Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Türk Dini Mûsikisinde Hz. Muhammed'i Konu Alan Eserler

26 Eylül 2009 Cumartesi Kültür Sanat / Musiki

Ortak pek çok yönleri olmakla birlikte, beste şekilleri ve üslupları itibariyle bazı olağan farklılıkların bulunduğu bu dinî mûsiki eserleri arasında Hz. Peygamber'in doğumu, mûcizeleri, güzel vasıfları, ahlâkı, mi'râcı, hicreti, hayatının çeşitli safhalarını konu edinen eserlerin ayrı bir yeri vardır.

Nitelik bakımından sözlü mûsiki ve saz mûsikisi olarak ikiye ayrılan Türk mûsikisinde sözlü mûsiki de kendi içinde a) Dînî mûsiki, b) Dindışı mûsiki ana başlıklarıyla iki ayrı bölümde ele alınmıştır. Bir mûsiki formu (şekli) olarak gelişmesi ve şekillenmesi İslâm dünyasında daha çok Osmanlılar'a mahsus olan ve teması, Allah ve Hz. Muhammed (sav) ile tasavvufî anlayışların çerçevesinde işlenen dînî mûsiki, câmide gerek toplu ibâdet, gerekse ibâdet öncesi ve sonrasında ortaya çıkan, çoğunlukla irticâle (doğaçlamaya) dayalı nağmelerden meydana gelen ses mûsikisinin ortaya çıkardığı câmi mûsikisiyle; belli bir tasavvufî anlayış etrafında düzenlenen toplantılarda bazen sazların da iştirakiyle okunan dinî eserlerin bütününü teşkil eden tekke (tasavvuf) mûsikisinden ibarettir.

Ortak pek çok yönleri olmakla birlikte, beste şekilleri ve üslupları itibariyle bazı olağan farklılıkların bulunduğu bu dinî mûsiki eserleri arasında Hz. Peygamber'in doğumu, mûcizeleri, güzel vasıfları, ahlâkı, mi'râcı, hicreti, hayatının çeşitli safhalarını konu edinen eserlerin ayrı bir yeri vardır. İslâmî Türk edebiyatının çoğu manzum muhtelif edebî türleri arasında işlenip Türk mûsikisi kuralları çerçevesinde şekilllendirilerek ortaya çıkan Hz. Muhammed (sav) konulu bu dînî mûsiki eserleri şunlardır:

SALÂ ( salât, salavât ):

Hz. Muhammed (sav)'e Allah'tan rahmet dilemek, ona sığınmak, onu ve aile fertlerini hürmetle anmak, şefâatını istemek maksadıyla yazılmış duâ cümleleriyle sevgi ve övgü ifade eden sözlerin bazen bir beste bazen de serbest (improvize, irticâlî) şekilde okunduğu dînî formdur. Güfteleri Arapça ve mensur olan salâların icrâsı (okunuşu) "salâ vermek, salavât getirmek" şeklinde de ifade edilir. Salâlar bazen birlikte (cumhûr), bazen de tek kişi olarak câmi ve minârelerde müezzin, tekkelerde de zâkirler tarafından okunur. Eskiden salâlar sabahleyin ezandan önce, öğle, ikindi ve yatsıda ezanı takiben okunurdu. Akşam ise vaktin darlığı sebebiyle salâ okunmazdı. Ayrıca çeşitli dînî ve tasavvufî toplantılarda zaman zaman salâ verildiği de bilinmektedir. Salâların çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz:

Sabah salâsı: Sabah ezanından önce, dilkeşhâverân makamında ve tesbit edilmiş bestesi esas alınarak okunur. Eserin bestekârının Buhûrizâde Mustafa Itrî Efendi (v. 1711) olduğu rivâyeti kuvvetli ise de Hatib Zâkirî Hasan Efendi (v.1623) tarafından bestelendiğini söyleyenler de vardır. Sabah salâsının güftesi üç bölümden oluşmaktadır:

1. es-Salât ü ve's-selâmü aleyk

2. Yâ seyyidenâ yâ Resûlallâh                         "       "          "   Habîballah                         "       "          "   Nebiyyallah                         "       "          "   Hayra halki'l-lâh                         "       "          "   Nûra arşi'l-lâh

3. Allah, Allah, Allah, Mevlâ hû. 

Okunuşu şöyledir: Peygamberimizin sıfatları olan 2.bölümün her bir bendinin icrâsından sonra 1.bölüme dönülür ve sonunda 3. bölümle bitirilir.

Cuma ve Bayram Salâsı: Bayram namazları ile Cuma namazından önce müezzin mahfilinde müezzinler tarafından karşılıklı okunurdu. Bayâtî makamındaki eserin bestekârı Hatib Zâkirî Hasan Efendi'dir. Eserin metni şöyledir:

1. Yâ Mevlâ Allah

2. Leyse'l-îydü limen lebise'l-cedîd                       İnneme'l-îydü limen hâfe mine'l-vaîd                             Leyse'l-îydü limen rakebe'l-matâyâ                       İnneme'l-îydü limen terake'l- hatâyâ                       Leyse'l-îydü limen beseta'l-bisât                       İnneme'l-îydü limen tecâveze ala's-sırât                       Leyse'l-îydü limen tezeyyene bi zîneti'd-dünyâ                       İnneme'l-îydü limen tezevvede bi zâdi't-takvâ                       Leyse'l-îydü limen nazara envâi'l-elvân                       İnneme'l-îydü limen nazara cemâli'r-Rahmân

3. Ve salli ve sellim alâ es'adi ve eşref-i nûr-i cemî' i'l-enbiyâ-i ve'l-mürselîn

4. Ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn. 

Eser şu şekilde okunur: 1.bölüm cumhûren, ikinci kısım bir kişi tarafından okunur. Beş cümleden ibaret olan 2. kısımda her cümle "Yâ Mevlâ Allâh" nidâsıyla başlar. Daha sonra bir kişi tarafından okunan 3.bölümün ardından cumhûr olarak okunan 4.bölümle salâ sona erer. Günümüzde bu şekliyle, bayram ve Cuma günleri câmi içerisinde salâ okunmasına artık rastlanmamaktadır.

Cenâze Salâsı: Vefât haberinin duyurulması maksadıyla minârelerde okunan salât-ü selâm ile cenâzenin kabre götürülüşü sırasında düzenlenen cenâze alayında ve definden sonra okunan salâ olmak üzere iki çeşittir.

a. Minârelerde okunan cenâze salâsı, belli bir vakti olmayan cenâze namazının kılınacağı zamanı haber vermek maksadıyla okunur. Bu âdetin ilk olarak Mısır'da Fâtimîler zamanında başladığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Günümüzde bu şekildeki salâ âdeti, namaza katılacak kimselerin hazırlanması için cenâzenin kıldırılacağı vakit namazından bir saat kadar önce okunmak suretiyle devam etmektedir.

b. Cenâze namazından sonra teşkil edilen cenâze alayı sırasında okunan salâ ise bir çeşit zikir şeklinde ve cemâatin de katılımıyla icrâ edilirdi. Hüseynî makamındaki bu eserin Hatib Zâkiri Hasan Efendi tarafından bestelenmiştir. Eserin metni şöyledir:

1. Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ şerike leh ve lâ nazîra leh, Muhammedün emînullahi hakkan ve sıdkan. Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ

2. Ve alâ âl-i Muhammed.

3.Vesalli ve sellim alâ es'adi ve eşref-i nûr-i cemî'l-enbiyâ-i ve'l-mürselîn.

4. Ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn.

Eserin okunuşu şöyledir: 1. ve 3. bölümler tek kişi, 2. ve 4. bölümler ise cumhûr olarak okunur. Ayrıca cenâze defnedildikten sonra tekrar bir defa daha okunarak mezarlık terkedilirdi. Günümüzde bu şekliyle bir cenâze defni artık yapılmamaktadır.

Salât-ı Ümmiyye: Bazı dinî törenlerde, belirli dînî günlerde, kısaca salât ü selâm getirilmesi gereken yerlerde bilinen güftesiyle okunur. Bugün elimizde bulunan bu eser Itrî  tarafından segâh makamında bestelenmiştir.

Ayrıca " Allâhümme salli ale'l- Mustafâ" mısrâıyla başlayan ve Terâvih namazlarının sonunda okunması âdet haline gelen mâhur makamındaki salâ ile çeşitli tarikat toplantılarında okunan salât-ı kemâliyye ve salât-ı münciye adıyla anılan salâ çeşitleri de vardır.

Câmi ve tekke na'tları olarak ikiye ayrılan bu eserler câmilerde Cumâ ve bayram namazlarından önce okunan Kur'ân-ı Kerîm'in ardından na'than tarafından, tekkelerde ise zikrin başında veya zikir aralarında okunur. Bir kişi tarafından ve genellikle serbest okunan na'tların bestelenmiş örnekleri de vardır. 

NA'T :

Hz. Peygamber'i övmek, ondan şefâat dilemek, onun güzel vasıflarını anmak ve anlatmak amacıyla kaleme alınmış eserlerin okunduğu mûsiki formunun adıdır. Güfteleri, daha çok mutasavvıf şâirlerin Türkçe, Arapça ve Farsça yazılmış manzumelerinden seçilmiştir. Câmi ve tekke na'tları olarak ikiye ayrılan bu eserler câmilerde Cumâ ve bayram namazlarından önce okunan Kur'ân-ı Kerîm'in ardından na'than tarafından, tekkelerde ise zikrin başında veya zikir aralarında okunur. Bir kişi tarafından ve genellikle serbest okunan na'tların bestelenmiş örnekleri de vardır. Ağır bir ritmle seyreden na'tlarda ilâhilere göre daha ağır başlı ve sanatlı bir üslup gözlenir.

 

TEVŞÎH:

Mevlid ve mi'raciyye bölümleri ( bahir, hâne) arasında okunmak üzere bestelenmiş, Hz. Muhammed (sav)'i öven veya onun herhangi bir özelliğini konu alan manzum eserlerdir. Çoğunlukla divan sâhibi mutasavvıf şâirlerin güftelerinin tercih edildiği tevşîhler daha çok Türkçe olarak yazılmışsa da Arapça ve Farsça bazı örneklerine rastlanmaktadır. Müzikalite yönünden ilâhilere göre daha sanatlı olan tevşîhler genellikle devr-i kebîr, çenber, zencir gibi büyük usûllerle ölçülmüşlerdir.

Mevlid bahirleri arasında okunan tevşîhlerde, makam ve güfte uyumuna dikkat edilmesi çok önemlidir. Meselâ mi'râc bahri okunurken segâh, hüzzam, ırak gibi makamlarda seyredileceğinden, bu bahire başlamadan önce okunan tevşîhin de adı geçen makamlarda okunmasına ve güfte olarak da mi'râc konulu manzumelerin seçilmesine özen gösterilmelidir.

 

MEVLİD:

Resûl-i Ekrem'in doğumu, hayatının çeşitli safhaları, mucizeleri ve vefatını konu alan manzumelerdir. İslâmî Türk edebiyatında bu konular etrafında pek çok eser yazılmışsa da Süleyman Çelebi (ö.1422)'nin 1409 yılında Bursa'da tamamladığı Vesîletü'n-necât adını taşıyan manzume diğerlerinden daha çok benimsenmiş ve günümüze kadar okunagelmiştir. Aruz'un "fâilâtün fâilâtün fâilün" vezni ve sâde bir Türkçe ile yazılan eserin yazıldığı dönemden itibaren Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde başta Hz. Peygamber'in doğum yıldönümü (Mevlid Kandili), mübarek gün ve geceler (kandiller) olmak üzere doğum, ölüm, sünnet, evlenme, önemli kişileri anma v.b. olayların ardından sevinç ve üzüntülerin beraberce paylaşılması için tertib edilen toplantılarda okunması yaygın bir âdet hâline gelmiştir. Mevlid'in bizzat Süleyman Çelebi veya Sinâneddin Yusuf (ö.1565) tarafından bestelenmiş olabileceği tahmin edilmekte ancak bu eserin bilinen yegâne bestekârı Bursalı Sekbân (XVII. yüzyıl)'dır. Mevlid'in bu bestesi XIX. yüzyılın sonlarına kadar okunmuş, daha sonra unutulduğundan zamanımıza ulaşamamıştır. Günümüzde Mevlid, bahir adı verilen bölümler arasında belli bir makam sıralaması takip edilerek okunmaktadır. Mevlid bahirleri arasında sırasıyla aşr-ı şerîf, tevşîh ve kasîde okuma adeti uzun süre devam etmiş ancak günümüzde bu adet kaybolduğundan mevlidlerde sadece bir aşr-ı şerîf veya ilâhi okunarak diğer bahire geçilmektedir.

 

MÎ'RÂCİYYE:

Mî'râc terim olarak Hz. Peygamber'in risâletinin 9.senesinde ve Receb ayının 27. gecesi vuku bulan ve O'nun Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk esnasında Allah katına çıkışını ifade eder. Bu sebeple Receb ayının 27. gecesi bütün İslâm âleminde "Mî'râc Kandili" olarak kutlanır.

İnsanlık tarihinin olağanüstü hadiselerinden biri olan Mî'râc gecesine âit bu müstesnâ mûcizenin harikulâde safhalarını terennüm eden ve "Mî'râciyye, Mî'râçnâme" adı verilen bu manzumeler daha çok İranlılarla Türkler tarafından kaleme alınmış, bir mûsikî formu olarak işlenmesi ise sadece Osmanlılar'a mahsustur.

Türk dînî mûsikîsi sahasında Mî'râciyye denilince, bestekâr-neyzen, Galata Mevlevihânesi şeyhlerinden Kutbünnâyî Osman Dede (ö.1729)'nin güftesi ve bestesi kendisine âit, mesnevî tarzından yazdığı Mî'râciyye'si akla gelir. Osman Dede kaleme aldığı Mî'râciyye'yi segâh, müsteâr, dügâh, nevâ, sabâ, hüseynî, nişâbur makamlarında, her birine "hâne" adını verdiği yedi bölüm halinde bestelemiştir. Nevâ makâmındaki 4. hâne XIX. yüzyılın sonlarına doğru unutulduğundan günümüze ulaşmamıştır. Notaları günümüze ulaşmış olan bu eserin hâneleri arasında okunan beş adet tevşîhin dört tanesinin güftesi Şeyh Mehmet Nasûhî (ö.1718)'ye âit olup Arapça'dır. Farsça olan tek tevşîh ise hüseynî hânesinden önce okunur ve sözleri Mevlânâ'ya âittir. Müsteâr ve nişâbur hânelerinden önce tevşîh bulunmamaktadır.

Kutbünnâyî Osman Dede'nin Mî'râciyyesi, Mî'râc Kandili'nde, bu geceden bir gün önce ve bir gün sonra olmak üzere ardarda üç gece çoğunlukla câmî, mevlevihâne ve tekkelerde okunurdu. Namazın ardından İsrâ suresinin baş tarafı okunur, "Fatihâ"dan sonra iki mî'râchan birbirine bitişik iki kürsüye çıkarak eseri birlikte okurlardı. Bu sırada kürsülerin altında oturan zâkirler baş taraflarda her mısrâın sonunda "sallü aleyh", hüseynî hânesinde her mısrâın sonunda "minnâ'es-salât", son hânede "ikbel yâ mucîb" terennümünü tekrarlardı. Ayrıca her bölümden önce o bölüme mahsus tevşîhler zâkirler tarafından okunur ve dinleyicilere süt ikrâm edilirdi. Bunun sebebi ise Mî'râc esnâsında Hazreti Peygamber'in ikrâm olarak sütü tercih etmesidir.

Tekke ve câmî ilâhîleri diye ikiye ayrılan bu eserler tekkede zikirler esnâsında, câmîde çeşitli ibâdetler arasında veya değişik dînî toplantılarda icrâ edilmektedir. Eskiden hicrî ayların her biri için bestelenmiş ilâhîler bulunmaktaydı.

İLÂHÎ:

İslâmî Türk edebiyatında dînî-tasavvufî muhtevâlı Allah ve Peygamber sevgisini dile getiren manzûmelerin, Türk mûsikîsi makam ve usulleriyle bestelenmiş şeklidir. Tekke ve câmî ilâhîleri diye ikiye ayrılan bu eserler tekkede zikirler esnâsında, câmîde çeşitli ibâdetler arasında veya değişik dînî toplantılarda icrâ edilmektedir. Eskiden hicrî ayların her biri için bestelenmiş ilâhîler bulunmaktaydı. Mevlid ayları denilen Rebiülevvel ve Rebîulâhir'de okunan tevşîh ve na'tların yanında güftelerinde Hz. Peygamber'in çeşitli özellikleri anlatılan ilâhilerin okunması da yaygın bir âdetti.

Ayrıca tekkelerde zikir esnâsında okunan, sözleri Arapça olup Türk mûsikîsi makamlarıyla bestelenmiş suğullerin; Ramazanlarda minârede okunan temcitlerin pek çoğu da Hz. Muhammed (sav)'i konu edinmiştir.

KASÎDE:

Allah ve Hz. Peygamber hakkındaki övgülerden, din büyüklerinden, onlara gösterilmesi gereken saygıdan ve tasavvufî konulardan bahseden şiirlerin bir kişi tarafından bir makam veya makamlar çerçevesinde irticâlen okunan şeklidir. Câmî ve tekkelerde okunan kasîdelerin en sevilenleri güfteleri Hz. Muhammed'le ilgili olanlarıdır.

Bunlardan başka daha çok Hz. Peygamber'in anne ve babasının özelliklerini konu alan Regâibiyye'lerle Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inden sonra halk arasında büyük rağbet gören ve özellikle câmilerde "muhammediyyehân" adı verilen hâfızlar tarafından okunan Yazıcıoğlu Mehmed Efendi (v.1451)'nin Muhammediyye'si de uzun süre dînî mahfillerde büyük bir rağbetle okunmuş dînî mûsikî eserlerindendir.