Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Maneviyat Mevsimi Üç Aylar



Zaman bize verilen en büyük nimetlerden biri. Gece ve gündüz Allah’ın tecellilerini bize hatırlatan iki münadi. Gece ile gündüzün nimetlerinden faydalanmanın zirve imkanlarının sunulduğu bazı mevsimler vardır. Bunların başında üç aylar gelmektedir.

Üç aylarda bulunan kandil geceleri, gecenin rabbanî tecellilere ayna oluş sırrının en güzel bir yansımasıdır. “Geceyi ihya etme”nin “gündüz tutulan oruç” ile birleştiği bu mübarek gün ve geceler, zamanı değerlendirmek, ömrü boşa geçirmemek için de bir terazidir.

Üç aylar, İslam’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan Receb, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Recep ayında Regaib ve Mirac, Şaban ayında Berat, Ramazan ayında ise Kadir gibi dört ayrı mübarek gece bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz, bu aylarda daha çok ibadet eder ve “Allah’ım! Recep ve Şabanı hakkımızda mübarek kıl, bizi ramazana kavuştur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned 1, 259) diye dua ederdi.

Hz. Aişe, Rasûlullah’ın (sav) bu aydaki orucu hakkında şöyle der: “Şaban ayındaki kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim.” (Tecrid, VI,295)

Recep ayının ilk Cuma gecesi olan Regaib Kandili, Allahu Teala’nın kullarına bol bol bağışta bulunduğu, az ibadetlerine karşılık çok ecir verdiği bir rağbet gecesidir.

Regaib, kelime olarak rağbet olunan şey ve büyük ikram anlamına gelmektedir. İnsan rağbet ettiği değerlere göre rağbet görür. Rağbet ettiğini heceler insanoğlu.

Rağbet insanlık tarihinin özetidir aslında. Peygamberler tarihi rağbet edenlerle rağbet görenlerin hikayesidir.

Nuh Aleyhisselam’ın çağrısına evet diyenlerin rağbeti ile hayır diyenlerin rağbeti.

Hz. Musa’nın sabırlı davetine rağbet edip denizi onunla geçen, geçtikten sonraki davetine ise rağbet etmeyenlerin öyküsü.


Sadece ritüel kalıplarda üç ayları geçirmek değil, üç aylar sonrasında bize kifayet edecek ilim, irfanı da amele yoldaş kılarak biriktirebilmek gerekir.
 

Rabbinin burhanı sayesinde harama rağbet etmeyen Yusuf'un rağbeti...

“Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz yine davamdan vazgeçmem” diyen Hz. Peygamber’in dünyalık tekliflere rağbet etmemesi de bir rağbet. Üç aylar, kalplerimizin manevî doyum ve duyum mevsimidir. Takva, ihlas, muhasebe, yakîn, sabır gibi değerler üç aylarda benliğimize yeniden dolar, adeta tazeleniriz.

Üç aylar, “keşke”lerin öğütülüp iradî başlangıçların yapıldığı anlardır. Üç aylar, Hakk’ın rahmetine bir sergidir. Hz. Mevlâna ne güzel der:

“Ondan iste, başkasından bir şey umma. Suyu deryada ara, ırmakta değil. Başkasından da istesen ihsan eden Hakk’tır. Onun elini cömertliğe meylettiren de O’dur.”

Sadece ritüel kalıplarda üç ayları geçirmek değil, üç aylar sonrasında bize kifayet edecek ilim, irfanı da amele yoldaş kılarak biriktirebilmek gerekir.

Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır. Üç aylarda değişik usul ve üsluplarla bir şekilde bu ayların ruhaniyetini insanlığa ilahi bir ziyafet olarak armağan edebilmeliyiz.

Üç ayları görmek, kelebeklerin ateşe aldığı gibi nisyana, gaflete dalış dakikalarımızda, önümüzde bizi ateşe koşmaktan kurtarmaya çalışan Efendimizin şefkatli elini görmek demektir.

Üç aylar, başarıya giden yolu ibadet refleksiyle tezyin etmede keskin bir virajdır. Modernleştikçe yalnızlaşan günümüz insanına, kainata “ışık saçan bir kandil” (Ahzab, 45-46) olan Peygamberimizle tanışmanın, kaynaşmanın yeni bir fırsatıdır.