Hz. Peygamber'in Eğitim(ciliğ)ini Güncellemede Çoğulluk

07 Haziran 2010

Hz. Peygamber’ín Eğitim Modelini Örnek Almada Farklılaşma

Nitekim müteakip asırlarda Hz. Peygamber (sav)’in eğitim anlayış ve uygulamalarını temel kaynak olarak gören, ona dayandıklarını, onu örnek aldıklarını iddia eden Müslümanlar, Hz. Peygamber (sav)’in eğitime ilişkin söz, tutum, davranış ve uygulamalarını anlamada ve onları kendi çağlarına taşıyıp uygulamaya koyma hususunda farklılaşmışlardır. Farklı zamanlarda/dönemlerde olduğu gibi aynı dönemde farklı coğrafyalarda da, bu farklı eğitim anlayış ve uygulamaları görülmüştür. Bir Emeviler dönemindeki eğitim uygulamalarıyla, Abbasiler, Osmanlılar dönemindeki eğitim uygulamaları arasında farklılıklar bulunduğu gibi, aynı dönemde, sözgelimi, Endülüs'teki küttaplarda uygulanan programla, mağrip ülkelerindekilerin, doğudakilerin programları arasında da farklılıklar olmuştur. (Bk. Çelebi, 1983: 48.)

Dahası, aynı çağda yaşayan, ama eğilimleri ve buna bağlı olarak bilgi donanımları farklı olan mesela felsefecilerinki fıkıhçılarınkinden, sufîlerinki diğerlerinden vb. çok farklı olmuştur. Sözgelimi, Eski Yunan felsefesini referans alan Müslüman filozoflar sayesinde İslam ortaçağı boyunca İslam ilimlerinin Yunan felsefe ve ilimleriyle etkileşimi, İslam eğitiminin karakterini geniş çapta etkilemiştir. Hz. Peygamber’in oluşturduğu eğitim modelini örnek edinen Müslümanların farklı kültür havzalarında, farklı dönem ve coğrafyalarda oluşturdukları eğitim modelleri, birbirinden oldukça önemli farklılıklar göstermektedir.

İmam-ı Azam gibi alimlerin ders halkalarında öğrencileri soru sormaya teşvik eden, ileri düzeyde bir sorgulayıcı/eleştirel düşünceyi tetikleyen, hocasının görüşlerine öğrencisinin katılmadığını rahatlıkla söyleyip kendi düşüncelerini savunmasına imkân sağlayan bir eğitim ortamı varken, zamanla hocaya soru sormayı bile âdâba muğayir sayan, hocaların söylediklerini/yazdıklarını bellemeyi nihai amaç edinen eğitim anlayış ve uygulamaları Müslümanlarca benimsenebilmiştir. Anlam(landırm)ayı öngören eğitim, yerini zaman zaman/yer yer ezbercilik ve “manasını anlamadan tekrar”la öğrenmeye bırakabilmiştir. Bilgiyi, bireyin aklını kullanarak keşfedeceği, arayarak bulacağı ve onu kullanarak sorunlarını çözüp kendini geliştireceği bir şey olarak kabul edenler olduğu gibi, onu birinden alınacak, elde edilecek ve başkasına aktarılacak bir şey (malumatfuruşluk) olarak görenler de olmuştur.

Müslümanların gerçekleştirdikleri eğitimde fiziksel şiddete yer verilmemesini, çocuk bile olsa birey olarak öğrencinin kişiliğinin önemsenmesini öngörenler ve bu anlamda dönemlerine göre son derece ileri görüşler/tutumlar ortaya koyanlar olmasına karşın, zaman içinde falakayı okulun temel araç gereci olarak görenler de oldu.

Bu İslami eğitim modellerinden kimi Kelam ilminin felsefîleşmesine yol açarken kimi, felsefeyle uğraşmayı dine aykırı görebilmiştir. O kadar ki, içinde felsefe kitapları olan kütüphanenin vakfedilmesi bile uygun görülmeyebilmiştir. Nitekim bu durumdan çok rahatsız olan Katip Çelebi (ö.1067/1657), akli ilimlerin ve hatta üst düzeydeki bir kelamın çözülüşünü üzüntüyle belirttikten sonra, “nice kafasız kişinin” , geçmiş rivayetleri körü körüne “taklitte kayalar gibi hareketsiz donup” kaldıklarını, düşünceye başvurmaksızın, felsefe ve yeni bilimleri reddedip” kötülediklerini, “yer ve gök hakkında hiçbir şey bilmezken, kendilerini bilgin yerine koyar” olduklarını dile getirmekte ve sözüne şöyle devam etmektedir: ”Yer ve gök âlemini hiç gözlemediler mi?” (A’râf, 185) şeklindeki ikaz, böylesinin kulağına girmeyip zemin ve eflâkde nazarı(düşünmeyi) bakar gibi göz ile bakmak sandı.” (Katip Çelebi,1306: 10.)

Müslümanların gerçekleştirdikleri eğitimde fiziksel şiddete yer verilmemesini, çocuk bile olsa birey olarak öğrencinin kişiliğinin önemsenmesini öngörenler ve bu anlamda dönemlerine göre son derece ileri görüşler/tutumlar ortaya koyanlar olmasına karşın, zaman içinde falakayı okulun temel araç gereci olarak görenler de oldu.

Ortak İsim: İslami eğitim/İslam Eğitimi

Ne var ki, uygulanan bu farklı eğitim uygulamalarının bir ortak noktası vardı: Hepsinde de, eğitim sisteminin tümüne din nüfuz etmiş, bütün eğitim uygulamalarına din, bir ruh gibi sinmişti. Bütün eğitim uygulamalarına yön veren felsefe/zihniyet, dinî idi. Herkes, eğitimde samimiyetle Hz. Peygamber’e ittiba etme, onu örnek edinme, onun eğitimini kendi çağdaşı kılma çabası içindeydi. Her biri Kur’an ve sünneti merkeze yerleştirerek onların öngördüğü İslami eğitimi gerçekleştirmeye çalışmaktaydı. İşte, asırlar boyunca uygulanan farklı eğitim-öğretim etkinlikleri, bu temelde birleşmektedir. Onun için hepsi, İslami eğitimdi. (Din eğitimi bilimi literatüründe, Tanzimat’a kadar yürütülen eğitim bu niteliğinden dolayı “İslami eğitim” diye nitelendiriliyor, Tanzimat’tan sonra yürütülen İslam diniyle ilgili eğitime ise, “İslam eğitimi” deniliyor.)

İslami eğitim adına ortaya konan düşünceler, somut tutum ve davranışlar, birbirinden farklı olabildikleri gibi, çatışır nitelikte de olabilmiştir/olabilir. Bu, gayet doğal bir durumdur. Çünkü herkes, Hz. Peygamber’i kendini kuşatan sosyo-kültürel-idari ortamın, ulaştığı kavrama düzeyinin, sahip olduğu müktesebatın vs. elverdiği ölçüde tanıyabilir. Ancak bu farklılaşma durumu, onların aynı ad altında yer almalarına engel değildir. Söz gelimi, rasathaneyi yaptıran eğitim ne kadar İslami eğitim idiyse, onun yıkılmasını uygun gören eğitim de o kadar İslami eğitimdi. Rasathaneyi yapan medreseli ile, onu yıkan medreseliyi harekete geçiren kaygı, felsefe aynıydı, amaçları aynı temele dayanıyordu; her ikisi de dindarlığının gereğini yerine getirmenin heyecanını, mutluluğunu hissediyorlardı. Her ikisi de içtenlikle kendince İslam’ın uygun gördüğünü gerçekleştirme niyetine sahipti, bunun için çabalıyorlardı. İslami sabiteler, onların ortak paydası olmaya devam etti.

Bu noktada Muhammed İkbal’in sözünü hatırlatmakta yarar var: “İslam tarihi ne İslam’ın aynıdır ne gayrıdır, ama hem aynıdır hem gayrıdır.” Tarih içinde bugüne kadar İslam eğitimi namına hangi hasılalar ortaya konduysa, bunların İslam’la özdeşleştirilmesi yanlış olacağı gibi, onunla ilgisiz sayılması da yanlış olur. Bugün ve yarın ortaya konulacak olanlar da bundan tümüyle kopuk olmayacaktır. Çünkü dini anlama, yorumlama ve uygulama tarihinin, olduğu gibi tekrar etmesi mümkün olmadığı gibi, kendi tarihî tecrübesinden bütünüyle kopuk olması da düşünülemez.

Bütün bunlar şu gerçekleri açıkça ortaya koymaktadır:

• Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu eğitim modelini, on beş asırlık bir tarihsel süreçte Müslümanlar, içinde bulundukları çevrenin şartları ve imkânları çerçevesinde kendi anlayış ve yorumlarına göre anlayıp uygulamışlardır. Bu eğitim anlayış ve uygulamaları, dinin öngördüğü sabitelerde ortak olmakla birlikte birbirinden farklılıklar taşımaktadır.

• İslami eğitim (İslam eğitimi) denince Müslümanların Hz. Peygamber’in eğitim(ciliğ)ini güncelleme çerçevesinde ürettiği eğitim anlayış ve uygulamaları akla gelmelidir. Dolayısıyla, İslami eğitim dendiğinde yöreden yöreye, zamandan zamana hiç değişme göstermeyen bir tek sabit eğitim modeli/kalıbı anlaşılmamalıdır. Aksine İslami eğitimin yöreden yöreye, çağdan çağa değişmeyen sabiteleri olmakla birlikte farklı ortamlarda değişiklikler gösteren boyutları da vardır. O kadar ki, bu değişiklikler bazen birbiriyle tam bir zıtlık dahi arz edebilmektedir.

• İslami eğitim ismi altında birbirinden farklı eğitim modellerinin ortaya çıkmasında rol oynayan önemli faktörlerden biri, Müslüman(lar)ın anlama/kavrama düzeyi, yaklaşım biçimidir. Müslümanların İslami eğitim diye yaptıkları şey, kendi dinî bilgilerinin/İslam anlayışlarının eğitim bağlamında hayata geçirilmiş halidir. Yani, insanidir, tartışmaya, değişmeye açıktır. Dolayısıyla, tarihte kalmış İslami eğitim anlayış ve uygulamalarından hiçbiri, bizim için toptan mutlak kabul edilmesi gereken model olamayacağı gibi, toptan reddedilmesi gereken bir eğitim modeli de değildir. Biz, tanıyıp anlamlandırmak suretiyle onlardan da yararlanarak, kendimize özgü bugünün din eğitimi modelini oluşturmakla yükümlüyüz. Bunu yaparken önyargısız bilimsel bir yaklaşımla sorgulayıp değerlendirmemiz gerekir. Bu eleştirel yaklaşımla değerlendirme, bugün Hz. Peygamber’in eğitimini güncelleştirme çerçevesinde kendi din eğitimi anlayış ve uygulamalarımızı belirlemede elimizden tutacaktır.

• Kısacası, bugün Hz. Peygamber’in eğitim(ciliğ)ini güncelleştirme çerçevesinde şöyle bir yol izlemek gerekir: Önce, Hz. Peygamber’in eğitim anlayış ve uygulamalarını kendi sosyo-tarihsel bağlamında anlamlandırmak. Hem bunu anlamlandırma hem de güncelleme sürecinde yararlanmak amacıyla, bu peygamberî eğitimin tarih içindeki anlaşılış ve uygulanış örneklerini tanıyıp anlamlandırmak. Bu anlamlandırma ameliyesi, Hz. Peygamber’in eğitim uygulamalarının özünü yakalama imkânı verecektir. Tarihsel/yöresel eğitim kalıplarına ruh veren bu öz, zaman aşımına uğramayan evrensel niteliktedir. Bu noktada, içinde bulunduğumuz çağın penceresinden o özü anlama/yorumlama, onun açılımını yapma sürecini devreye sokmak gerekmektedir. Bu sürecin sağlıklı işletilmesi ise, içinde bulunduğumuz sosyo-kültürel-idarî çevreyi iyi tanıma, çağı anlama, çağın getirdiği bilimsel ve teknolojik imkânlardan da yararlanma düzeyimizle doğru orantılıdır.

Hz. Peygamber’in eğitiminin yirmi birinci asır Müslümanları için yorumunu ve ona uygun uygulamalarını oluşturmamız için böylesine çok yönlü çalışma gerekmektedir. Bilimsel yaklaşımla yürütülmesi gereken bütün bu çalışmaları şu temel soru yönlendirecektir: “Bugün Hz. Peygamber olsaydı, din eğitimini nasıl formatlardı?” Elbette bu sorunun cevabı, herkesin Hz. Peygamber’i anlama düzeyine, İslam anlayışına göre şekillenecektir/farklılaşacaktır. Mevlana’ya kulak vermek gerekiyor: “Dün de geçti, düne ait söz de dün gelip geçti. Bugün bir yeni söz söylemek gerek.”

Kaynaklar: Aydın, M. Şevki, “Hz. Peygamber’in Eğitim(ciliğ)ini Güncelmek” Diyanet Aylık Dergi, Nisan, 2010. Çelebi, Ahmet, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, Terc. Ali Yardım, İstanbul,1983. Çelebi, Katip, Mîzanu’l-Hak fî İhtiyari’l-Ehak, Kostantıniyye, 1306.