Hz. Muhammed (sav) iyi ve müşfik bir baba, aynı zamanda merhametli bir dede idi. Bu sebeple gerek çocuklarına gerekse torunlarına karşı samimi ve içten bir sevgi besliyor, yeri geldikçe bu sevgisini açıkça gösteriyordu.
O’nun sevgisinden en fazla nasiplenenler kızı Fatıma (r.anha) ile onun çocukları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin olmuştur. Fatıma (r.anha), en küçük ve kendisinden sonra yaşayan tek çocuğu idi. Hz. Peygamber onu çok severdi. Öyle ki Fatıma (r.anha)'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. [1] Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşür, sonra zevcelerinin yanına giderdi.[2] Allah Rasûlü (sav) ayrıca kadınlardan en çok Fatıma (r.anha)'yı, erkeklerden de onun eşi olan Ali (ra)'yi sevdiğini ifade etmiştir. [3] Nitekim sahabe Hz. Âişe'ye, "Hz. Peygamber için bütün insanlar içinde en sevgili kimdi?" diye sorduklarında ondan, “Fatıma” cevabını almışlardır. [4] Allah Rasûlü (sav) Fatıma (r.anha)’nın oğulları olan Hasan (ra) ve Hüseyin (ra)'i çok severdi ve onlarla sık sık oynardı.
Ebû Hureyre (ra) bir gün Allah'ın Rasûlü (sav) ile dışarı çıktıklarını ve Fatıma (r.anha)'nın evine geldiklerinde Peygamber’in Hasan (ra)'ı kastederek, “Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?” buyurduğunu ve Hasan (ra)'ın geldiğini, kucaklaştıkları sırada Allah'ın Rasûlü (sav)’nün: “Ey Allah'ım ben onu seviyorum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni niyaz ediyorum” buyurduğunu rivayet etmiştir. [5] Üsâme b. Zeyd (ra)'in rivayetine göre, Hz. Peygamber Hasan (ra)'ı ve onu yanına alır, “Ey Allah'ım! Onları sevdiğim için, onları sevmeni niyaz ediyorum” diye dua ederdi. [6] Yine Üsâme b. Zeyd (ra) şöyle der: “Bir gece bir işim için gittiğimde, Hz. Peygamber dışarıya elbisesinin içinde bir şeyle çıktı. Elbisesinin içinde ne olduğunu sorunca elbisesini açarak Hasan (ra) ile Hüseyin (ra)'i gösterdi ve şöyle buyurdu: “Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları! Ey Allah’ım ben onları seviyorum. Senin de onları ve onları sevenleri sevmeni niyaz ediyorum.” [7]
Hz. Hasan (ra)
Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ilk çocukları olan Hz. Hasan hicretin üçüncü yılında (M. 625) Medine’de dünyaya geldi. Onun fizikî görünüşünün Allah Rasûlü (sav)’ne çok benzediği rivayet edilir. [8] Hz. Hasan’ın, gençlik ve çocukluk günleriyle ilgili bize ulaşan malumat son derece azdır. Bunlardan birinde Hz. Ömer’in ashaba tahsis ettiği atıyye sisteminde Hz. Hasan’a da babası Hz. Ali’ye verdiği miktar olan beş bin dirhem atıyye takdir ettiği rivayet edilir. [9] Hz. Hasan daha sonra Hz. Osman’ın halifeliği zamanında gerçekleştirilen fetih hareketlerine iştirak etmeye başlamıştır. İlk olarak Kûfe ordusuna dahil olmak suretiyle Horasan bölgesi seferlerine katılmıştır. [10] Bunun ardından Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Ifrikıyye bölgesindeki fetihlerine yardım amacıyla gönderilen orduda yer almıştır. [11]
Hz. Hasan, halife Hz. Osman’ın asiler tarafından muhasarası esnasında onu korumak için evini bekleyen ashab çocukları arasında da yer almıştır. Ancak onunla birlikte bulunan ashab çocuklarının çabalarına rağmen halifenin öldürülmesine engel olunamamıştır. [12] Hz. Hasan’ın siyasî hadiselere katılması babası Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle birlikte başlar. Nitekim babasının talimatıyla Cemel ashabının üzerine sevk edilmek üzere Kûfe’de asker toplama faaliyetine iştirak etmiştir. Bununla birlikte Hz. Hasan, Müslümanların birbirleriyle savaşmalarını önlemek amacıyla çok gayret sarf etmiş, bu hususta babasına sürekli ikazda bulunmuştur. [13] Hz. Ali hicretin 40. yılı 17 Ramazanında (24 Ocak 661) Hâricîler'den Abdurrahman b. Mülcem’in gerçekleştirdiği suikast sebebiyle ağır yaralanınca, bazı taraftarlar onun yanına gelerek şayet ölürse, halife olarak oğlu Hasan (ra)’a biat edip edemeyeceklerini sordular. Hz. Ali ise bu husustaki kararı Müslümanların vermesi gerektiğini söyledi. [14] Hz. Ali’nin bu hadiseden iki gün sonra (19 Ramazan 40/26 Ocak 661) vefat etmesi üzerine, Kûfeliler vakit geçirmeden oğlu Hz. Hasan’a biat ettiler. [15] Hz. Hasan, kendisine yapılan biat işleminin tamamlanmasından hemen sonra Kûfe dışındaki diğer eyaletlere de haber göndererek, halkı halifeliğini kabul etmeye çağırdı. Şam ve Mısır dışındaki bütün bölgelerden yeni halifeye itaat edildiği haberleri başkente ulaştı. Şam’da ise Muaviye’nin kendisini halife ilan edip bölge halkından biat almaya başladığı ve Irak’a ordu gönderdiği haberleri duyuldu. Şam’dan sevk edilen kuvvetlerin gelmekte olduğunu haber alan Hz. Hasan, hem Kûfelileri hem de halifeliğine bağlı diğer belde halklarını ordusuna katılmaya çağırdıysa da taraftarlarından beklediği desteği alamadı. Sonuçta umulandan çok az sayıda askerden meydana gelen bir ordu teşkil ettikten sonra başkent Kûfe’den ayrıldı. Şamlılara karşı gönderilecek öncü birliklerin komutanlığına Hz. Peygamber’in ve Hz. Ali'nin amcasının oğlu Ubeydullah b. Abbas’ı getirdi. [16] Hz. Hasan, ordusunun öncü birliklerini Şam tarafına sevk ederken, kendisi de geride kalan askerleriyle Medâin’e çekilmişti. Burada beklerken, Ubeydullah’ın karşı tarafa geçtiği haberini aldı. Hemen ardından birliklerin yeni komutanı Kays b. Sa‘d’ın öldürüldüğüne dair bilgiler ulaşınca, halifenin ordugâhında büyük bir panik ve kargaşa meydana geldi. O kadar ki bu karışıklık sırasında askerlerin bir kısmı halifeye karşı çıkmaya, hatta kendisine saldırarak çadırını yağmalamaya başladılar. Hz. Hasan bu şartlarda Iraklılardan ümidini yavaş yavaş kesmeye başladı.
Tam bu esnada Muaviye’nin Şam’dan gönderdiği elçileri Hz. Hasan’ın karargâhına ulaştı. Heyette bulunan temsilciler Abdurrahman b. Semüre ile Abdullah b. Âmir, Hz. Hasan’a hilafet arzusundan vazgeçtiği takdirde kendisine her istediğinin verileceği ve tüm tekliflerinin kabul edileceği garantisini verdiler. Bu şartlarda Şam heyeti ile Hz. Hasan arasında yapılan görüşmeler sonucunda hilafetin teslimi şartıyla bir anlaşmaya varıldı. [17] İslâm tarihçileri iki taraf arasında akdedilen bu anlaşmadan dolayı Hicretin 41. yılını (M. 661) “cemaat (birlik) yılı” olarak isimlendirmiştir. [18] Muaviye’ye biat eden Hz. Hasan ailesiyle birlikte Medine’ye giderek hayatının geri kalan kısmını burada siyasî hadiselerden uzak bir şekilde tamamladı. [19] 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti. Vefatından önce kardeşi Hz. Hüseyin’e Rasûlullah (sav)’ın yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmesini vasiyet etmiş, ancak Emevi idaresi ilk teklifini kabul etmemişler, bunun üzerine naaşı Cennetü’l-Bakî’de annesinin yanına defnedilmiştir. [20]
Özellikle Şiî kaynaklarında Hz. Hasan’ın Emevi halifesi Muaviye marifetiyle eşi Ca’de b. Eş’as b. Kays'a zehirletilmek suretiyle öldürüldüğü iddia edilmektedir. Ancak şu bir gerçektir ki halifeliği kendisine devretmiş olmakla Hz. Hasan, Muaviye için bir tehlike teşkil etmemektedir. Bu sebeple onun Hz. Hasan’ı zehirletmesi için bir sebep yoktur. Dolayısıyla Hz. Hasan’ın zehirletilmek suretiyle değil, tabii sebeplerle vefat ettiğini kabul etmek daha doğru olur kanaatindeyiz. [21]
Hz. Peygamber’in Hz. Hasan hakkında şöyle dediği rivayet olunur:
“Bu benim oğlumdur; şeref sahibi bir efendidir. Umarım ki Allah bu oğlum sebebiyle yakında Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah eder.” [22]
Üsâme b. Zeyd’den gelen bir rivayette ise Allah Rasûlü (sav) onu ve Hz. Hasan’ı kucağına alarak şöyle dua etmiştir: “Allah’ım, onları sev, ben onları seviyorum.” [23]
Hz. Hüseyin (ra)
Hz. Hüseyin, hicretin 4. yılında (M. 626) Medine’de dünyaya geldi. İslâm tarihi kaynakları onun adından Hz. Osman dönemi fetih hareketlerinde bahseder. [24] Buna göre Hz. Hüseyin, ağabeyi Hz. Hasan ile birlikte Kûfe Valisi Sa’îd b. el-As’ın komutasında gerçekleşen Horasan fetihlerine iştirak etmiştir. [25] Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’nin halife olmasından itibaren gerçekleştirilen tüm askerî ve sivil faaliyetlerin tamamında bulundu. Hz. Ali’nin Hariciler tarafından şehid edilmesi üzerine ağabeyi Hz. Hasan’a biat etti. Ancak Hz. Hasan’ın halifeliği Muaviye’ye devretmesine karşı çıktı. Daha sonra bu tavrından vazgeçip Kûfe’yi terk ederek Hz. Hasan ile birlikte Medine’ye döndü. [26] Hz. Hüseyin, Muaviye’nin oğlu Yezid adına biat almasına karşı çıkan sahabe çocuklarının başında yer aldı. Bunun üzerine Muaviye muhalefetin merkezi olan Medine’ye gelerek sahabe çocuklarını bu konuda ikna etmeye çalıştıysa da başta Hüseyin b. Ali olmak üzere, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebî Bekr, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Abbas, istişarî hilafetin terk edilerek yönetim sisteminin saltanata dönüşmesine sebep olacağı düşüncesiyle Yezid’in veliaht ilan edilmesine karşı çıktılar. Medine’yi terk ederek Mekke’ye gittiler. Muaviye onları takip ederek Yezid’in veliahtlığına razı olmaları çağrısında bulunduysa da desteklerini alamadı. [27] Muaviye’nin ölümünün ardından Yezid’in halife olmasıyla birlikte Kûfe’deki yönetim muhalifleri harekete geçerek Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’i yanlarına çağırmayı kararlaştırdılar. Gönderdikleri mektuplarla onu Kûfe’ye gelmeye, dağınık durumda olan insanları Yezid’e karşı toplamaya davet ettiler. [28] Gelen daveti dikkate alan Hz. Hüseyin, amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i temsilci olarak Kûfe’ye gönderdi. Müslim, şehre ulaştığında halkın büyük ilgisi ile karşılaştı. Sonuçta şehirde önemli sayıda muhalefet grubu ortaya çıktı. Gelişmelerin gidişatından ümitlenen Müslim, Hz. Hüseyin’e Kûfe’ye gelmesi için haber gönderdi. [29] Diğer taraftan Yezid, Kûfe şehrinin yönetimine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyad’ı getirdi. Yeni vali Kûfe’ye gelir gelmez Hz. Hüseyin taraftarlarına operasyon başlattı. Sonuçta valinin askerleri Müslim’i yakalayarak öldürdüler. [30]
Hz. Hüseyin, Müslim’in öldürülmeden önce yazdığı mektubu alınca Kûfe’deki gelişmelerden habersiz bir şeklide harekete geçti. Diğer taraftan Kûfe’de kontrolü ele alan Ubeydullah b. Ziyad, Hz. Hüseyin’in Mekke’den hareket ettiğini öğrenince ondan takip etmesi için Husayn b. Numeyr’i görevlendirdi. Hz. Hüseyin, yanındakilerle birlikte Zû Husum denilen yere ulaştığında, Husayn b. Numeyr’in gönderdiği Hürr b. Yezîd komutasındaki askerî birliklerle karşılaştı. Bunların görevi Mekke’den gelenleri sürekli takip etmek, gözetim altında bulundurmak ve onları Kûfe’ye ulaştırmaktı. Sonuçta Hz. Hüseyin Ninova bölgesinde yer alan ve günümüzde Bağdat’ın 100 km. güneydoğusunda bulunan Kerbela denilen yere ulaştırıldı. [31]
Bir gün sonra Kerbela mevkiine 4000 kişilik bir orduyla Ömer b. Sa‘d b. Ebî Vakkâs geldi. Vali Ubeydullah, ondan Hz. Hüseyin’i Yezid’e biate zorlamasını, ayrıca gelenlerin su ile bağlantısının da tamamen kesilmesini istedi. Bu hadise, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden üç gün önce gerçekleşti. Hz. Hüseyin Kûfe ordusunun komutanından ya geri dönmesine, ya sınır şehirlerine gidip cihad etmesine ya da Yezid’in yanına gitmesine izin verilmesini istedi. Ancak bunlara olumlu cevap verilmedi.
10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) Cuma günü Ömer b. Sa‘d’ın Hz. Hüseyin tarafına attığı bir okla savaş başladı. Hz. Hüseyin’in yanındakiler sayıları az olduğu için Kûfe askerleri tarafından sırayla öldürülüyorlardı. Sadece geride Hz. Hüseyin kaldı. Ancak Kûfeli askerlerden yanına gelen herkes geri dönüyor hiç kimse onu öldürmeye cesaret edemiyordu. Nihayet Şemîr’in kesin emriyle askerler ona doğru saldırıya geçtiler. Mâlik b. Nusayr isimli Kûfeli başına vurarak yaralanmasına sebep oldu. Bunun ardından Şemîr, yanındaki on kişiyle birlikte yaralı vaziyette bulunan Hz. Hüseyin’in üzerine saldırarak onu şehid etti. Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 kişi can verdi. [32] Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Kerbela faciası, İslâm tarihinde etkileri uzun asırlar süren en elim hadiseler arasında kabul edilir. Öyle ki tarihçiler Emevi devletinin en önemli yıkılış sebepleri arasında Kerbela hadisesine atıfta bulunurlar. Kerbela, Şiîliği sadece Ali taraftarlığı olmaktan çıkarıp, ona bağlı olanların Müslümanları yönetmeyi Hz. Ali evladının devredilmez hakkı olduğu inancını benimseyen bir grup haline getirdi. Onlar Emeviler'in veraset yoluyla iktidarın devri anlayışına bir tepki olarak hilafetin Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı olduğu tezini savunmaya, hatta bunu dinî bir anlayış olarak benimsemeye başladılar. Daha sonraki süreçte Şîa adına atılan bütün siyasî adımların ve fikrî temellendirmelerin referans noktası Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi olmuştur. [33]
Allah Rasûlü (sav), diğer torunu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.” [34] “Hasan ile Hüseyin’i seven beni sevmiş olur; onlara buğzeden bana buğzetmiş olur.” [35]
1. Müslim, Fedâil, 98; Ebû Dâvûd, Edeb, 143, 144; Tirmizî, Menâkıb, 60.
2. Ebû Dâvûd, Tereccül, 21.
3. Tirmizî, Menâkıb, 61.
4. a.g.e.
5. Buhârî, Menâkıb, 27; Müslim, Fedâil, 17.
6. Buhârî, Menakîb, 27; Müslim, Fedâil, 17; Tirmizî, Menâkıb, 31.
7. Buhârî, Menâkıb, 27; Tirmizî, Menâkıb, 31.
8. İbn Abdilberr, el-İstîâb fî ma’rifeti’l-ashâb, Kahire tsz., c. I, s. 384.
9. Belâzürî, Futûhu’l-buldân, thk. Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ, Beyrut 1987, s. 637.
10. Belâzürî, a.g.e., s. 467-468; Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut tsz. IV, 269-271.
11. İbn Haldun, Tarih, nşr. Halil Şehhâde, Süheyl Zekkâr, Beyrut 1998, c. II, s. 573.
12. Taberî, IV, 269.
13. Taberî, IV, 456-458, V, 158.
14. Taberî, V, 146-148; İbn Abdilberr, el-İstîâb, I, 385.
15. Taberî, V, 158; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut 1986, c. III, s. 202.
16. Taberî, V, 158.
17. Buhârî, Sulh, 9; Menâkıb, 25.
18. Taberî, V, 165.
19. Taberî, V, 165.
20. İbn Abdilberr, I, 389, 392.
21. Bu konudaki rivayetlerin değerlendirilmesi için bk. Adnan Demircan, İslam Tarihinin İlk Asrından İktidar Mücadelesi, İstanbul 1996, s. 95-102.
22. Buhârî, Fedâil, 22; Sulh, 9; Fiten, 20; Menâkıb, 25; Tirmizî, Menâkıb, 31.
23. Buhârî, Fedâil,18, 22.
24. İbn Abdilberr, I, 392.
25. Belâzürî, Futûh, s. 467-468.
26. Halîfe b. Hayyât, Tarih, thk. Züheyl Zekkâr, Beyrut 1993, s. 160-164; İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. Tâhâ Muhammed Zeynî, Kâhire 1967; Kitabu’l-Meârif, Beyrut 1970, I, 157-167.
27. Taberî, V, 301-304.
28. Ebû Mihnef, Maktelü’l-İmam el-Hüseyn, thk. Hasen Abullah Ebû Salih, yy 1997, s. 17; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, nşr. Ömer Faruk Tabbâ, Beyrut tsz., s. 207-208.
29. Ya’kubî, Tarih, Beyrut 1960, c. II, s. 242.
30. Dineverî, s. 221-223; Taberî, V, 247-393.
31. Taberî, V, 401-409.
32. Ya’kûbî, II, 245; Taberî, V, 427-455.
33. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi, İstanbul 2011, c. III, s. 83-100. Ayrıca bk. Ethem Ruhi, Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII, s. 518-521.
34. Tirmizî, Menâkıb, 31.
35. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288, 440, 531; İbn Mâce, Mukaddime, 11.