Bazı Gerçekler
Zaman-insan ekseninde bilinen vahyî ve yalın gerçeklerin bir bölümünü –isterseniz- birlikte hatırlayalım.
“Allah katında her şey belli bir ölçüye/vâdeye bağlanmıştır.”(2)
“İnsan gerçekten (tükenen ömür sermayesi açısından, her an) mutlak bir zarar içindedir.”(3)
“Allah hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.”(4)
“Ben cinler ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(5)
“Biz insanı en güzel biçimde (üstün yeteneklerle donatılmış olarak) yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına indirdik.”(6)
Önlenemeyen zarardan, tükenen ömür sermayesinden, aşağıların aşağısına düşme tehlikesinden kurtulma şansı vardır ve bu şans iman, sâlih amel(7), hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye(8) kayıtlarına bağlı kılınmıştır.
Kulluk sınavının bütünlemesi de ömür denilen sınav süresi içindedir. Ek bir zaman/süre asla söz konusu değildir. “Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi ertelemez.”(9)
Geçersiz İstekler
Ek süre istekleri, hayatı bir anlamda yenileme veya uzatma dilekleri geçersizdir. Üç grup insanın bu tür talepte bulunacağı bildirilmiş ve bunlar peşin peşin reddedilmiştir.
İlk grup zamanı inançsızlıkla geçirenlerdir:
“Kâfirler cehennemde, “Rabbimiz, bizi (buradan) çıkar, önce yaptıklarımızın yerine iyi işler yapalım, diye feryad ederler.”
Cevap çok açık ve kesindir:
“Size, düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? Şimdi tadın azabı. Zâlimlerin yardımcısı yoktur.”(10)
İkinci grup ilâhî davete uzak durmuş ve bu sebeple de gerçeğe karşı haksızlık etmiş olan zalimlerdir:
“Zâlimlerin: Ey Rabbimiz. Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım” diyecekleri gün hakkında insanları uyar. Onlara denilir ki; daha önce, sizin için bir zevâl/son olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?” (11)
Üçüncü grup ise elindeki imkanları paylaşmayı becerememiş eli sıkı Müslümanlardır:
“Ey mü’minler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Rabbim, Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam’ demesinden önce, size rızık olarak verdiklerimizden harcayın.”(12)
Bu âyetler, her işin bir zamanı ya da her zaman kesitinin bir işi olduğunu, bu sebeple zamanlama hatası yapmamak gerektiğini, sonraki pişmanlıkların ve taleplerin hiçbir şey kazandırmayacağını açıkça ilan etmektedir.
Uyarı
Çok küçük bir parçasının bile ilâve ve iâdesi söz konusu olmayan ömür denen zaman kesitinin genel anlamda kısmî bir belirginliği de yok değildir. Peygamber Efendimiz (sav)’in iki beyânı konuyu belli ölçüde aydınlatmakta ve inananları uyarmaktadır:
“Ümmetimin ömrü 60 -70 yıldır.”(13)
“Allah, altmış yıl ömür verdiği kişiye mazeret/bahâne ileri sürme şansı bırakmamıştır.”(14)
Bu iki hadîs-i şerîf 60 yaşına gelen insan için vaktin iyice daraldığı mesajını vermektedir. Nitekim “mazeret gösterme imkanını ortadan kaldıran süre (60 yıl)” ilâhî adâletin yeter saydığı bir zaman delili olduğuna göre artık ömrün sonu gelmiş, başkaca delil aramaya ihtiyaç kalmamış demektir. Bunun için kimi âlimler 60 yaşı, ömrün bitmek üzere olduğuna işaret saymışlardır. Bu sebeple de ömrün sonuna doğru iyilikleri arttırmak gibi son ikmal çalışmalarına hız vermek gerektiğini belgelerken bu hadisi de zikretmişlerdir(15). Şâfiî bilginlerden bazıları da bu hadisten hareketle, gücü yettiği halde hacca gitmeden 60 yaşını dolduran kişinin hata etmiş olduğu, binaenaleyh böyle bir kimsenin -60 yaşını doldurmadan ölenlerin aksine- haccetmeden ölmesi halinde günahkâr olacağı sonucunu çıkarmışlardır.(16)
Zaman Değil İnsan Bozulur
Genelde insanlar “zaman bozuldu” derler. Bir anlamda suçu zamânâ yükleyip avunmak isterler. Oysa zaman bozulmaz. Bozulan insanlardır. Tıpkı “mevki ve makamların saygınlığı, oralarda oturan insanların saygınlığı ve şerefine bağlı” olduğu gibi (Şerefü’l-mekan bi’l-mekîn) zamanı değerlendirenler de o zamanı kullananlar, o kesitte yaşayanlardır. Asr-ı saadetteki günler-geceler ile zamanımızdaki günler-geceler arasında gün ve gece olmak bakımından hiçbir fark yoktur. Ama söz konusu zamanlarda yaşayanlar açısından ise eyne’s-serâ ve’s-süreyya, demekten öte ne söylenebilir?
Ahmed Haşim “Müslüman Saati” yazısındaki nefis tespitlerini, “Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz zaman içinde kaybolmuş kimseleriz” diye büyük bir acı içinde bitirir. 24 saat çerçevesinde değişen ve yitirilen Müslümana özgü zaman değerlerini yaban vakitlerle değiştirmenin dayanılmaz acısını ve pişmanlığını dile getiren edibimize, “zaman mı bizi, biz mi zamanı kaybettik tartışılır” desek, acaba yılbaşı kutlama çılgınlıklarını damardan anlamlandırmış olmaz mıyız?
Daralan zamanı ve bozulan insanı görüp ihmale uğramış görevleri ikmal etmenin peşinde olmaktan, her yeni günü ve yılı bu yolda değerlendirme gayretine soyunmaktan başka teselli yolunun bulunmadığını kendimize anlatmanın günlerindeyiz. Genelde zamanı özelde yeni yılları anlamlı kılmanın yolu bu olsa gerektir.
1) Buhari, Rikak 5. Hadiste söz konusu edilen 60 yaş hicrî takvime göredir. Milâdî takvime göre 60 yıl, ay yılının güneş yılından 10 gün eksik olması sebebiyle, hicrî hesapta 62 yıla tekabül eder. İşin bu yönü dikkatten uzak tutulmamalıdır.
2) Ra’d sûresi (13), 8
3) Asr sûresi (103) 2
4) Mülk sûresi (67), 2
5) Zâriyât sûresi (51), 56
6) Tîn sûresi (95), 4-5
7) Bk. Tîn sûresi (95), 6; Asr sûresi (103) 3
8) Asr sûresi (103) 3
9) Münafikûn suresi(63), 11
10) Fâtır sûresi (35), 37
11) İbrahim sûresi (14), 44
12) Münâfikun sûresi (63), 9-10
13) Tirmizî, Daavât 102; İbn Mâce, Zühd 27; Beyhaki, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 370
14) Buhari, Rikak 5
15) Bk. Nevevî, Riyâzü’s-sâlihîn, 113. hadis
16) Bk. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 244