler çok ağlarsınız” diyecekti.

Göklü telaş yeryüzüne acı bir çizik attı. Nankörleşen insanın yüzüne ayna tutuldu. Gerçeğin aynası tutuldu insanın yüzüne. Yüzünü aynadan asla çeviremeyecekti. Ne yana dönse, çölleşmiş yüreğinin yüzüyle karşılaşacaktı:

"Yanımızda prangalar ve gözleri fal taşı gibi açan bir ateş var. Boğaza düğümlenen berbat bir yiyecek ve elemi tarifsiz bir azap da..."

Eden bulurdu elbet. İnsanın fani dünyada ettiği sonsuzun aynasına pranga ve ateş olarak yansıyordu. Yedikleri ve tattıkları berbat bir yiyecek ve elemli bir azap olarak yankılanıyordu. Demek insan sonsuz fotoğrafına buradan renk taşıyordu. Buradan biçimlendiriyordu ebedî portresini.

Âh, insan, kendini bencilliğinin prangasına mahkûm ediyorsun ya. Ey kendi kıymetini unutup da kendini israf eden insan, kendi ellerinde yakıyorsun ya kendini. Şükürsüzlüğünle tatlı dünya nimetlerini kokuşturuyorsun. Haramların hazzıyla oyalana oyalana, kendini tarifsiz elemlere bulaştırıyorsun. Sığ zevklere aldanıp asıl lezzeti kaçırıyorsun. Cam parçalarının yalancı parlaklığıyla yetinip elmasları elinin tersiyle itiyorsun.

Allah Rasûlü (sav)'nün "Allaaaaah!" diye inleyişi, apaçık felaketi berrakça görüşündendi. Kendisine dünyayı dar getirenlere sonsuz genişlikleri haber verirken, kalbindeki ince sızıya seslendiriyordu; onlar adına "Âh!" ediyordu.

"Ey Söz'ü yüklenen insan… Ey Müzzemmil'in muhatabı…"

Rabbin seni ebedi prangaların sürgününden kurtarmak istiyor. Rabbin senin ateşe mahkûm olmamanı istiyor. Rabbin seni sonsuz tatlı sofralarda ağırlamak istiyor. Rabbin seni nihayetsiz lezzetlerin sınırsız yakınlığına çağırıyor.

Bir iltica çığlığıyla koş Rabbine şimdi. Sıyır üzerinden dünyanın örtüsünü. Yırt cehaletin gecesini. Sığınmak için geç kalmadın henüz.

"İmdi bakın, Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi, size de bir elçi gönderdik…"

Firavun'dan ümit kesmeyen Allah sizden ümit keser mi? Firavunluk da etse kulunu düştüğü yerden kaldırmak istemez mi? Rabbinin insanı ümit diye bildiğini anlatmak için çırpınıyor Elçi. Allah’ı insanın biricik gerçek umudu olarak anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor:

"…önünüzde hakikate şahitlik etsin diye."

Siz aldanışlarınızın hapsindesiniz. Yalan yanlış zanlarınıza kanmışsınız. Yersiz yurtsuz bırakmışsınız kalbinizi. Köksüz, asılsız sözlerin albenisine aldanmışsınız. Siz, kendi ayağınıza kendiniz çelme takmışsınız.

Önünüzde Firavun'un akıbeti varken, şimdi siz de onun gibi mi davranacaksınız?

"…elçiye karşı çıkmıştı Firavun. Bunun üzerine Biz de onu kıskıvrak yakaladık."

Peki, siz nereye kaçmayı düşünüyorsunuz? Kendi yalanlarınız gelip yakalayacak sizi. Kendi aldanışlarınızın karası bağlayacak gözlerinizi. Geçmişe gönderdiğiniz her görüntü, yarın gelip yakalayacak sizi.

Âlem, büyükçe bir ayna: Herkese yüzünü gösterecek eninde sonunda. “Söyler misiniz, sahi, elçinin şahitlik ettiği gerçeği inkâr ederseniz, yeni doğan bebeleri ak saçlı ihtiyarlara döndüren o günden nasıl korunacaksınız?” Farkında değil misiniz ağır bir pişmanlığı büyütüyorsunuz gafletinizle? Ateşinizin alevlerini harlıyorsunuz isyanınızla. Sonsuz karanlığınızı koyulaştırıyorsunuz inkârınızla.  Sizi ebediyen ve tamamen kuşatacak son pişmanlığın taşlarını taşıyorsunuz öfke bulaşığı avuçlarınızda. Nefret yüklenmiş gözlerinizin değdiği her noktaya çılgın ateş topları atıyorsunuz. Ezdiğiniz, üzdüğünüz her canlının feryadıyla ayaklarınıza prangalar takıyorsunuz.  

Rabbin seni ebedi prangaların sürgününden kurtarmak istiyor. Rabbin senin ateşe mahkûm olmamanı istiyor. Rabbin seni sonsuz tatlı sofralarda ağırlamak istiyor. Rabbin seni nihayetsiz lezzetlerin sınırsız yakınlığına çağırıyor.

Allah'ın Elçisi, o pişmanlığın taşlarını kaldırıyor üzerimizden. Enkaz altından çekip alıyor nefeslerimizi:

“Allah'a firar edin şimdi…”

“Allah’a firar edin” diyor Allah. Biliyor ki insanın durduğu yerden, alıştığı halden kaçmalı. Bildiğini bildiriyor ki insan amansız bir fırtınada savruluyor. Bildiğini bilmesini istiyor ki insanın, Rabbi insanı ateşten kollamak istemekte, uçurumlardan kurtarmak istemekte.

Elçi’nin nefesi bir sükûnet limanı, fırtınada boğulmaktan korkan kalplere teselli diye. Elçi’nin sesinde bir serin gül bahçesi saklı, ateşe düşmüşlere kurtuluş diye. Elçi’nin elçilik ettiği Söz döşüyor son çıkışı, dünya gecesinin mahpusları ebedi sabaha firar etsin diye.