“Firavun: "Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?" dedi, "Bakın, bu sizin yaptığınız sinsice hazırlanmış bir tuzak; hem de bu benim kendi şehrimde, böylelikle ahalisini çekip götürmek için. Ama bekleyin yakında göreceksiniz. Bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, içinizden pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım ve yine mutlaka içinizden pek çoğunu topluca asacağım!” Berikiler: “Bundan ne çıkar, biz de Rabbimize döneriz!" dediler. "Çünkü yalnızca, bize ulaşır ulaşmaz Rabbimizin ayetlerine inandık diye bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz, dar zamanda bize sabır ihsan et ve yürekten sana bağlanan kimseler olarak canımızı al!” (123-126)
Kendisinin üstünde bir güç yok. Tek üstün güç o. Dolayısıyla hiç kimseye hesap vermeyecek. Hiç kimseden çekincesi, korkusu yok. Varlığın merkezi bilmiş kendisini. Her şey onun etrafında ve onun için dönüyor. Kibir tahtında uyanıyor güne. Kibir tahtında sızıyor geceye. Herkes ona hizmet, kul, köle olabilmek için yarışıyor. Herkesin hayatının anlamı ona kulluk. Haklar bütün onun elinde. Ödevler ondan başka herkesin. Herkesin hayatı onun elinde. İki dudağının ucunda bütün emirler ve yasaklar. Kuralı o koyar. Canı isterse o kaldırır. Varlığa hayatlarını o vermiştir. Hayatını onun istediği çizgide yaşamayanın hayat hakkı elinden alınır. Öldürerek. İstediği hayatı seçememe ve yaşayamama ön öldürme biçimidir.
Firavun tiplemesini anlatmak zor. Fakat Firavunluğa hayatta her yerde rastlamak mümkün. Firavun’un öz/süz/lüğünde kendi benliğini ilah edinme ve herkese o -sözüm ona ilaha- tapınmayı dayatma var. Kimin içinde kendisini hemen her konuda veya bir konuda bile tam merkeze alma, yaratıcı karşısında eşit-adil bir konumdan alıp kendini daha üst bir yere, belki de yaratıcı İlah’ın yerine koyma eğilimi varsa ve tutumuna, tavırlarına, davranışlarına böyle bir yansıma varsa onda Firavunluk vardır. Firavundan bahseden ayetleri okurken, akla, belki ilk önce kalabalık halk kitlelerine hükmeden yöneticiler, siyasi erk gelse de daha sonra içinde bu eğilim olan ve davranışlarına bunu yansıtan her insanın biraz Firavun olduğunu düşünür, irkilirim.
Firavunlukta; varlığı, hayatı, insanları kendisi yaratmış gibi davranma yanılgısı var. Başkasının hayatına, yaşama biçimine, dünya görüşü seçimine müdahil olma hak ve ehliyetini kendinde temel bir hak olarak görme var. Bir hayatın nasıl yaşanacağını, bir hayat, dünya görüşü seçimini sadece o yapabilir ve emri altındaki herkes onun seçtiğini yaşamak zorundadır. Seçemez. Yaşayamaz. Yaşamaya kalkışırsa yenilir. Yaşadığına yaşayacağına pişman edilir. Öldürülür.
Bütün bu “yapma ilah”lığın ardında sadece kırık, fani bir taht var. Kırık; çünkü onun bir yapma ilaha verdiği mutluluk, sayısız kalbin acısına, sayısız ıslak yanağa, kitlelerin istemediği hayatlara, seçimlere zorlanarak yaşarken intiharına, zor hayat şartları içinde kıvranmalarına, maişet derdine düşürülüp ruhlarını hissedemeyişlerine, mutsuzluklara, depresyonlara, hastalıklara, kana, kine, baskı altında kalıp sıkışmış yaşam nefretine, kesilen biçilen insan bedenine, kitle ölümlerine karşılık geliyor. Bir veya birkaç şişmiş benliğin zaaflarının bedeli binlerin erdemine, sabrına, direncinden ölüp gitmesine denk düşüyor. Birinin yaşama hazzı, binin ölümüyle elde ediliyor. Azınlığın hayat keyfi, lüksü kalabalıkların hayatlarına pişman olmalarına, temel ihtiyaçlarını bile ya hiç karşılayamadan ya da karşılayabilmek için ömür boyu didinip durarak sürünmelerine karşılık geliyor. Dengesiz ve çivisi çıkmış bir dünyanın yöneticisidir firavunlar. Dünyanın çivisini söküp kendi sarhoşluklarına göre sarsarlar dünya düzenini.
Azınlık Firavunların yakın korumasıdır. Küçük firavunlar halkası. Halka göre değerlidirler büyük firavun nezdinde. Tahtın devamlılığını sağlamada halkla onun arasında aracılardır. Halk ise kul köle kalabalığı. Kesin itaatle sorumlu, firavun onlara nefes alma imkânı taşıdığı için firavuna şükretmek ve kayıtsız şartsız ona itaat etmekle, onun için çalışmakla, onun için üretmek, emek vermek, lutfedilenin dışında bir beklenti içine girmemek, devamlı memnuniyetlerini bildirmek, hiç sorgulamamak, hiç eleştirmemekle yükümlü olanlardır.
Bir devlet yöneticisi, siyasi erkin herhangi bir kolu, bir sermaye sahibi, işveren, patron, bir müdür, herhangi bir kademe sahibi veya bir bilim adamı, sanatcı, entelektüel bilinen biri, bir lider, bir dini lider, bir hoca veya bir aile reisi, bir hacı amca emri altındakilerin bir iradesi olmadığını sanıyorsa, onlara hayat seçimlerini diledikleri gibi yapmalarına izin vermiyorsa, kendi seçimini şiddetle dayatıyorsa, seçmeyen ve yaşamayanı pişman ediyorsa, onu iradeli bir varlık olarak saymıyorsa firavunluk yapmış demektir. Bir insanın özgür seçim hakkına müdahil olmak firavunluktur. İstediği ve seçtiği yaşamı yaşamasına izin vermemek ve kendi isteğini dayatmak, zor kullanmak firavunluktur.
Şimdi herkes içindeki firavununu çıkarsın ve koysun önüne. İstisnasız herkes. Elbette herkesin gücü oranında olacaktır firavunluğu... Ama en küçük oranda bile zorbalık zorbalıktır.
Yasa senin, itaat başkasının. İlke senin, boyun başkasının. Hayat senin, ölüm başkasının. Nimetler senin hizmet halkın. Varlık, varsıllık, zenginlik senin yokluk, yoksulluk halkın. Emir senden, yasak senden hizada durmak halktan. Taht senin tabut halkın. Firavunluk bu.
Böyle bir kibir kimde ise o kibrini kussun kalbinden. Soyunsun ve dökünsün bu alçak elbiseden. Yıllardır tarihteki firavunu anmak ve ona lanet yağdırmak yerine herkes kendi benliğine yerleşmiş zorbalığı lanetlesin. Siyasi erk, güç elde edinceye kadar arzuladığı adaleti şimdi halkın her kesimi için arzulasın ve gereken ne ise Hakk için yapsın. Sermaye sahipleri biraz doymayı öğrensin. Lütfen fazla üretme israfını, ürettiklerini satmak için reklam zorbalığını, tüketim meddahlığını terk etsin. Bütün dünyayı veya bütün ülkeyi satın almayı durdursun kimileri. Patronlar insan yönettiklerinin bilincinde olsunlar. İnsanca yönetmek zorunda olduklarını unutmasınlar. Müdürler üstünlüğün sadece sorumluluk artırdığını bilsinler. Herkes kendini bir şey sanmayı bıraksın. Sandalyesini taht sanmayı ve tahtın aslında bir oturak, gelişmiş bir minder olduğunu ve hiçbir insanın ebedi yaşayamayacağı için ebedi oturamayacağını düşünsün herkes. Bilim adamı bulduklarından gurura kapılıp, bilimsellik adı altında bir zorbalık çıkarmasın. Sanatçı bir ilham zoru kendisini eleştirilemez, ilkeler üstü üst insan sanmasın. Entelektüel tek ve en doğru düşünce kibrinde ve dayatmasında çakılıp kalmasın. Dini liderler kendi din algılarını başkalarına dayatmasın ve sorgulanabileceklerini kabul etsin. Hacılar, hocalar, hacı amcalar, hacı anneler, eşler, ebeveynler her insanın ayrı bir insan, şahsiyet olduğunu bilsinler ve güçlerine dayanarak kibre kapılıp zorbalık yapmasınlar.
Firavunu Kur’ân’dan okumak böyle olmalıdır. Okuyup okuyup geçmişteki temsili isimlere lanet okumakla değil.
Herkes sihirbazlığı, düzmece bir oyun gibi yaşadığı hayatı sorgulasın. İçindeki kibri atıp imana gelsin. Benim benliğim değildir, kişisel bakışım, seçimim, görüşlerim değildir üstün güç, Allah’tır, hakiki değerlerdir veya insani değerlerdir desin artık.
“Sihirbazlar hemen diz çöküp yere kapanarak:"Biz artık inandık âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine!" dediler.” (120-122)