Kendimi gecede görmeden gün ışığı arzum gerçek olmayacak...
Galiba öyle oluyor. Hep öyle oldu. Öyle olacak. Aldanışım hep oradan başladı, oradan başlayacak. Verilenin güzelliğini unutup “İyi, ama daha güzeli yok mu?” demelerde düştüm ben. Elime hiç ummadığım halde verileni görmeyip ötesine, fazlasına göz dikince, kaydı ayağım. Kayacak.
“Ey Âdem, mesken et o cenneti sen eşinle de ikiniz dilediğiniz yerden yiyin…”
Şeytanın ilk fısıltısına açık hale geldi can kulağım. Şehvetimi saran örtünün ucu böyle kalkıverdi. Sınırlarım içinde hoşnutken kendimden, bana bahşedilen alan bana yeterliyken, hatta fazla bile gelirken, ilk uyarının gelişiyle sınırımı fark ediyorum. Başımı duvara vurmuş gibi sarsılıyorum:
“…ama şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın.”
Sınırlandırıldığımı vehmediyorum. “Ben” deyişime dayanıp “benim” diyeceğim yeni şeyler ardına düşüyorum. Oysa “ben” deyişim bile verilmişken bana “benim” dediklerim zaten “benim” olamaz ki. Benim bana “ben” deyişimi Senin bana “sen” deyişine borçlu olduğumu unutmuşum. Sinir uçlarıma dokunuyor şeytan bu kertede:
“Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, yalnızca, siz ikiniz melekler (gibi) olmayasınız ve sonsuza dek yaşayamayasınız diye…”
Daha güzelinin benden esirgendiğini sandığımda, bahşedilmiş güzellikleri yitirmeye başlıyorum. Güzelliğimi tamamlayan perde yırtılıyor. Beni benden saklayan örtü kalkıyor. Aynada yüzümden utanmamı önleyen saf uyum kırılıyor. İçimin de içinde serin ve selim olarak uyuyan ateş alev alıyor.
“Şeytan'ın verdiği vesvese, o ikisinin kendilerinden örtülmüş olan çirkinliklerini açmak içindi…”
Açmak… Pandora'nın kutusunu açmak gibi bir şey bu. Cini lambadan çıkarmak gibi… Artık baş edilmez bir sarsıntının ortasında kalacağım. Dönüşü yok. Sınavdayım. Savrulmalara maruzum. Fırtına hiç dinmeyecek. Bağışık değilim artık. Enfeksiyona açığım. Yara alabilirim.
“[Bir de] yemin etti şeytan: “Samimiyim, sizin iyiliğinizi istiyorum.”
İyiliğimi istediğini söyleyenlerden göreceğim kötülüğü demek ki… Sözde içtenliğin yumuşacık yastığında uyutulacağım artık. Kendimi kendimden saklayan örtü kalkınca, kendime koktum. Kendimden korktum. Köklerimin kirli sular emdiğini anladım. Kendimde kendimi aşan bir özün varlığını fark eder oldum. Kabuğumu kıran, tenimi soyan, gömleğini yırtan kötülük tohumu kıpırdadı. Sınırlanamaz arzu ve heves çıkageldi. Dizginlenemez hırs ve şehvet ön aldı. Çeperlerimi yırtan bir devasa hacim üzerine kurulmuş benliğim. Ağırım kendime. Ağrıyım kendi kalbime.
“Bu suretle kandırarak ikisini de sarktırdı; o ağacı tadar tatmaz, ikisine de çirkin yerleri açılıverdi.”
Kendinden utanması, kendini fazla görmesidir insanın. Kendini lüzumsuz sanması… Özenilerek var edilene yakışmaz bu. Sevilerek hayat verilene yakışmaz. Muhatap alınarak şuur verilene, bilinç bahşedilene yakışmaz. Bu, kendi aynasını kırmasıdır insanın. Kendi yüzünü çizmesi. Güzelliğini iptal etmesidir. Senin razı olacağın hâl değil bu. Zira Sensin beni lüzumlu gören. Sensin varlığımı önceleyen. Sensin yokluğumdan hoşnut olmayan. Düşünce, elimden tutarsın elbet. Kirlenince, pak etmek istersin beni. Utancımın karasında ezilmeme razı olmazsın elbet.
"Başladılar Cennet yapraklarından üzerlerine üst üste yamamaya…"
Hoş, olup bitenleri anlatan Sensin. Senden habersiz yürümüyor hiçbir şey. Bana Sen haber veriyorsun. Duymamı, ama özellikle duymamı istiyorsun. Senin isteğin bu. Senin iraden… Babamın ve annemin aldanışına benim de sürüklenebileceğimi biliyorsun. Bilmemi istiyorsun. Bildiğini bildiriyorsun. Belli ki annemin ve babamın dönüşünü bana da açmaktır muradın. Yüzleri ak eden, utançları silen, ümitsizliği unutturan derin pişmanlığın eşiğine koymak istiyorsun.
“Rabbimiz, biz kendimize zulmettik (Senin bizi görmek istemediğin hallerde göründük)…”
Kendi siyahımla yüzleşmeden aklanmam mümkün değil demek ki. Kendimi gecede görmeden gün ışığı arzum gerçek olmayacak demek ki. Dünya kışına uğramadan cennet baharına duacı olamayacağım demek ki. Fanilik güzünü tatmadan ebediyetin sofrasına oturtulmamda hayır yok demek ki. Günahın kuyusunda ağlamadan, pişmanlığın zifirine uğramadan, utancın ateşinde pişmeden, Sana dönüşüm, Seni arayışım, Seni isteyişim, Sende kalışım sahih olmayacak demek ki.
“…eğer bize mağfiret etmezsen ve eğer bize merhamet etmezsen…”
Dilime emanet ettiğin, nefesime bahşettiğin, dudaklarıma yağdırdığın yağmur sözleri alarak geliyorum Sana. Hüznümün gecesine güneş diye gönderdiğin Söz'üne tutunarak varıyorum yakınlığına. Ümitsizliğimin soğuk toprağında tohum diye beklettiğin mahcubiyetimin tohumlarından çıkaracağın baharı özlüyorum her utancımda.
“…yoksa biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
Ben kendimi zayi ettim, çünkü kendi emeğim değilim; kendi kıymetimi bilemem. Sen beni zayi etmezsin, çünkü Senin emeğinim ben; kıymet bilirsin. İsteten Sensin, istettiğine göre elbet vereceksin. Elbet vereceksin ki istememi istemektesin.
“Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, bağışla bizi ve merhamet et bize, yoksa…”