“Surat astı ve uzaklaştı…”
Gözümüz önüne yüzden dönüş sahnesini koyuyorsun. Yüz sahibinin göremediğini gösteriyorsun. Kansız bir cinayete tanık ediyorsun gözlerimizi. Görelim, görelim, görelim istiyorsun. Gözüyle değil, gönlüyle görenlerin ışığına açıyorsun gözlerimizi.
“Çünkü ona âmâ geldi.”
Yüz… İnsan yüzü. Senin tecelligâhın. Işıltılı çehresi güzel isimlerinin. Sonsuz kudretinin en sarsıcı, en şaşırtıcı, en yakın kavrayışı. Sınırsız rahmetinin tatlı eğilişi, sıcacık akışı, yumuşacık uzanışı, serin gölgesi. Nihayetsiz lütfunun, eşsiz ihsanının, tarifsiz yakınlığının elle tutulur gözle görülür dokunuşu. Bakışının billur aynası.
Yüz. Benim yüzüm. Aslında, yüz “ben”im!
Yüzüm ki, kimliğim. Onurum. Haysiyetim. Özge varoluşum. “Bir başka” görünüşüm. Yüzüm, varlığımın zirvesi… Kâinat ağacının dal uçlarında olgunlaşan tebessüm meyvesi. Var etme emeğinin, güzelleştirme iradesinin, ilahî rağbetin kristal damlası. Ötesi yok; en berrak, en açık, en okunur sözünü yüzüme kazımışsın. “Kün/Ol!” emrinin ana damarı. Mahlûkatına muhabbetinin atıp duran kalbi. Sevmeler ötesi bir sevmeyle sevişinin, arzın bileğine inen sıcak nabzı.
“Ne biliyorsun belki arınacak o…”
Her yüz bir paklık otağı. Ak pak bir bakış durağı. Yeryüzüne düşen bir ümit çerağı. Anlamsızlığın karanlığını ucundan kaldıran bir ışıltı yumağı. O kadar çok varsın ki o yüzde Sen… Başka yüzeylerde bu kadar değilsin! Neyin varsa yüze yığmışsın. Öyle ki yüzden yüz çevirmek, Senden yüz çevirmek olmalı! Orada göz var; Senin görmenin açık adresi. Oradadır dil, damak ve dudak; Senin beyanının fağfur kâsesi. Orada bekleşir gamzeler, gülücükler, bakışlar, işveler, nazlar, somurtmalar, sevinmeler, huzur parıltıları, hüzün gölgeleri. Tebessümün ibrişimleri yüzün yumağından çözüle çözüle akar. Yüzdedir Senin hatırın; sanatkârlığını en çok yüklediğin yer orası. Yüzde gerçekleşir işitme; can kulağına akan sesler yüzün kıyısında çoğalır. Ses yüzün kıvrımlarında yankılanır. Söz çiçekleri yüzün toprağında tomurcuklanır.
Senin hasretine yazılıdır yüz; aşk orada alev alır. Seni bilmeye ayarlıdır yüz; sıcacık muhabbetler, tatlı aşinalıklar yanağın yamaçlarından kaynak alır. Orada kimliğim var, orada biricikliğim yazılıdır. Bana özge nazarının belgesidir yüz; nazarının değdiği bu yüzde gezinir sevmelerin şavkı. Ayinedir yüz; hiçbir yüzeyde olmadığın kadar varsın yüzümde. Rahmetinle tenezzülünün, merhametinle eğilişinin ışıltılı libasıdır yüzüm. En çok “ben” olduğum yer; yüzüm. Seni en çok tanıdığım ayna; benim yüzüm. Kendimi kolayca bulduğum yer, Sana çabucak vardığım yer; yüzüm. Benim yüzüm.
O yüzden yüz çevirirsem başka nerede yüz bulurum ki… Velev ki kör olsun o yüzün sahibi. Hiç görmemiş olsun aynalarda kendini. Başkaca bakışlardaki yerini bilemez olsun. Velev ki göremeyecek olsun o yüzden yüz çevirdiğimi…
Yüzün sahibinden daha çok Sen sahipleniyorsun yüzünü. Dökülüp saçılmasına, dağılıp kaybolmasına razı değilsin yüz incilerinin. Serin buluşmaların, sevdalı bakışmaların, nazlı gülüşmelerin ara yüzeyine ihtimam gösteriyorsun. Yüzü taşıyan insan görmüyor diye, görmezden geliyor değilsin yüzü önemsizleştirmeleri.
Belki hiç bilmeyecektik o sahneyi. Bir âmâ geldi diye, surat asıp yüz çevirmeyi kayda değer bulmayız ki… Unutulup örtülebilirdi üzeri. Umursamazdık o kırık çizgiyi. İnsanlığın gözü önüne, hem de ebedî bir tablo olarak koyduğun o sahne, belli ki yüzdeki kutsi emeğe ihtimamının ifadesi.
Gözler önüne serdiğin o sahnedeyiz. Sahnenin içine çekildik. Seyirci değiliz. Bir âmânın Peygamber sesinin tatlı çağrısına tutunarak geldiği arayış hatırası bir mızrap oldu bize. Nereden bilirdik ki içimizin de içinde böyle suskun bir tel kalmış. Sözün vurunca duyduk o hüzzam titreyişi. Seslenişin değer değmez yırtıldı o utangaç sessizlik perdesi. Yakalandık biz. Ah sobelendik. Görmediğini sandığımız kuytulara kandık. Kaçamak bakışlarımızı Senden kaçırabileceğimize inandırıldık. Yüzümüzü, Seni en çok heceleyen o ince sözü, gözden düşürebileceğimizi sandık.
Yüzümüz ki, Yar Yüzü’nün mührü tende. Yüzümüz ki, rahmet göğünün ufku. Merhamet güneşleri burada doğar. Şefkat yağmurları buradan iner. Bize Yar oluşunun, yanımızda duruşunun, bize bizden yakın oluşunun imlâsı. Her birimizi “biricik” bilişini sözde bırakmadığının belgesi. Yüze geldikçe, yüzlere vardıkça, yüzlerimizle var oldukça, bizi “biricik” eylemenin tadıyoruz. Gönül düşürüyoruz Yar yakınlığına. Tutunuyoruz Yar dokunuşuna.
Yoksa… Yoksa kör mü olduk? “Yar Yüzü”nün gölgesini tenimizde taşıdığımızı unuttuk. Her tebessümde, her göz açışta, her söyleyişte, her utanışta, her susuşta, her saklanışta “Yar Yüzü”ne taşındığımızı göremedik.
“Yar Yüzü”nün ışıltısını buluyoruz aynalara şimdi. “Ben” dediğimiz kimliğimiz, sevdiklerimizin gözlerine tutunduğumuz tanıdıklığımız, Yar Yüzü’nün yanaklarımıza yansıması değil mi? Bize takdir ettiğin suretlerin aslımızın zarfı olduğunu görmeliydik. Kutsi nefhanın rüzigârı yüzümüze vurur; hep öyle değil mi? Yüzümüz, yanağımızı yatıracağımız ebedi hakikatin busesi. Yüzümüz nefesimize ruh üfleyen Söz’ünün usaresi. Yüzümüz, Yar Yüzü’ne bakışımızın kızıl hicabı. Ah!
“Ne bilirsin belki o gerçeği hatırlayacak ve bu kendisine fayda verecek.”
Adımızı şimdi “Abdullah İbn Ümmi Mektum” koyduk. Gelsin de Muhammedî tebessüm görsün körlüğümüzü… Çözsün kördüğümlerimizi. Çekip alsın gözlerimizi geceden. Kendini kendine yeter bilenlerin ka[la]balığından seçip alsın nefeslerimizi. Serin mahcubiyetiyle teselli etsin bizi. Desin ki: “Ey kendisi yüzünden Rabbimin beni uyardığı kardeşim …”
“Kendisini kendine yeter görene gelince…” Kör odur işte. Başkası değil.
Aç gözlerimizi Rabbim. Güzelliğinin yüz görümlüğüdür yüzlerimiz. Yüzde bırakma bizi. Oyalama yüzeylerde. G/özümüz eyle Sözünü.