Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ağaç Altında Dinlenen Yolcu

23 Ağustos 2010 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


 Muhammed (a.s.)’ın halkı açıktan açığa İslam’a davet etmeye başladığı tarihten itibaren   on yıl boyunca Mekkeli Müslümanlar, canları değersiz asi ve yıkıcı bir güruh sayıldılar. Kendi evlerinde bile güvende değildiler. Bu dönemde en fazla zorluk yaşayanlar, aile ve kabile korumalarından yoksun kölelerle, alt kesimden sayılan insanlardı. Seçkin ailelerden gelen genç Müslümanlar ise, anne ve babaları tarafından reddedilirken sınıfsal imtiyazlarından yoksun kalıyorlardı. Genç Müslümanların bu yoksunluklara şikayet etmeden göğüs gerdikleri görülüyor.

 

 


“Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.”

Mus’ab b. Umeyr Mekke’nin müreffeh bir ailesine mensup, güzel giyimi, ince zevki ve nezaketiyle dikkat çeken bir gençti.  Müslüman olduktan sonra ailesi tarafından dışlandı. Ne inanmadığı cümleler kurdu, yakınlarının uzlaşma beklentilerine cevap vermek için, ne de eski konforlu hayatını yitirmesinin üzüntüsünü yansıtan bir söz sarf etti etrafına. Yamalı bir hırkayla girdiği mecliste bulunan Muhammed (a.s.)’ın onun için ağladığı, çektiği açlığın ise nihayet cildinin kurumasına sebep olduğunu bildirir İbni İshak. Mekke’de Müslümanların sayısının artması üzerine ekonomik bir baskıya maruz kaldıkları dönemin başlarıdır.

Ailesinin güçlü şahsiyetlerinin koruması altında bulunan Peygamberimiz, bu dar günlerde işkence dâhil her türlü şiddete maruz kalan ashabının yanında oldu. Saldırılar karşısında geri çekilmedi, anlatmayı sürdürdü.  Kişiliğinde tecessüm eden sözleri, baskı altındaki müminlerin güvenini artırıyordu. Zafer nihai bir hedef değil, bizatihi (amaçlı olarak) yolda bulunmaktır; Ali Şeriati böyle söyler. Muhammed (a.s.)’ın içinde bulunduğu teyakkuz haliyle müminlerin dikkatini yolda bulunmanın değerine çevirdiği söylenebilir. Üzerinde uyuduğu hurma yaprağından örülmüş hasırın vücudunda izler bıraktığını görenler, hasırın üzerine yumuşak bir şeyler sermeyi teklif ettiğinde,  şunları söylediği kaydediliyor: “Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.”

O’nu yolundan çevirebilecek bir vaad, bir şantaj bulunamazdı; bu nedenle de koruma altında olduğu halde maddi ve manevi varlığına dönük saldırılar eksik olmuyordu. Kişiliğini, mücadelesini, dile getirdiği ayetlerin anlamını halk nezdinde küçük düşürtmeye dönük bir savaştı, başlatılan.

Zafer nihai bir hedef değil, bizatihi (amaçlı olarak) yolda bulunmaktır; Ali Şeriati böyle söyler. Muhammed (sav)’in içinde bulunduğu teyakkuz haliyle müminlerin dikkatini yolda bulunmanın değerine çevirdiği söylenebilir.

İftira ve hakaretlerin geniş ve kalıcı etki meydana getirmesi için çalışan bir grup oluşturulmuştu. Mekke sokakları zayıf Müslümanların gündelik hayatlarını sürdürmelerine izin vermiyordu artık. Bir gün Muhammed (a.s.) Kâbe’de namaz kılarken Ebu Cehil ve arkadaşları, secdeye vardığında iki kürek kemiğinin ortasına bir deve işkembesi yerleştirdiler. O namazını bozmadı, secdesini sürdürdü. Kızı Fatıma bir cariyeyle koştu geldi, işkembeyi alarak babasının üstünü başını temizlemeye çalıştı. Ardından Ebu Cehil ile arkadaşlarının yanına giderek, çirkin davranışlarının hesabını sordu.  Onlar yerlere yatacak kadar gülerek cevap verdiler, henüz bir çocuk olan Fatıma’ya. 

Saldırganların kahkahaları, örtbas edilen bir kaygının perdesi gibi görünmüş olmalıydı küçük kıza. Nüfuz edilemeyen bilgiye ve ufka dair bir kaygı veya sadece aşılması giderek güçleşen bir korku! Daha sonra ayet-i kerime ile “Gafletler içindesiniz”, diye bildirilecektir bu ruh hali. (En-Necm: 61)

İlk Müslümanlar toplumlarına hâkim olan dayanışma alışkanlıklarından rahatsızlık duyan hak ve adalet arayışı içindeki insanlardı. “Lâ” ile başlayan Kelime-i Tevhid, bir reddiyenin ardından hakiki ve ölümsüz değer ölçülerini kabulün anlamını düşünmeye çağırıyordu müminleri.  Yeryüzüne mal ve mülklerinle, evlatlarınla yayılmak suretiyle mi ölümsüzlüğü kazanacaksın, yoksa dünyevi yüklerinden arınarak dikey bir varoluşla hikmeti aramanın yollarına mı düşeceksin…

Ölmeden önce ölmeyi andırıyor bu yer değişimi. Evin eski ev değil, dostluk değerleri değişti, düşmanlık sebeplerin farklı, sevmeyi bile yeni bir duyuşla öğreniyor kalpler. Bugüne kadar öğrenilmiş ne varsa, yeni bir gözle bakılarak elenip, ayıklanacak. Etrafındaki gereksiz eşyalardan önce zihninin yüklerinden arınacak, yeni dinin yolcusu. Köle ya da cariye, sahibi sayılan kişinin iyi niyeti veya merhametinin nesnesi olmayacak bundan böyle.

“Sınırsızca para canlısı olmanın, iktidar sevdasının, rekabet histerisinin, hilenin, çıkarcılığın, mal biriktirmenin, kendine tapınmanın ve toplumsal tabakalaşmayı türeten bireysel, çıkarcı, maddi kazanç peşinde koşan alçak ve değersiz ruhun kökünü kazıdığı takdirde sürdürebileceği bir yolculuktur bu”; Ali Şeriati’ye göre.

Resulullah’ın Hira’da ilk kez vahye muhatap olmasının ardından beş, davete başlamasının ardından ise iki sene geçmiştir. Bu son iki sene Mekke sokakları ve evlerinden hem ayet-i kerimeler yükseliyor, hem de Müslümanlara yönelik şiddetli işkenceleri bildiren sesler. 

Daha önce “ahad” kelimesiyle ailelerinden, evlerinden, bazen eşlerinden ayrılmış olan müminler yurtlarını terk etmeye hazırlanıyor.

İçlerinden bazıları belki Mekke’den daha önce hiç ayrılmamış, kimileri Mekke dışında bir şehirde yaşamayı düşünemeyecek kadar bu şehre bağlı. Geri dönülecek mi bir gün; kimse emin olamaz. Gidecekleri adreste, Necaşi’nin ülkesinde onları neler bekliyor… Bu sorulara karşılık hafifti adımları; “bir ağacın altında dinlenen yolcu”yu tanımış olmanın güveniyle. 12 erkek 4 kadından oluşan ilk muhacirler, 615 (M.) yılının Recep Ayı’nda Mekke’den gizlice ve farklı yollarla ayrılıp, daha sonra Kızıldeniz kıyısında bir araya geldiler. O kıyıda, Habeşistan’a geçmek için bir gemi kiraladılar.