Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Konuşamayan Hayvanların Hamisi

20 Mayıs 2014 Salı Sonpeygamber.info / Yazarlar


Bu dünyada konuşamadıkları için varlıklarına yeterince hürmet etmediğimiz, merhametimize kaldığını sandığımız varlıklarla birlikte yaşıyoruz. Hayvanların bir emanet ve imtihan vesilesi olduğunu idrak edip haklarını teslim edemiyoruz bu yüzden.

Pasifik Okyanusunun 7.7 kilometre derininde yaşayan ve oradan hiç yukarı çıkamayan balığın, onu duyan bilen bir sahibinin olması nice perdeleri aralıyor gözümüzde. 100 metre sıçrayan bir milim hacimli böcek, verilen role amenna diyerek sessizce tevekkül eden, kışları uyuyup baharda yeryüzüne çıkan solucan ne kadar ırak bizden. Fakat başı önde grup halinde yürüyen köpekleri, her an göz göze gelinen,  güzellikleriyle büyüleyen kedileri, etrafımıza garip bir sırla yuva yapan kuşları, kaybolduklarında dünyanın dengesi bozulan arıları kimse görmezden gelemez.

Peygamberimiz bir gün Ensar’dan birinin bahçesinde bir deveyle karşılaşır. Yürek burkucu iniltili sesler çıkaran devenin gözünden yaşlar gelince onun başını, boynunu, hörgücünü okşayarak yatıştıran Peygamberimiz gözyaşlarını silerken “sahibi kim” diye seslenir etrafa.  Genç biri gelerek “benim ya Rasûlullah” der. “Sana mülk kılan Allah’tan korkmuyor musun bu deve hakkında, hayvan onu aç bırakıp üstelik de yorduğun için senden şikâyetçi” sözünü işitmek kahredici olsa gerek.

Peygamberimiz’in kendisinden önce gelen peygamberlere dair kıssaları ve olayları da anlattığını biliyoruz. Kendisini ısıran bir karıncaya kızıp yuvasını yaktıran bir peygamberin “seni ısıran bir tek karınca idi sen ise tesbih eden bir ümmeti helak ettin” vahyiyle azarlandığını anlatır. Hatta şefkati daha da ileri götürerek karınca yuvalarının yakınında bile ateş yakılmasını yasaklar.

Bu farkındalıklar hayvan haklarıyla ilgili düzenlemeleri sıkça getiriyor gündeme. Onları kendimizden insanın zulmünden ve ihmalkârlığından nasıl koruyacağımız meselesidir aslolan. Zalimler için caydırıcı bir müeyyide olsun diye çırpınır durur duyarlı insanlar.

Peygamberimiz’in anlattığı başka olayda da bir peygamber ümmetiyle birlikte yağmur duasına çıkmıştı. ‘Peygamber bir süre sonra bazı ayaklarını havaya kaldırmış vaziyette bir karınca gördü ve ümmetine, “dönün artık karıncanın durumu sebebiyle duanız kabul edilmiştir” buyurdu’ diye anlatmıştı. Peygamberimiz’in tutumu o kadar etkilidir ki Ashab’dan Adiyy İbn Hatim (ra) ekmek ufalayarak karıncalara atar şöyle derdi, “bu mahlûklar komşularımızdır, üzerimizde hakları vardır.”

Kur’ân’da hayvanlarla insanlar arasındaki nice dostluklar dile gelir. Neml suresinde Hz. Süleyman’la karıncalar arasındaki ünsiyet, hicret yolundaki Hıra Mağarasında dostluklarını gösteren güvercin ve örümcek, Yedi Uyuyanlar diye bildiğimiz Ashab-ı Kehf ile birlikte uykuya yatan mübarek köpek Kıtmir, fedakâr binek atları ve bir mühlet ve ibretle insanın hizmetine koşulmuş nice hayvanlar…

Kızılderililerin kitaplarında, eski Osmanlı kültüründe hayvanların yaşamın doğal parçası olarak kıymet bulduğu çok açık. La Fonten fabl türü masallarda konuşturur onları, ama insan kisvesi verir. Martı romanında, Jonathan adını verdiği martının davranışları üzerinden insanın yücelerle buluşma arzusunu anlatır Richard Bach. George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği’nde anlattığı olaylar zinciri de yine insanda bulur karşılığını. Hayvanların sessiz, dilsiz, ama sırlarla dolu hayatları edebiyat için de büyük esin kaynağı. Filmler ise daha çok korkuyla anar onları, Alfred Hitchcock’un Kuşlar(1963) filmi böyleydi. Dinazor filmleri, çoğalan karıncalar, bilmediğinin düşmanı olmakla izah edilebilir ancak. Köpeklerin dostluğunu Dalmaçyalı ya da Lessie gibi filmlerde görmek mümkün. Aslında özellikle animasyon filmlerde hayvanların hayatı muhayyileyle deşifre edilmeye çalışılır ki bize gizli bir dünyanın kapısını aralamaya çalışsalar da, ancak tek bildiğimiz alan olan insan yaşamıyla özdeşleştirilerek yapılır bu çaresizlik içinde.

Bu farkındalıklar hayvan haklarıyla ilgili düzenlemeleri sıkça getiriyor gündeme. Onları kendimizden insanın zulmünden ve ihmalkârlığından nasıl koruyacağımız meselesidir aslolan. Zalimler için caydırıcı bir müeyyide olsun diye çırpınır durur duyarlı insanlar.

Daha çok kedilere ve köpeklere reva görülen ezalar gündem olsa da insan ele geçirdiği, esir aldığını düşündüğü hayvanların hiçbirinin hakkını teslim etmeme eğiliminde. Kötülüklere şahit olan ötekilerde de kadınlara yönelik şiddetle benzer biçimde ‘sahibidir sever de döver de’ zihniyeti hâkim ne yazık ki.  

Türkiye’de artık birçok örgüt var hayvan haklarını müdafaa için. Fakat elbette uç boyutlara giden görüşler de serdedilmiyor değil. Bağımsız Hayvan Hakları Aktivistleri savaşlarda köpek güvercin at ve eşek gibi hayvanların nasıl zalimce kullanıldıklarını katledildiklerini söylüyorlar.  Sokak hayvanlarının hakkı için mücadele verenleri destelemekle birlikte inek, koyun, tavuk gibi endüstri şartlarında yetiştirilen hayvanların hakları için de uğraş veriyorlar ki çok kıymetli bu çıkışları. Hayvansal hiçbir gıdanın tüketilmemesi gerektiği meselesi ise tartışmaya açık. Sloganları son derece düşündürücü: Hayvanları seviyorsunuz, ama tabakta da seviyorsunuz.

Harem-i Şerif terbiyesine sonsuz ihtiyacımız var. Devesini güneşin altında bekletenler, üstünde oturup uzunca sohbet edenler, kurbanı keserken gereken özeni göstermeden canını yakanlar şiddetle uyarıldılar Peygamberimiz tarafından.

Başka ülkelerdeki kürk karşıtı koalisyonun da üyesi bu grup Tolstoy’dan çarpıcı bir örnekle tezlerini güçlendirmeye çalışıyor. Büyük yazara bir arkadaşı gelip ona tavuk yapmasını rica eder. O da tamam yaparım diyerek bir tavuğu sandalyeye bağlıyor ve “istiyorsan bunu öldür ve ye, eğer bunu yapamıyorsan bunu yemeye hakkın yok” diyor. Bu uç bir nokta elbette, sonuçta bizim itikadımıza göre eziyet etmemek ve bütün insani hakları yerine getirmek suretiyle hayvansal gıda ile beslenmek meşrudur.  

Hayvanlar hakkında ihtiyaç duyduğumuz insani güç yüreğimizde yeterince var. Sakarya’nın Geyve ilçesi kırsalında yolda yürürken bir aracın ezerek kabuğunu kırdığı yavru  kaplumbağayı bir kutuya  koyup veterinere götürmüştü Abdülkerim Erkan. Manşete geçmişti bu haber. Bu durumda her birimiz bir an bunu yapmak isteriz, ama içimizdeki şeytan bizi vazgeçirir bin bir gerekçeyle. Kabukların batmasıyla iç derilerde de yaralar oluştuğundan tedavisi birkaç hafta sürer, ama sonunda iyileşir ağzı var dili yok kaplumbağa ve doğaya evine bırakılır usulca.

Bu insaniyete karşılık bir başka haber daha geçilmişti hayvanlardan yana. Saddam’ın  Askerleri Kara Güneş filminin Malatya’da yapılan çekimlerinde saçma bir senaryo gereği bir kamyonetin arkasına bağlanıp hızla yerlerde sürüklenen güzelim at, ünlü sanatçıların gözleri önünde öldürülmüştü, filmin daha gerçekçi olması uğruna. At şanslı değildi kaplumbağa kadar. Bir de binlerce insanın önünde matadorlar tarafından öldürülen boğalar, bu sahne için sevinç çığlıkları atan insanlar gerçeği var bu dünyada.

Peygamberimiz’in hayvanlarla ilgili yaklaşımları önemli. Yüce Rabbimiz’in hayvanları bize emanet etmesi, içimizi titretmesi gereken bir durum. Yeryüzündeki her şeyin gözü var, o gözler de bize bakıyor, en başta hayvanlar. Onlardan yararlanılabilir elbette, bir kaderle ve imtihanla. Fakat Peygamberimiz’in ‘canı olan her şeyin hakkı da vardır’ temel prensibi çok önemli. Harem-i Şerif’te nasıl bir yaprak bile koparmak yasaklanmışsa aslında yaşamımızın her saniyesinde bu duyarlılığın sürdürülmesi gerekir. Gereksiz yere yeni dikilmiş genç ağaçları kökünden sallayan yapraklarını koparan hatta onlara vuran çocuklara karşı ailelerin duyarsızlığı kahredici gerçekten. Hayvanlar hakkında da derin bir duyarsızlık var. Hayvanlar için koyduğum su kaplarını atan insanlarla baş etmek ne zor mesela.

Harem-i Şerif terbiyesine sonsuz ihtiyacımız var. Devesini güneşin altında bekletenler, üstünde oturup uzunca sohbet edenler, kurbanı keserken gereken özeni göstermeden canını yakanlar şiddetle uyarıldılar Peygamberimiz tarafından.

İslam’da müeyyidelerle desteklenmiş geniş bir hayvan hakları hukuku vardır ki bu başka bir yazının konusu.