Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Yeryüzü Bana Mescid Kılındı

13 Aralık 2009 Pazar Sonpeygamber.info / Yazarlar

Kubâ, Peygamber'in Medine'ye hicreti sırasında konakladığı son menzil olup, bu kısa konaklama sırasında yeni dine ilk daimi mescidini armağan etmiş küçük bir köy. Allah Resûlü'nün, harç ve kurumuş hurma kokuları arasında müslümanlara ilk Cuma hutbesini okuyup, ilk Cuma namazını kıldırdığı kutlu bir belde.

Sâlim. Ebû Hüzeyfe'nin azat edilmiş eski kölesi.

Medine'ye üç kilometre mesafede Kubâ köyünde hurma kurutmak için kullanılan bir arazinin, gelişigüzel bir şekilde kapatılmış zeminine mıhlamış bedenini, arkasında saf tutmuş cemaate namaz kıldırıyor. Sessizliğin esir aldığı kalabalık, yüzünü Kudüs'e çevirmiş bu adamın kıpırdayan dudaklarıyla yakarıyor mabuduna. Yakarışlar bu küçük mescidin cesametini aşıyor, tüm semayı kaplıyor.

İmam Sâlim. Ebû Hüzeyfe'nin azat edilmiş eski kölesi. Irkının boynuna geçirdiği kölelik zincirini kıran Sâlim, şimdi içlerinde Ebû Bekir, Ömer, Ebû Seleme ve Zeyd gibi İslâm'ın önde gelen şahsiyetlerinin de bulunduğu bir cemaate imamlık ediyor. Peygamber'e ilk iman eden güzide ashap arkada, kölelikten âzad olmuş Sâlim önde. Bu güzel buluşmanın vesilesi olan yüce Rablerini huşû içinde tâzim ediyorlar bu sade mescitte.  

Sâlim, "İlk İslâm mescidinin ilk imamı" olma payesi alıyor bu kutlu görevle. Zira Kubâ, Peygamber'in Medine'ye hicreti sırasında konakladığı son menzil olup, bu kısa konaklama sırasında yeni dine ilk daimi mescidini armağan etmiş küçük bir köy. Allah Resûlü'nün, harç ve kurumuş hurma kokuları arasında müslümanlara ilk Cuma hutbesini okuyup, ilk Cuma namazını kıldırdığı kutlu bir belde.

Kubâ'dan aldığı şevk ve heyecan ile tazelenmiş olarak Medine'ye yol alıyor insanlığın efendisi. Medine'ye, Mekke'nin kovduğu, boynu bükük, buruk ve mağaralarda saklanmak zorunda bırakılmış biri olarak değil, kendisini Kubâ'da karşılamış büyük cemaatini arkasına alarak, bir kurtarıcı, bir kumandan ve bir devlet reisi olarak giriyor Resûl-i Ekrem.

Ona bu dönüşüm için zemin hazırlasa da, Kubâ Mescidi Peygamber ile yollara düşemiyor; geride kalıyor. Medine'de yeni bir mescidin, Mescid-i Nebevî'nin inşasına başlanıyor. Çok geçmeden bu mescid, sadece müslümanların ibadet için bir araya geldikleri bir mekân değil, aynı zamanda hasbıhallerin yapıldığı, insanların dert ve neşelerinin paylaşıldığı ve yeni devletin en önemli kararlarının alındığı bir merkez haline geliyor. Ancak âlemlere rahmet Peygamber, Kubâ'yı asla unutmuyor; "İlk günden beri temeli takva üzerine kurulu mescid" dediği buraya düzenli aralıklarla uğramaya devam ediyor.

Yeryüzünde her mescidin Kubâ'ya kadar uzanan, bir köşesinde Peygamberin nefesi solunan ya da bir direğinin altındaki taşta Nebi'nin, o ilk mescide ilk taşı koyarken sarf ettiği kutlu alınterini hatırlatan bir hikâyesi vardır. Kıblenin yönünü değiştiren âyetin nazil olduğu Kıbleteyn Mescidi'nde, bu Peygamberî hikâye, mescidin iki kıblesinde saklıdır. Tarihi, Süleyman Peygamber'e dek uzanan Mescid-i Aksâ'da bu hikâye, Peygamber'in arşa çıkmak için basamak yaptığı taşa işlenmiştir.

Sevgililer sevgilisinin, "Dünya benim için temiz bir mescid kılındı," sözlerinden ilham alan müminler dünyanın gittikleri her köşesini bir mescid ile taçlandırmışlar ve bu mescidlerin her birinin Kubâ'ya uzanan hikâyesini yazmışlardır.

Peygamber'in vefatından günümüze uzanan çizgide mescid, Peygamber'i hayatın içine davet eden bir atmosfer yaşatmıştır her çağda. Cemaat ile kılınan namazlara, camiye gitmek için atılan adımlara biçilen kat kat mükâfatlar, müminleri Nebî'nin "Camideki bir mümin, suda yansıyan bir güneş gibidir," hadisiyle mescidlere taşımıştır. Öyle ki, geleneksel İslâm şehrinin mekân ve biçimleri, bir anlamda mescidin bir uzantısı olmuştur. Şehir ve kasabalar, minareden yayılan ezanla birliğe davet edilmiş; mahalleler dalga dalga yayılan ezanların yanık sedasıyla yıkanmıştır. Minareler, karanlık gecelerde azgın dalgalar ile boğuşan gemilere yol gösteren deniz fenerleri gibi, şehrin sokaklarında manen kaybolanlara ışık yaymıştır.

Mescidler, müminlere ibadet edebilecekleri ve huzur bulacakları bir mekân sunmamıştır sadece. Geleneksel İslâm şehir mimarisi, mabedi merkeze koyan bir yapılanma gösterir hep. Şehir bu yapı etrafında büyür. Öyle ki şehir, "kutsal bir merkezden neşet eden tek bir çatıyla kaplanmıştır" adeta.

Mescid, Nasr'ın ifadesiyle tabiattaki uyumun, düzenin ve barışın bir özeti, bir yansıması olmuştur hep. Mescid kelimesi, sücud ya da kapanma yeri anlamını taşırken, sücud Allah'a teslim oluş ve boyun eğişi simgelemiştir. Aynı zamanda alnın yer ile buluştuğu anı ifade eden secde ile insanın aslına dönüşü, yeryüzü ve tabiat ile hemhal oluşu sembolize edilmiştir. Böylece tabiatın ruhu yansımıştır müminlerin mâbedine. Namaz kılarken tabiatın sinesine dönen mümin, bu kutsal mekânlarda sükûnete erme imkanı bulmuştur. Tabiatı müminlerin ibadet yeri gören Peygamber sözü, mescidi de doğanın bir uzantısı yapmıştır.

Ancak mescidler, müminlere ibadet edebilecekleri ve huzur bulacakları bir mekân sunmamıştır sadece. Geleneksel İslâm şehir mimarisi, mabedi merkeze koyan bir yapılanma gösterir hep. Şehir bu yapı etrafında büyür. Öyle ki şehir, "kutsal bir merkezden neşet eden tek bir çatıyla kaplanmıştır" adeta. İslâm mâbedi, hayatın en merkezinde dahi, tabiatın ahenk, denge ve uyumu ile kuşatılmıştır. Bu sayede hem müminlerin toplandığı ve ibadet ettiği mekânın değişen ve dönüşen günlük hayattan kopması önlenmiş; hem de hayatın en hareketli noktası, tabii bir huzurun hüküm sürdüğü, gündelik hayata her daim bu huzuru hatırlatan bir yapıya teslim edilmiştir.

Bilge mimar Turgut Cansever'in kelimeleriyle "sükûnet içinde hareketin" en bariz, en yaşayan ifadesidir İslâm'da mescid. Nebî'nin nefesinin solunduğu, bir köşesinde ondan kalan bir hatıra ile karşılacağınız, şehrin ve hayatın merkezinde bir yerdedir mescid.