Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Sessizlik Tohumunu Büyütüyor Elçi

24 Haziran 2016 Cuma Sonpeygamber.info / Yazarlar


Hakaretler karşısında sustu aziz Elçi. Sustu ki vahyin üzerine kendi sözünün gölgesi düşmesin. Sustu ki vahyin kaynağına dair kıl kadar şüphe düşmesin akıllara. Şüphe edenlere de şefkat ettiğindendi susuşu. Konuşanın kendisi değil, kendi Rabbi olduğunu haliyle söylemek için bu çileli susuşa büründü.

Gülün yoluna diken serilir mi? Dikenler içinde diye gülden vazgeçilir mi? Bilemezdi bu ince sırrı Ümmü Cemîl. Hiç bilemeyecekti. 'Alev yüzlü' Ebu Leheb'in karısı, Peygamber'in yürüdüğü yollara dikenli çalılar attı. Ne bilirdi ki dikenleri bile güzelleştiren Gül’dür. Kendi yolunu diken etmekle kaldı. Gül diken olmak varken nasibinde, Gül’e diken oluverdi.

Bir de uslanmaz bir hasetçisi vardı Allah’ın Rasûlü (sav)’nün: Umeyye bin Halef.  Elçi’nin yolunu kesiyor, laf atıp aşağılamaya kalkıyordu. Kendisine âlemler Rabbinin hitap edeceğine inanmazlar arasında anıldı adı. Kendisini hitaba değmez gören, önce ve sonra, kendisini aşağılıyordu oysa. Anlayamadı.

Bir zamanlar, 'hikmetin babası' diye anılırken 'cehlin babası' diye ünlenen Ebu Cehil de ahlaksız teklifler yapıyordu: "Ya bizim ilahlarımıza sayıp dökmeyi bırakacaksın ya da biz senin kulluk ettiğin Allah'a sayıp dökeceğiz." İsraf etti kendini; hikmetin sofrasından mahrum etti kalbini.

Mekke'nin soylularından sayılan Velid bin Muğire, “iki şehrin, yani Mekke ve Taif’in iki ulusu dururken, Muhammed'e vahiy inecek ha” diye yok sayıyordu Elçi’yi. Ululuğun kan bağından değil iman bağından geldiğini öğrenemedi.

Tüm bu tahriklere sabretti Allah’ın Elçisi. Ki O'nun sabrı, müjdeyi besleyen akışkan nehri oldu her daim. Çünkü kekre sabrın toprağında büyürdü sözcüklerin tohumları. Sessizliğin tüllendirdiği çatlaklardan sızardı Söz’ün ince şavkı.

Hakaretler karşısında sustu aziz Elçi. Sustu ki vahyin üzerine kendi sözünün gölgesi düşmesin. Sustu ki vahyin kaynağına dair kıl kadar şüphe düşmesin akıllara. Şüphe edenlere de şefkat ettiğindendi susuşu. Konuşanın kendisi değil, kendi Rabbi olduğunu haliyle söylemek için bu çileli susuşa büründü. Hakikatin hamilesi olmanın Meryemce çekilesi sancısıydı. Biliyordu ki kendisi sustukça, kendi yerine konuşan göklü Söz’e meydan açılacaktı.

Vahiy yağmuru karşısında, Elçi de herkes gibi yerliydi; gözünü yukarılardan ayırmazdı. Ne ölçüde sessiz olursa toprak, o ölçüde yağmura susayacaktı. Yağmurun tenezzülüne arz olmak içindi susadı, sustu.  

O’nun susması, haklı itirazlarından vazgeçişi, nefs-i müdafaa hakkından feragati, ilk O’nun dudağına değen Söz’ün hatırına zerre gölge düşürmemek içindi. Susarsa, vahyin duru pınarının dudağına serince değişine şahit tutacaktı herkesi. Tevekküllü nefeslerinin sessiz limanına çekildi amansız saldırılar karşısında.

Emindi ki susma bedelini ödedikçe, Söz katışıksız gelecekti. Vahyin berraklığına şeffaf kâse olacaktı susuşu. Nefsinin itirazlarını susturduğunda, vahyin, içindeki sesleri uyandırdığını görmüştü. “Ey örtüsüne bürünen” (Müzzemmil, 1) hitabının hakkını vermek içindi sessizliği üzerine şal diye örtüşü. Bekleyişine sadakatti susuşu. Ümit etmenin gösterişsiz suskunluğunu giyindi, itirazsız.

Avuç içlerini kanata kanata susuyordu. Suya değil susatana kanmak üzere susuyordu. Suskun tebessümü çok zaman sonra anlaşılacak bir sırrın altını imzalıyordu: İnsanın gizli sızılarını, yetim yakarışlarını, utangaç pişmanlıklarını gün yüzüne çıkarmak için iniyordu vahiy. İnsana anlaşıldığını söylemek içindi âlemlerin Rabbinin seslenişi. İnsana yalnız olmadığını, çaresiz kalmadığını hatırlatmak için. İnsana, Rabbinin umudu olduğunu bildirmek için. “Aldırma dünyanın darlığına, çıkacaksın buradan” demek için. “Bakma böyle kirlendiğine, ümit kesme kendinden, yetim suskunluğunun da elinden tutan var” diye yüreklendirmek için.

Avuç içlerini kanata kanata susuyordu. Suya değil susatana kanmak üzere susuyordu. Suskun tebessümü çok zaman sonra anlaşılacak bir sırrın altını imzalıyordu: İnsanın gizli sızılarını, yetim yakarışlarını, utangaç pişmanlıklarını gün yüzüne çıkarmak için iniyordu vahiy. İnsana anlaşıldığını söylemek içindi âlemlerin Rabbinin seslenişi. İnsana yalnız olmadığını, çaresiz kalmadığını hatırlatmak için.

Derken, göklü Söz'ün ateşli şahapları vurdu zalimlerin yüzüne.

Önce haset ateşiyle yanıp kavrulan çiftlere: "Kurusun Ebu Leheb'in iki eli, zaten kurudu, kuruyacak. Malı da seçimi de ona bir fayda vermeyecek. Tarifsiz bir alevli ateşe yakıt olacak. Karısı da onun yaktığı ateşe odun taşıyacak, boynuna lif lif halatlar dolanacak..." (Tebbet Suresi)

Ve çoğaltma tutkusuyla koşturup duran muktedirlere: "Yazıklar olsun şu mal toplayıp sayana, malı kendini ölümsüz yapacak sanana… Bir ateş, bir ateş içindedir ki göğsünde tutuşmuş, tutuşa tutuşa alevden sütunlar içinde tutsak kalmış…"  

Bir de Allah'ın rahmetini cebine sokmaya kalkan bencillere: "'Kur'ân iki kentten bir ulu adama indirilmeli değil miydi' derler. Şu dünya hayatında aralarında geçimliklerini Biz bölüştürmüşken, Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürecekler!" (Zuhruf Suresi, 31-32)

Dilini kalbine değdiren der ki: "Söz'ün kalbindedir sığınacak sakin limanlar…"