A'lâ: Tesbih/Anmak Doymaktır Doymak Yaşamak

A’lâ suresi bayram sevincini yansıtır. Hz. Peygamber’in bayram günlerinde okuduğu bir sure olduğu bilinir. Yani şöyle; Hz. Peygamber, kendi anadilinde olan, çok iyi anladığı, okurken kimbilir neler düşündüğü, düşündürdüğü bu sureyi sevinçli günlerin tadına tat katsın diye okurmuş dostlarına. Çünkü sure Allah’ın sonsuz anlamlılığını veciz ifadelerle kul diline pelesenk ediyor.

Surede bir yaşam sevinci var. Yaşanacak güzellikler var. Bu da Yaratıcı’nın varlığa kattığı anlamda kendini açığa çıkarıyor.

Bir şey üretiyorsunuz ve tutup ürettiğiniz şeyi hangi amaçla, yani nasıl bir anlamla ürettiğinizi olağanüstü bir hayat enerjisiyle anlatıyorsunuz. Yaptığınız bir şeydir anlattığınız. Hatta yaşatıp durduğunuz...

Rabbin anlatmaları çok farklı bir kıyasla da olsa buna benzer. A’lâ suresinde de varlığı nasıl da böyle bütüncül ve ruhu doyuracak muhteşem bir hikmetle, anlamla yaratmış olduğunu, bu bütünü oluşturan parçalar, parçacıkların her birinin özüne kendilerine özgü anlamlılıklar yerleştirdiğini, merkezi anlam çevresinde her birinin kendi kulluklarını, varlık amaçlarını nasıl da yerine getirdiklerini anlatır. Ve bunu fark eden dostuna, mümin insana, şu zikri ilham eder:

“Subhane rabbiyel â’la!”

Yücelt Rabbinin sınırsız şanını: Yüceler Yücesinin şanını...

Varlığı yaratırken ona en uygun, varoluşunun gereklerini yerine getirebileceği öz ve biçim, tabiat veren ve o tabiata uygun bir hedef/ yaratılış amacı belirleyen Rabbini yücelt.

Yeşil bir bahardan, kurak bir yaza… Onca faniliğe rağmen geçici bir âleme bu kadar özenen, bu kadar ideal bir varlık âleminin kucağına insanı koyan Rabbini...

Bu varlığın aynı amaç etrafında böylesine kaynaşmış olması karşısında yalnız kaldığını hisseder insan. Çok ciddi bir oyuna katılmamış huysuz bir çocuk gibidir. Kenarda kalır. Sonra çok geçmez. Katılmak ister o döngüye.

Hayatında abarttıklarının altında kalmıştır. Kendi kendini aşağılamış, değerini düşürmüştür. Sevgi, saygı, hayranlıkları sevdiğini, saydığını hayran olduğunu yüceltmeye götürmüştür. Olmadığı kadar anlam yüklemeye. Olmadığı kadar yukarıya kaldırdığı, kutsallaştırdığı şeyler onu kendi yerinden, insanlığından etmiştir.

Silkinir.

Ürperir.

A’lâ suresinde de varlığı nasıl da böyle bütüncül ve ruhu doyuracak muhteşem bir hikmetle, anlamla yaratmış olduğunu, bu bütünü oluşturan parçalar, parçacıkların her birinin özüne kendilerine özgü anlamlılıklar yerleştirdiğini, merkezi anlam çevresinde her birinin kendi kulluklarını, varlık amaçlarını nasıl da yerine getirdiklerini anlatır. 

Bir bayram sevinciyle seslenir:

“Sübhane rabbiye’l âla!”

“Sübhane rabbiye’l azim!”

Surenin ayetleri veciz ifadeleriyle namazlarımızda secdelerimizdedir.

“Sebbih ismi rabbiyel ala!” çağrısına karşılık binlerce kalp koro halinde cevap verir:

”Subhane rabbiyel ala! Subhane rabbiye’l azim.”

Cümleler hemen her gün defalarca tekrar edilir. Surede sevinç kaynağı olan tesbihler, anmalar, an’ın farkında oluşlar, yaşamın tadına varılan ruhsal doygunluklar vardır. Bütün bu ilahi neşe; gün içindeki rükulara/ eğilişlere, eğilimlere, ilgilere, üstüne oluşlara ve sonra da secdelere, kapanışlara, adanışlara, odaklanışlara veciz zikirlerle yansır.

Çok yüce olan Rabbi anıyorum! O’nun ve ilkelerinin yüceliğini her an, yaşamımın her anında karşıma çıkan yüceliğini, en güzel anlamları yüklememe nasıl da layık olduğunu, yükleyebildiğim en güzel anlamların da ötesinde bir anlama sahip olduğunu... Her geçen gün daha da iyi anlıyorum. O’nun yüceliğine, taşıdığı ve yansıttığı anlamlara/ tecellilerinin işaretlerine erişmekte güçlük çekiyorum. Erişemeyeceğim kadar yüce olduğunu iyiden iyiye anlıyorum. İlkelerine elimden geldiğince yaşayarak erişmek istiyorum.

Yine de O’nun önünde rükuya varmam; hayattaki eğilimlerimi, ilgilerimi, üstüne olmalarımı O’nun anlamlılığından aldığım ilhamla yapmaya çalışacağım. Secdelerimi, adanışlarımı, her şeyden vazgeçerek tamamen ilkelerine odaklanmış bir yaşamı da O’na sunmaya çalışacağım.

Anmanın en diri hali o an’ı tam da şimdi, başlayan ve bitmemiş olan, geçmekte olan zamanda yaşıyor olmaktır. Yaşamak; an’maktır. Yaşamak; şimdi...

Çünkü biraz sonrasında an, geride kalır. Hatıra olur. Öncesinde de hayal olandır. Böyle böyle yaşamak dediğin şey, daha çok ya geleceğe, hayallere koşan; ya geçmişe hatıralara kaçıp saklanan, an’larda şimdilerde ise pek az eğlenen bir şey olup çıkar. Yaşamak için verilmiş ömür, yaşanmadan heba edilmiş bir geçmiş zamana döner.

Tesbih: Varlık kaynağın olan Allah’a aklını, kalbini geri vermendir. Sende kalarak vermen. Sana “yaşıyorum, yaşadım!” dedirten şey. Çünkü anmak; doymaktır. O Allah kalpleri sadece  kendisinin varlığını duyumsamakla doygunluğa erişecek özellikte yaratmıştır. Şu uzayı, sembolik bir kara parçası olarak kendini boşluğa doğru hep atacakmış gibi yapan uzaylı kalbi doygun kılan, o boşluklara düşürmeyen, tutan tek şey kaynadığı aslıyla birlikte yaşamaktır. Anmak O’nu.

Subhane Rabbiyel ala!

Sen ne güzel, ne pak bir Rabbsin! Kaynağımın Sen olması benim de güzelleşmemi mecbur kılıyor. Senin bu âlâ/ olağanüstü güzelliğin beni de en güzel bir insan olmaya çağırıyor.

Yarattıklarını güzel yaratmış olman benim de yaptıklarımı en güzel yapmamı tenbihliyor.

Yarattıklarına güzel muamale etmen benim de güzel davranmamı gerekli kılıyor.

Sana bakarak yaşamayı öğreniyorum ben. Sana bakarak öleceğim. Sana açık gidecek gözlerim...

Sübhanallah!

Sözgelimi, o ağacı kökünün üstünde nasıl güzel ayaklandırmışsın! Sonra dallarıyla kollarını nasıl dünyaya, evrenselliğe açmışsın. Çiçeğe durması duaya, hayale durması. Meyve vermesi, hayallerini gerçekleştirmesi. Dal uçları keşfinin daimiliği. Yaprak dökümü faniliğe teslimi. Her mevsime uygun giydirmen ne büyük zerafet. Bahar, yaz neyse de kışa kıyamete rağmen ağaç kalmaya sabrı, ağaçlığa vefası. Yapraklarından usluca ölmesi. Kökünden yeniden yeniden yaşamaya başlaması...Varlığıyla Seni hatırlatması. Çizdiğin yolu, koyduğun amacı unutmadan, sapmadan, yaşama sevinciyle yürümesi. Bunca istikrara rağmen hep heyecanlı olması...