Karikatür nedir: Bir kişinin bir şeyin ya da bir olayın tuhaf ve gülünç taraflarını meydana koyacak şekilde yapılan resim. Karikatürcü, çizdiği şeyin gerçekliği ile ilgilenmez. Onda neyin abartılacağı üzerine düşünür. Mesela tanınmış bir insanın yüzünde bir detayı öne çıkarır. Ya alın çizgilerini. Ya dudaklarının kalınlığını. Ya kulaklarının büyüklüğünü… Diğer detayları olduğu gibi çizmese de olur. Hakikatin kendisi aynen göstermez, hakikat üzerinden kendince bir algı üretir, sadece onu çizer…
Hakikatin kendisi İslam. İslam, adı üzerinde, teslimiyet demek. Gerçeğe teslim olmak. İnsanı sahiden insan kılmak. Varlığın yüzündeki tebessümü çözmek. İnsanı tuhaflaştırmak değildir dinin amacı. Yaratan Allah ne kadar güzel eylemişse insanı, elçilerinin dilinden konuşan Allah da öyle güzel eylemeyi murad eder insanı. İnsanın insan olmasıdır 'din'in varlık sebebi. Kendi varlığının kendisine borç verildiğini fark etmesidir. Bu sade gerçeği, Yaratıcı üç kitap üzerinden anlatır. İnsanın fıtratı, kâinat ve vahiy… Elçiler gönderir bize. Eğilir aklımızın seviyesine. Kalbimizin itminanı için konuşur.
Son Elçi'nin çabası da bunun içindir. Aziz'dir O; kimseye boğun eğmez, hakikatin hatırını yüksekte tutar, kendisine söyleneni eğip bükmeye kalkmaz. Söylenen neyse onu söyler. Saklamaz, kırpmaz.
Rauf'tur da Allah'ın Elçisi; izzetinin yanında eşsiz bir merhamet de kuşanmıştır. İnsanın göz göre göre kendini israf etmesine aldırışsız olamaz. Bin anne şefkatiyle titrer. Kol kanat gerer hata yapmışlara, aldanmışlara bile. Yanlış anlaşılmayı baştan göze almıştır. Kurtuluşları için çalıştığı insanlardan göreceği hakaretlere tebessümle karşılık verir. Başkalarının güldüğüne ağlayacak kadar öte bakışlıdır. Başkalarının ağladığına gülecek kadar teselli pınarı.
Allah'ın Elçisi, her şeyden önce insandır. Her insan gibi bir insan. Acıkan, susayan, kaygılanan, hüzünlenen ve heyecanlanan duru bir insandır. Lâkin ille de düşünen bir insandır. Bir tefekkürü vardır. İnsanlığın temel acılarını taşır kalbinde. Kaygıları ve kederleri, hasretleri ve hayalleri, dünya rüyasına kanmış insanlığı gerçeğe uyandırmak içindir. Tenhalarda sancı çeker. Şehre isyan eder, "Böyle gelmiş böyle gitmez!" der, Hira'ya atar kendini. İnsanı hatasıyla sever, eksiğiyle kusuruyla kabul eder.
Yüksek yerlerdedir, ama başından rüzgâr eksik olmaz. Savrulmayı göze alır. Ayrılığın acısıyla kanar. Aklını bulutlara bindirir, hayaller kurar. Çocukça hüzünleri de sevinçleri de ciddiye alır. Yağmur damlalarıyla selamlaşır. İnadına ıslanır. Tenine varlığın tüm kıpırtılarını dokundurur. Dağı sever, taşlarla söyleşir. Umar ki dağ da O’nu sever, taşın da kalbi olduğuna iman eder. Ara sıra ümitsizliğe düştüğü olur. "Rabbim bana küstü mü?" diye içi titrer. Terk edildiğini sanır. İnsan ya! Köz düşer kalbine. Bulutlanır O’nun yüzü de…
Ne var ki, biz Peygamber'in gerçeğini görmek yerine, O’nun çokça tartışılacak özelliklerini vurguladık. Tüm ömrünü sadece 53 gün tutan savaşlara kilitledik. Kılıç kalkan şakırtısıyla andık O’nu. İlle de kanlı, hareketli sahnelerde resmettik O’nu ve arkadaşlarını. (Peygamberimiz savaştı diye utanacak değiliz elbette; O savaşın ortasında da incelik ve zarafet dersi verir.) Çocuklara karışıp gökyüzünün çizgilerinde neşe aradığını, kendini şarkılarla karşılayan genç kız ve delikanlılara tebessüm ettiğini unutuverdik. Fikrinin ince güllerini dermeyi beceremeyince, Kerbela'nın ciğer sızlatan acılarında, utandıran görüntülerinde heyecan aradık kendimize. Vahyin gelişini bir bayram edasıyla özlediğini dillendirmedik; nabzına Söz'ün kalbinden nasıl can indirdiğini göremedik, gösteremedik.
Oysa "Allah'ın Elçisi" aramızda. Elçilik ettiği Söz aramızda ne kadar canlı akıyorsa, o kadar aramızda… "Elçi" olarak aramızda. Tâbi olunacak, izleri üzerine yürünecek bir özne iken O, nasıl oldu da tuhaf, arabesk tınılara eşleştirdik hatırasını? Kimin fikriydi O’nu içinden çıkılmaz, saçaklı, püsküllü hurafelerin heyecanıyla aramıza çağırmak? "Aziz" bir özneyi, acınacak bir hatıraya dönüştürmek kimin haddi?
Allah'ın Elçisi'nin hatırı, Söz kadar diri. Söz gibi duru. Nasıl oldu da o Söz'ün sadece lafzında oyalandık, sadece yüzüne takıldık? Sadece güzel seslendirişini "ziyafet" saydık. Sırf güzel yazılışını, duvarlara pahalı tablolar olarak asılışını zafer sandık? Oysa söz anlam taşır, anlam ise anlaşılmak ister. Susuzun suyu araması gibi. Açların ekmeği özlemesi gibi. Elimizdeki en sahih, en sahici, en güvenilir, en canlı Peygamber hatırası olan Kur'ân'ı “Okuyalım ama anlaşılmasa da olur!” diye diye “Demek ki anlaşılmaya değmez!” diye karikatürleştiren biz miyiz başkaları mı?
Sahi neydi karikatür? Bir kişinin bir şeyin ya da bir olayın en çok göze çarpan taraflarını sivrilten bir resim, bir çizgi. Karikatürcü, çizdiği şeyin gerçekliği ile ilgilenmez. Onda neyin abartılacağı üzerine kafa yorar.
Kim keyfince çizdiği çizgilere hapsetti Aziz Peygamber’i? Kim? Karikatürcü kim?
Suçlular ne Fransa'da ne Almanya'da ne de Danimarka'da. Kendi "karikatürist" yüzümüzü göreceğimiz aynalar tam da burada. Varlığımızın tek heyecanı, insanlığımızın mayası esmanın göğünden ışık emmeye hazır mıyız? Ümidimiz olan Söz'ün ocağından köz bulmaya var mıyız? K/öz avuçlarımızda yanmaya başladı çoktan. Ümit biziz, biz!