Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Peygamber Mescidi'nde Birkaç Uzun Saniye

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Vaktiyle İslâm Peygamberini öldürmeye yemin eden ve bu yeminini yerine getirmek üzere keskin kılıcı ile hışım içinde Nebî'nin huzuruna giderken yolda kendi kız kardeşinin de İslâm'a girdiği haberini alıp gözü dönen hırçın adamın yerinde, şimdi arkasında saf tutmuş müminlere yalnızca sonsuz bir huzur ikram eden bir Peygamber sevdalısı duruyordu.

Henüz daha gün ışımamıştır, on yıl içinde doğuda Kirman'dan batıda Trablusgarb'a dek uzanan toprakların başkenti Medine'de. Müminler gözlerindeki uykuyu abdest ile atarken, müezzin de sabah ezanıyla çağırmaktadır insanları kurtuluşa.

Huzur hâkimdir aydınlanmış şehire. Fetihlerle gelen dünyalık refah, yerdeki karıncadan gökteki kuşa kadar herkesi kucakladığına inanılan bir adalet duygusunun varlığıyla dağıtılmış olduğundan, kullukta yarışmaktadır insanlar. Yıllar önce Mekke'den hicret eden Müslümanlara kapılarını sonuna kadar açan Medine, artık her ırk ve kabileden insanı barındırmaktadır toprağında. Sabah namazı için hızlı adımlarla camiye yönelen cemaat de her zaman olduğu gibi bu insan mozaiğini resmektedir o gün de.

Aynı zamanda Rasûlullah'ın halifesi de olan imamın hemen arkasında namaz kılmak için ayrı bir telaş yaşanmaktadır Peygamber Mescidi'nde. Arab'ı, Fârisî'si, Habeş'i tek tek süzülmektedir içeri, alınlarını secdeyle buluşturmak arzusuyla. Ancak kalabalıklar arasında biri, İranlı bir köle, herkesten önce davranmış, almıştır yerini ilk safta. Bir evvelki gün halife ile karşılaşmasından beri saatlerin geçmek bilmediği bir odada geçirdiği gecenin ardından soluğu Mescid'de almış; uykudan zerrece nasiplenmemiş gözlerle mıhlanmıştır namaz vaktine. Bir söz vermiştir zira, o karşılaşmada Halife'ye: "Bir gün senin için rüzgârla çalışan öyle bir değirmen yapacağım ki, bu değirmen doğuda da, batıda da dillere destan olacak!"

Nihayet vakit geldiğinde de camiye ilk girenlerden olmuş, kamet ile birlikte ilk safta yer kapmıştı. Halife cemaatin önünde yerini almış, yüzünü onlara dönerek safları sıklaştırmalarını istemişti. Köle bu arada yüzünü dikkatlice inceledi Halife'nin. Altmış yaşını geride bırakmış bir insan için hâlâ oldukça heybetli duruyordu. Yüzünde İslâm ümmetine liderlik ettiği yılların sorumluluk yükünün bıraktığı onlarca çizgi yer alsa da, dönemin iki büyük süper gücü olan Bizans ve Sasanî askerlerini dehşete düşüren orduların mağrur komutanı edasıyla bakıyordu gözleri. Çok geçmedi; sıklaşan safların önünde süzülen Halife'nin dünyevî korkulardan arınmış bakışları bir anda yumuşadı. Önce cemaatini süzdü bir baştan ötekine; ardından gökyüzüne çevirdi başını. Huşû kapladı Halife'yi ve cemaatini; sürûr ile dönüldü hep birden kıbleye.

Henüz güneşin ziyasıyla nasiplenmeyen Mescid'de bütün sesler ve görüntüler alacakaranlığa gömülürken, geride tek bir silüet kaldı. Sayısız yamayla bezenmiş bir harmaniye bürünmüş heybetli bir cüsse ve rengini yitirmiş emektar bir sarığın taçlandırdığı miraca uzanmış bir baş. Vaktiyle İslâm Peygamberini öldürmeye yemin eden ve bu yeminini yerine getirmek üzere keskin kılıcı ile hışım içinde Nebî'nin huzuruna giderken yolda kendi kız kardeşinin de İslâm'a girdiği haberini alıp gözü dönen hırçın adamın yerinde, şimdi arkasında saf tutmuş müminlere yalnızca sonsuz bir huzur ikram eden bir Peygamber sevdalısı duruyordu. Öfkesiyle insanları kapılar ardına kaçıran, cesaretiyle Kureyş'in en gözü pek delikanlılarını hasıraltı eden bu ateşli adam, şimdi cemaatiyle en büyük huzura çıkmanın erişilmez hazzını yaşamaya hazırlanıyordu.

Marangozluk, nakkaşlık ve demircilik gibi sabrı zorlayan üç alanda meslekî tecrübesi olan İranlı köle Fîrûz'u ter bastı. Elinin tersiyle sildiği alnı kolay kuruyacak gibi gözükmüyordu. Gittikçe hızlanan soluklarını kontrol altına almaya çalıştı.

Peygamber Mescidi'nde imam ve cemaat tek vücut oldu. İmam cemaatle bütünleşti; bütün kimlikler, bütün roller, bütün ünvanlar bir bir silindi; Kureyş'in diplomatik işlerinden sorumlu Benu Adiyy aşiretinden Hattab oğlu Ömer. Herkesin öfkesinden korktuğu bir zamanda Peygamberin, kendisine doğru ile yanlışı ayırt edebilen anlamında taktığı sıfatla yüce adalet anlayışını sezdiği Ömer el-Faruk. Üç dinin kutsal şehri Kudüs'e girerken yöneticilerin şaşaa ve debdebesine alışmış yerli halkı, mütevazi kıyafeti ve bindiği binekle şaşırtmış olan büyük kumandan. Tayin ettiği yönetici ve emirleri, yanlışlarını gördüğü zaman gözünü kırpmadan cezalandırmaktan ve derhal görevden almaktan çekinmeyen muktedir halife. Fakirlere sırtında erzak taşıyan, elinde katranlı bez parçasıyla yaralı develere şifa dağıtan müşfik reis.

"Ebû Lü'lü" lakabıyla da anılan İranlı köle, birbirine sıkıca kenetlenmiş saflar arasında adeta ezildiğini hissetti. Nefesi daraldı; ancak dünyanın en muntazam ordularını andıran bu düzgün safta zerre miktarı kıpırdayamadı.   

İlk halife Hz. Ebû Bekir'in, Peygamberin vefatının üzerinden henüz iki yıl geçmişken ölüm döşeğinde yatarken kendisine halef olarak adını ilk defa dillendirdiği ve başsız kalacağından endişe ettiği müminler üzerine vekil kıldığı tek halife adayı Ömer, şimdi onlara biatı devraldığı şu Peygamber Mescidi'nde imamlık ediyordu. İslâm devletinin yöneticisi olabilecek tüm vasıfları taşıdığında yalnızca Ebû Bekir'in değil, neredeyse tüm müminlerin ittifak ettiği Ömer b. Hattab'a, hiddetinden çekindikleri için devletin teslim edilemeyeceğini söyleyen üç-beş kişiye, onun hiddetinin kendi yumuşaklığından kaynaklandığını söyleyerek itiraz eden ve hilâfetle birlikte hilmini de miras bırakarak giden Ebû Bekir haklı çıkıyordu. Zira Ömer Peygamber Mescidi'nde şimdi hilm dağıtıyordu.


Bedenler ve ruhlar miraca hazırdı. Halis kalplerle niyetler edildi; eller semaya kalktı ve müminlerin hevesle bekledikleri sabah namazının farzının açılış tekbiri duyuldu: "Allahu Ekber!"

Arap toplumunun hızlı bir değişim yaşadığı on yıllık hilâfetinde, fetihlerle gelen zenginlik ve zenginlikle gelen şımarıklıkla yolunu şaşırmakta olan bedevî Arapları, en büyük cihatları olmaya namzet bu gidişata karşı Peygamber Mescidi'nde silkinişe davet ediyordu Ömer. Köpeğinin yemeğini altın kapta verenlerin, hayatında elini değdirmediği ipekle burnunu silenlerin bu değişimin en çarpıcı örneklerini oluşturduğu İslâm coğrafyasında, dönemin medeniyet ve kültür zenginliğini barındıran İran ve Bizans kültürleri karşısında erime tehlikesi göstermelerine karşı duaya hazırlanılıyor, Peygamber ruhaniyetine sığınıyorlardı.

İranlı köle kendini topladı ve son kez baktı dünyanın çehresini değiştiren bu heybetli, ama mütevazı insana.

Bedenler ve ruhlar miraca hazırdı. Halis kalplerle niyetler edildi; eller semaya kalktı ve müminlerin hevesle bekledikleri sabah namazının farzının açılış tekbiri duyuldu: "Allahu Ekber!"

Bir kaç uzun saniye geçti. Sübhaneke bitmemişti ki rüzgar gibi fırladı İranlı köle yerinden. Kıyafetinin içinden bir saattir bacağına batan hançeri çekti. Ve atıldı, huşû içinde Fâtihanın besmelesine geçmek üzere olan Halife'nin üstüne. Bir yel değirmenini andırır gibi döndü hançer tutan kolu kölenin. Sapladı, sapladı, sapladı... Rabbe adanmış bir beden miraca tırmanırken Peygamber Mescidi'ne de ilk kan düşmüş oldu.