Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Dihye B. Halîfe El-Kelbî

1 Şubat 2011 Salı Sahabe / Sahabiler

Hz. Peygamber'in Bizans Kralına gönderdiği davet elçisi Dihye (r.a.) Bedir gazvesinden hemen sonra Müslüman olmak düşüncesiyle Allah Rasulü (s.a.s.)’nün huzuruna geldi. Hz. Peygamber ona olan iltifatını göstermek için sırtındaki hırkasını çıkarıp üzerine oturması için uzattı.

Nihayet Dihye (r.a.) Bedir gazvesinden hemen sonra Müslüman olmak düşüncesiyle Allah Rasulü (sav)’nün huzuruna geldi. Hz. Peygamber (sav) ona olan iltifatını göstermek için sırtındaki hırkasını çıkarıp üzerine oturması için uzattı. Dihye (r.a.) de hırkayı alıp öptü başının üzerine koydu. Sonra da kelime-i şahadet getirerek Müslüman olduğunu açıkladı. Dihye (r.a.) bu andan itibaren Hz. Peygamber (sav) ile birlikte bütün önemli faaliyetlerde bulunmuş, ayrıca bir seriyyenin de kumandanlığına getirilmiştir. Dihye b. Halîfe (r.a.)’nin İslâm tarihinde adının duyulmasına sebep olan en önemli hadise ise Hz. Peygamber (sav)’in davet elçisi olarak görevlendirilmiş olmasıdır. Allah Rasulü (sav) Hudeybiye Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Arap Yarımadası’nda bulunan kabilelere ve komşu devletlere İslâm’a davet mektupları göndermeye karar verdi.Aslen Güney Arabistan kaynaklı olup daha sonra Şam bölgesini yurt edinen Kelb kabilesine mensup bulunan, bu sebeple Kelbî nisbesiyle meşhur olan Dihye b. Halîfe (r.a.)’nin hicretten önceki hayatı hakkında kaynaklarımızda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber onun genç yaşta Medine’de Müslümanlar arasına dâhil olduğu anlaşılmaktadır. Dihye b. Halîfe (r.a.) İslam’a girmeden önce de Allah Rasulü (sav)’ne muhabbet duyar, yanına her gelişinde ona hediye takdim ederdi. Fakat Hz. Peygamber (sav) de her defasında “Eğer benim gerçekten memnun olmamı istiyorsan, İslam’a gir ve ateşten kurtul." diyerek onu İslam’a davet ederdi.

Hz. Peygamber (sav)'in Herakleios'a gönderdiği mektubun aslı günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır.Mektupta şu hususlara yer verilmiştir: “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla! Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed’den, Rumların kralı Heraklios’a:  Allah’ın selamı, hakikat yolunu izleyen kimsenin üzerine olsun! Seni tam bir İslâm daveti ile dine çağırıyorum: İslam’a tabi olursan esenlik içinde olur sun ve Allah sana iki kat ecir ve sevap verir. Ama bundan kaçınacak olursan, köylülerinin (hükmün altındaki tebeanın) günahları da senin üzerine olacaktır. “Ve (siz) “Ey kendilerine Kitap gönderilenler! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve aramızdan hiç kimse çıkıp da Allah’tan başkasını tapınacak Rab edinmesin." Eğer tüm bunlardan sonra onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman  “Siz şahit olun ki kuşkusuz biz Müslümanız (Allah’a teslim olup inananlardanız) deyiniz."Dihye b. Halîfe el-Kelbî (r.a.) de bu faaliyet çerçevesinde Bizans İmparatoru Herakleios’a gitmekle görevlendirildi. Bu görev hicretin 7. yılı Muharrem’inde (Mayıs 628) gerçekleştirilmiştir. Dihye (r.a.)'nin asıl görevi, mektubu Herakleios'a ulaştırmak üzere Bizans'ın Busra valisine teslim etmekti. Ancak bu sırada imparatorun Filistin'de bulunması sebebiyle bizzat onun huzuruna çıkma imkânı buldu. Siyer kaynaklarında Dihye (r.a.)'nin Herakleios'la görüştüğü esnada ticaret için Gazze'de bulunan Ebu Süfyan'ında imparatorun isteği ile buluşmada hazır bulunduğu zikredilir. Muhammed Hamîdullah'ın tespitine göre


Kral mektupta yazılanları dinledikten sonra o sırada ticaret amacıyla bölgede bulunan Ebu Süfyan'ı huzuruna çağırttı. Ona Peygamberimiz (sav) hakkında birçok sual sordu.

Dihyetü’l-Kelbî (r.a.) Herakleios’un sözlerinden kalbinin İslamiyete iyice ısındığını görünce ümitlendi. Onu tekrar Müslüman olmaya davet etti. "Beni sana gönderen zat senden hayırlıdır. Sen benim sözlerimi alçak gönüllülükle dinle. Verilen öğüdü kabul et. Bunu yaparsan öğüdü anlarsın. Öğüt kabul etmezsen insafı olmazsın." Sonra da, "Mesih İsa namaz kılarmıydı?" diye sordu. Hükümdar, "Evet" dedi. Dihye "Öyle ise ben seni, Mesih'in kendisi için namaz kılmış olduğu Allah'a imana davet ediyorum. Ben seni daha Mesih annesinden doğmadan önce gökleri ve yeri yaratıp idare etmekte olan Allah'a davet ediyorum. Ben seni, Musa'nın, ondan sonra da İsa'nın geleceğini haber verip müjdelediği ümmî peygambere iman etmeye davet ediyorum. Şayet sen bu hususta bir şey biliyor ve dünya ve ahiret saadetini elde etmek istiyorsan onları hatırla. Aksi takdirde ahiret saadetin elinden gider. Dünyada da şirk ve inkâr karanlığı içinde kalırsın. Şunu da iyi bil ki, Rabbin olan Allah zalim ve diktatörleri helak edici ve nimetleri de değiştiricidir."Kral mektupta yazılanları dinledikten sonra o sırada ticaret amacıyla bölgede bulunan Ebu Süfyan'ı huzuruna çağırttı. Ona Peygamberimiz (sav) hakkında birçok sual sordu. Ebu Süfyan o sırada Müslüman değildi. Fakat hükümdarın bütün sorularını doğru olarak cevaplandırdı: “O, yalnız bir Allah’a ibadet etmeyi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor, atalarımızın taptığı putlara tapmaktan bizi men ediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, fakirlere yardım etmeyi, haramlardan sakınmayı, ahde vefayı, emanete hıyanet etmemeyi, akrabayı ziyaret etmeyi emrediyor." Ebu Süfyan bu konuda daha sonra şu itirafta bulunmuştur: "Vallahi Muhammed hakkında bana sorulanlar hususunda söyleyeceğim yalanı arkadaşlarımın orada burada anlatmalarından korkmasaydım, muhakkak yalan söylerdim." Herakleios, Peygamberimiz (sav) hakkındaki suallerine aldığı her cevaptan sonra, "Zaten peygamberler böyledir." diyordu. Mektup gönderen zatın son peygamber olduğuna kesin olarak inanmıştı.

Peygamberimiz (sav) esasında Başpatrik Dağatır'a da bir mektup yazmıştı. Kralın da tavsiyesi üzerine Dihye (r.a.) vakit geçirmeden onun yanına gitti. İslâm Peygamberi (sav)’nin davet mektubunu takdim etti. Allah Rasulü (sav) mektubunda onu İslâmiyete çağırıyor ve şöyle diyordu: "İman edenlere selam olsun. Şüphe yok ki, Meryem oğlu İsa, Allah'ın Meryem'e ilka eylediği pak ve temiz kelimesidir. Ben Allah'a, Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a bunların torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri katından verilenlere inanırım. Biz onlardan hiçbirini diğerinden ayrı tutmayız. Hepsinin peygamber olduğuna inanırız. Biz Allah'ın emirlerine boyun eğen Müslümanlarız. Selam doğru yola tabi olanlara olsun."Herakleios Hz. Muhammed (sav)’in hak peygamber olduğuna inanıyordu. Fakat saltanatının elinden çıkacağından korktuğu için bir türlü imanını açıklayamıyordu. Bunu şu sözleriyle ifade etti: "Allah senin iyiliğini versin. Seni rahmetine erdirsin. Ben iyi biliyorum ki, senin yanından geldiğin kimse Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Zaten biz O'nun gelmesini bekleyip duruyorduk. Kitaplarımızda onun ismini ve vasıarını yazılı bulmuştuk. Fakat ben hayatım hakkında Rumlardan endişe ediyorum. Eğer halkımdan emin olsaydım, her türlü güçlüğe katlanarak ona tabi olur hizmet ederdim. Sen şimdi en iyisi Başpatrik Dağatır'a git. O Hristiyan âlimlerinin büyüklerindendir. Onu da Îslâmiyete davet et."

Başpatrik Dağatır, Dihye (r.a.)'yi gönderdikten sonra, üstünde beyaz elbiseleri ve elinde asası ile halkın huzuruna çıktı. En küçük bir pervası yoktu. Belki öldürüleceğini, şehit olacağını biliyordu. Ama artık ehemmiyeti yoktu.

Kızgın ve bağnaz Rumlar onun evinin etrafını çevirdiler, hiddetle bağırarak patriklerinin kendilerine hitap etmesini istediler. Ama artık Dağatır onların din adamı değil, Hz. Peygamber (sav)’in bir ümmeti olmuştu ve onun yakın dostlarından Dihyetü'l-Kelbî (r.a.) ile belki de son konuşmalarını ve görüşmelerini yapmaktaydı. Dağatır bu arada Rasul-i Ekrem (sav)’e hitaben bir mektup yazdı ve Dihye’ye teslim etti ardında da "Bu mektubu al, efendimize git ve ona selamımı söyle. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna şahadet ettiğimi kendisine haber ver. Ben ona iman ettim, onu tasdik ettim ve ona tabi oldum. Fakat gördüğün gibi, bu adamlar bunu inkâr ediyorlar. Bu gördüklerini de aynen efendimize anlat." dedi.Büyük bir âlim olan Dağatır elinde bulunan kitaplarından son peygamberin çıkacağını öğrenmiş, vasıflarını okumuştu. Mektubu okur okumaz, "Allah'a yemin ederim ki, senin efendin Allah'ın gönderdiği peygamberdir. Biz onun ismini ve vasıarını biliyorduk." dedi ve hiçbir tereddüt göstermeden iman etti. Başpatrik Dağatır bu görüşmeden sonra evine kapandı ve hiç dışarı çıkmaz oldu. Dihye (r.a.) de onu yalnız bırakmıyor, sık sık ziyaretine gidiyordu. Başpatrik o pazar, kilisedeki âyine iştirak etmedi. Bu arada halk başpatriklerindeki bu değişiklikten haberdar olmuştu.

Dağatır, Dihye (r.a.)'yi gönderdikten sonra, üstünde beyaz elbiseleri ve elinde asası ile halkın huzuruna çıktı. En küçük bir pervası yoktu. Belki öldürüleceğini, şehit olacağını biliyordu. Ama artık ehemmiyeti yoktu. Çünkü ahir zaman peygamberine ümmet olmuştu. Halka şöyle hitap etti: "Ey Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamberden bir mektup geldi. Bizi Allah'a imana davet ediyor. Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Ahmed de onun kulu ve Rasulüdür." dedi. Halk duyduklarından öfkelenerek hep birlikte onun üzerine saldırdılar ve feci bir şekilde katlettiler. Bundan sonra Dihye (r.a.) tekrar hükümdarın yanına gitti. Durumu haber verdi. Hükümdar, "Ben sana hayatımız hakkında onlardan korkarız dememiş miydim? Yemin ederim ki, Dağatır onların yanında benden daha saygı değer biriydi" dedi. Sonra da birçok hediye vererek Dihye (r.a.)'yi geri gönderdi.

Saltanatının devam etmesinin bu mektuba bağlı olduğunu hükümdar da anlamış, Rasulüllah’ın mektubunu atlas bir ipeğe sarıp altından bir borunun içine koyup saklamıştı. Bu mektubun saklanmasını kendinden sonra gelenlere de vasiyet etmişti. Gerçekten de öyle oldu. Mektup kaybolduğunda bu hanedan saltanatı kaybetti.


Dihye b. Halîfe (r.a.)'nin başkanlık ettiği davet heyeti, dönüş yolunda soyulmuş, ancak bölgede yaşayan Müslümanlar Dihye'nin yardımına koşarak eşyalarını geri almışlardı. Medine'ye dönüşte durum Hz. Peygamber (sav)'e anlatılınca, Allah Rasulü (sav) elçisine saldıranları cezalandırmak amacıyla Zeyd b.Harise (r.a.) kumandasında Cüzâmlılar'a karşı bir askerî birlik sevkedildi.Dihyetü’l-Kelbî (r.a.) Medine'ye dönerken Cüzâm kabilesinin yurdundan geçerken Hismâ mevkiinde çapulcuların saldırısına uğradı. Saldırganlar yanında bulunan her şeyi aldılar. Dihye (r.a.) Medine'ye elleri boş bir şekilde girdi. Hemen Rasulüllah (sav)’ın huzuruna çıktı. Olup bitenleri başından sonuna kadar nakletti. Rum hükümdarının mektubunu takdim etti. Peygamberimiz (sav) mektubu okudu. Sonrada şöyle buyurdu: "O bir müddet daha saltanatta kalacaktır. Mektubum yanlarında bulundukça onların saltanatı devam edecektir." Saltanatının devam etmesinin bu mektuba bağlı olduğunu hükümdar da anlamış, Rasulüllah (sav)’ın mektubunu atlas bir ipeğe sarıp altından bir borunun içine koyup saklamıştı. Bu mektubun saklanmasını kendinden sonra gelenlere de vasiyet etmişti. Gerçekten de öyle oldu. Mektup kaybolduğunda bu hanedan saltanatı kaybetti.

Siyer kaynaklarında vahyin geliş şekillerinden bahsedilirken vahiy meleği Cebrail (a.s.)'in Dihye (r.a.)suretine girerek Hz. Peygamber (sav)'e vahiy getirdiği ve ashaptan birçoğunun onu Dihye (r.a.) zannettiği hususu zikredilir. Nitekim bir gün Cebrail aleyhisselam, Dihye (r.a.) sûretinde Mescid-i Nebi’ye, Rasulüllah Efendimizin yanına geldi. Bu sırada daha çocuk yaşta olan Hz. Hasan (r.a.) ile Hz. Hüseyin (r.a.) de mescidde oynuyorlardı. Cebrail aleyhisselamı Dihye (r.a.) zannedip, hemen ona doğru koştular ve ceplerine ellerini sokup, bir şeyler aramaya başladılar.

Rasulüllah buyurdu ki: “Ey kardeşim Cebrail! Sen benim bu torunlarımı edepsiz zannetme! Onlar seni Dihye sandılar. Dihye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunlar da hediyelerini alırlardı. Bunları öyle alıştırdı. "Müslümanlığından önce olduğu gibi Dihye (r.a.)'nin Hz. Peygamber (sav)'den sonraki hayatı hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak kaynaklarda onun Suriye seferlerine katıldığı, bu sırada Yermük Savaşı'nda kumandan olarak görev yaptığı, Suriye'nin fethinden sonra Şam'ın Mizze semtine yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edilir. Kaynaklarda ölüm tarihi de verilmemiş, sadece Muaviye devrine kadar yaşadığı belirtilmiştir. Bundan hareketle onun 50 (670) yılı dolaylarında Şam’da vefat ettiği ileri sürülür.