Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Beled: Evim Sensin

10 Eylül 2014 Çarşamba Sonpeygamber.info / Mukabele: Anlam Sağlaması


Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.

Unuttum âhirimi. Öncesiz ve sonsuz bir uykuya koydum başımı. Aldandım. Her aldanmış gibi aldandığımı da fark etmez oldum. Bir cam kırığı olup battı an gırtlağıma. Tükenişimi gördükçe ayağa kalkar oldum. Geciktim. Gün akşam oldukça, vaktin akışı ateş olup indi nabzıma. Vurdukça sarsıldım.

Ötesi yok; işte Ben şahitliğe çağırıyorum bu beldeyi…

Aldanışım mekânla başladı. Dünyamla, ülkemle, şehrimle, yuvamla, bedenimle… Varlık konforu var edilmişliğimi unutturdu. Var edilmişliğimi unutunca, Var Eden Seni unuttum. Süreklilik vaad eden yerleşimler gelip geçiciliğime kör etti beni. "Hep buradasın! Yaslan şöyle, rahatına bak!" dedi camekânlar, vitrinler, panolar, duvarlar, meydanlar, reklamlar... Sınırlara dayandığımda, darlandığımda, başımı duvarlara vurduğumda, aynalarım kırıldığında fark ettim ki kalıcılığa uygun değil burası. Bende kalası değil bu gövde. Bana kalmaz bu şehir…

ki sen bu beldenin sakinisin.

Aldanışım zamanla pekişti. Anadan kıza devrediyor gençlik. Böyle gördüm. Babadan oğula akıyor kuvvet. Doğuranlar ve doğurulanların varlığı kesintisiz bir devamlılık vaad ediyor. Sebepler sonuç veriyor. Ağaçlar meyveye duruyor, mevsimler birbirine bağlanıyor. Gece sabahı doğuruyor, gündüz akşamı hazırlıyor. Pürüzsüz bir akış bu. Unuttum evvelimi. Unuttum âhirimi. Öncesiz ve sonsuz bir uykuya koydum başımı. Aldandım. Her aldanmış gibi aldandığımı da fark etmez oldum. Bir cam kırığı olup battı an gırtlağıma. Tükenişimi gördükçe ayağa kalkar oldum. Geciktim. Gün akşam oldukça, vaktin akışı ateş olup indi nabzıma. Vurdukça sarsıldım. Çekildim sonsuzluk vaad eden köşelerden. Ayaklarım çukura indi.

[...işte Ben şahitliğe çağırıyorum] doğuranı ve doğurulanı.

Var oluş çelişkisi bu. İki arada bir derede olma ağrısı. Kalmaya gönlü yatan ama gidici olduğunu fark eden insan acısı. Sonsuza sevdalı bir kalbin her an yeni bir ayrılıkla kanayışı. Olduğu gibi olamama sancısı. Burada "şimdilik" var olduğunu kabullenememe hüznü. Var-yok arası salınmalar. Hüzünden neşeye, sevinçten kedere savrulmalar. Kalmaya değil gitmeye geldiğini bilememeler… "Her sevda bir veda besler" demeler. Vuslatların hasretleri çoğaltışına sessizce razı olmalar. Aşkları da acıları da aynı beşikte büyütmeler. Lezzetin zevaliyle elem çekmeler… Ümit ile korku arasında gelip gitmeler. Med-cezirler…

Biz [seni] meşakkat içinde [sınanmak üzere] yaratmaktayız.

Ne var ki kendimi kendime yeter sandım. Zamanın nehrinde akıp gittiğimi unuttum. Var-yok arası salınışlarımı görmezden geldim. Gövdeme güvendim. Zindeliğime aldandım. "Ben" diyebildiğim için kendimi başıma buyruk sandım. Sürekliliği sevdim. Nefeslerimi garanti bildim. Varlığımı servetle tahkim ettim. Elimdekiler çoğaldıkça, ayrılıkları yok edeceğime inandım. Üst üste yığmaları, kendine yontmaları, yeni şeylere sahip olmaları tükenişlerin ilacı sandım. Zırh diye çoğalttım servetimi. Kendimi fena rüzgârlarına karşı bağışık saydım. Tükenişler bana dokunmaz sandım. Terk edişler, eriyişler, yok oluşlar, kayboluşlar bana uğramaz sandım. Üstelik, var oluşuma bileğimin hakkıyla katkıda bulunduğumu hesap ettim. Kalınlaştırdım benlik kabuğumu. Kırılabileceğine ihtimal vermedim. Bütünlüğümün bozulmasına razı olmadım. Dünyanın sıcağına kandım. 

Ne yani, şimdi [sen] kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor[sun]? [Dahası] "Ben [bu konuma gelmek için] kucak dolusu servet harcadım" mı diyor[sun]?

Bana verdiğin emeği göremedim. Beni hiç yoktan, sebepsiz var etme iradeni önemsiz sandım. Böyle gelmiş böyle gider hesabıyla, kendi seçilmişliğimi yok saydım. Yokluğuma razı olmayışını hatırlayamadım. "Sensiz olmaz!" dediğin için şimdi burada olduğumu unutayazdım. İtibarımı bir Sen bildin; ama ben kendime başka bakışlarda yer aradım. Başkalarının nazarında gözde oldukça Senin bakışından saklanacağıma inandım. Sahip olmaya o kadar odaklandım ki, benim de bir Sahibimin olduğunu unuttum. Değerimi kendim inşa ederken, Senin değerlin olduğumu anlamadım. Hırslarımı büyütürken günden güne, üzerimdeki merhamet dokunuşunu küçümsedim, şefkatle terbiye edişini yok saydım.

Yoksa [sen], kimsenin seni görmediğini mi zannediyor[sun]?

Bana iki göz vermişsin. Demek ki görmemi isteyen Sensin. Bir dil vermişsin ki konuşmamı dileyensin. Dudaklarım da Senin eserin; belli ki dudağım istemeye yetişmezken, istemesini bile bilemeyeceğim güzellikleri Sen vermişsin. Şimdi ben nasıl olur da bana görmeyi bahşeden Seni hiç görmüyormuş sayarım! Nasıl olur da, bana konuşmayı bahşeden Seni, hiç duymazmış sanırım!

Anlıyorum; vicdanımın durduğu yerde durmalıyım. Kanmamalıyım var oluşun konforuna. Aldanmamalıydım sahip olmaların zevkine. "Geldin gidiyorsun işte…" diyen iç sesimi duymalıydım. Can kulağıma şefkatle eğilip beni benden öte aşırmayı dilemeni ciddiye almalıydım.

[Sana] iki göz verdik mi? Dahası bir dil ve bir çift dudak…

Tercihler arifesindeyim. Seçim sancısındayım. Kavşaktayım. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Bir yokuş başındayım. Yokuşlar bedel ister bilirim. Tercihler terk etmeleri gerektirir. Gitmeler, geride bırakılanlara değmelidir. Kendimi "ben" diye bileli şaşkınım. Anladım sınanmalardayım. Neresi hayırlı? Hangi yönde güzellik saklı?

Fakat [sen, ucunda cennet olan] sarp yokuşu tırmanmak için bedel ödemeye yanaşmadı[n]. Bilir misin nedir o sarp yokuş?

Anlıyorum; vicdanımın durduğu yerde durmalıyım. Kanmamalıyım var oluşun konforuna. Aldanmamalıydım sahip olmaların zevkine. "Geldin gidiyorsun işte…" diyen iç sesimi duymalıydım. Can kulağıma şefkatle eğilip beni benden öte aşırmayı dilemeni ciddiye almalıydım. Tutmalıyım söz ağacının dallarını. Beni düştüğüm yerden kaldıran uyarına göz kulak kesilmeliyim. Yeni baştan, taze bir heyecanla, şimdi ve burada, sadece bana söylediğini bilerek dinliyorum şimdi:

Zincirlerinden kurtarmak kişiyi. Veya açlık gününde doyurmak. Yakını olan bir yetimi. Ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü…

Belli ki, içimi dışıma çevirmek istiyorsun. Kıyametimi koparmak muradın. Ben kaygısıyla sarındığım bu dünyalık libası üzerimden almaktır dileğin. Benlik sevdasıyla ördüğüm menfaat ağını yırtmamı bekliyorsun. Beni benden aşırmak istiyorsun. Engel benim Sana gelmeye. Yokuş benim Sana varmaya… Bildim o "sarp yokuş"u şimdi… Bildim. Benim! Kendimden daha sarpı yok. Bencilliğimden daha dik yokuş yok! Zincire vuran da benim, zincire vurulan da… Bu açlık gününde, şu fani ömürde, Seni bulmakla doyarım ancak. Ne var ki kendimi yalancı gıdalarla doyurup Sana aç bıraktım. Tok sandım kendimi rahmete, affa, gufrana. Yetim de benim. Elimi tutarken Sen, uzağa attım kendimi. Dünyalı oyuncaklara daldım. Sılam Senin yakınlığın iken, boş odalarda yakınlık aradım. Oysa evim Sensin. Senin yanındadır vatanım. Senin yakınlığındadır kavuşmalar. Ah; ben kendimi Senden sürgün etmişim.

İman edenlerden olmak ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmek…

Buradayım ey Rabbim. Senden emin olmanın bedeli hak ise tâbi olmaya geldim. Hakka tâbi olmanın bedeli sabır ise, sabretmeye niyetlendim. Beni Senin tarafında duranlardan say. Sarp yokuşa kadem basanlar arasına al.