Bir İslam Beldesi Olarak Kudüs

Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi ve Hz. Peygamber’in miraca yükseldiği yer olması sebebiyle İslamiyet’in Mekke ve Medine’den sonra üçüncü önemli kutsal şehridir. Bu nedenle hem İslam inancında hem Müslümanlar nezdinde her zaman ayrı bir öneme sahip olmuştur. Kudüs’ün fethedilmesi ve bölgede İslamiyet’in hâkim kılınması Hz. Ebubekir döneminden itibaren Müslümanların gündeminde olmuştur. 638’de Hz. Ömer’in şehri fethi ile başlayan Müslüman hakimiyeti, arada geçen bir asırlık Haçlı işgali hariç, Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar yaklaşık 14 asır boyunca devam etmiştir. Kudüs, Müslümanların hakimiyetinde olduğu süre boyunca farklı inançlara mensup halkların barış içinde yaşadığı bir kent olmuştur. Müslümanlar için tarihi ve dini açıdan son derece önemli olan şehrin Müslüman devletler hakimiyetinde geçen on dört asrı, dini hayatı olduğu kadar şehrin sosyal ve kültürel yaşamını, mimarisini de büyük ölçüde etkilemiştir. Özellikle Emeviler, Fâtımîler, Eyyûbîler, Memlûkler ve Osmanlılar döneminde şehirde inşa edilen dini yapılar, Kudüs’ün Müslüman kimliğinin ve Kudüs’te Müslümanların varlığının en önemli göstergeleri olmuştur.

Müslümanların Filistin bölgesindeki fetih hareketleri Hz. Ebubekir döneminde başlar. 634’te Ecnadeyn Savaşı neticesinde Halid b. Velid komutasındaki Müslümanlar Filistin kapılarına kadar gelirler. Şam fethi (635) sırasında orada bulunan Hristiyanlarla hayatlarının, mallarının ve kiliselerinin emniyette olduğunu belirten anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşmalar Filistin bölgesi için de örnek olmuştur. Hz. Ömer, halife olduğunda Şam bölgesindeki Müslüman ordusunun komutanlığına Ebu Ubeyde’yi tayin etmişti. O dönemde bölgenin idaresi Bizans yönetimindeydi. Bizans imparatoru Herakliyus’in kardeşi Theodorus’un kumandasındaki Bizans güçleri ile Ebu Ubeyde komutanlığındaki Müslümanlar Yermük Vadisi’nde karşı karşıya geldiler. 636’da Müslümanların galibiyetiyle sonuçlanan bu savaş sonrasında bölgedeki şehirlerin tamamı teslim alınmasına karşın Kudüs bir süre daha kapılarını Müslümanlara kapalı tutmuştur. Ebu Ubeyde, Kudüs halkına bir mektup göndermiş ve şehrin teslim olmasını istemiştir. Kudüs halkı ise halifenin kendilerine gelmesi şartıyla teslim olacaklarını bildirmiş, bunun üzerine Hz. Ömer Cabiye bölgesine gelmiş ve burada komutanlarla görüşmüştür.[1]

Halife ve yanındakiler Sahra’nın bulunduğu yere geldiklerinde burasının bir enkaz halinde olduğunu görmüşlerdir. Çünkü Hristiyanlar, Yahudilere olan nefretlerinden Süleyman Mabedi’nin yer aldığı kısmı yıkıp çöplüğe çevirmişlerdir. Hz. Ömer ve yanındakiler tarafından temizlenen bu yere ahşap bir mescit inşa edilmiştir.

Daha sonra Kudüs kalesinden Cabiye’ye gelen bir grup ile barış anlaşması yapılmış ve böylece Kudüs, 638 yılında Müslüman idaresine geçmiştir. Hz. Ömer, Kudüs’ten ayrılmadan önce, Hristiyan halkın can, mal ve din hürriyetini içeren bir eman yazmıştır. Halife ayrıca şehri ziyaret etmiş, bu ziyaret esnasında Kudüs patriği Sophronius da kutsal yerleri gezerken ona eşlik etmiştir. Halife, Beyti Makdis’in yerini Patrik’e sormuştur. Patrik halifeyi, Cehennem Vadisi ile Sahra arası ölçülerek bulunan yere yani Mescid-i Aksa’nın bulunduğu alana getirir. Halife ve yanındakiler Sahra’nın bulunduğu yere geldiklerinde burasının bir enkaz halinde olduğunu görmüşlerdir. Çünkü Hristiyanlar, Yahudilere olan nefretlerinden Süleyman Mabedi’nin yer aldığı kısmı yıkıp çöplüğe çevirmişlerdir. Hz. Ömer ve yanındakiler tarafından temizlenen bu yere (bugünkü Kıble Mescidi’nin bulunduğu yere) ahşap bir mescit inşa edilmiştir.[2]

Emevîler döneminde de Suriye bölgesi gibi Kudüs de önemli bir şehirdir. Muâviye, Suriye valisi iken Hz. Osman’ın katillerinin bulunup cezalandırılması konusunda Mısır fâtihi Amr b. Âs ile Kudüs’te bir anlaşma yapmış ve daha sonra Kudüs halkından biat alarak halifeliğini ilân etmiştir. Abdülmelik b. Mervân ve Süleyman b. Abdülmelik de biat almak için Kudüs’ü özellikle tercih etmişler; Velîd b. Abdülmelik, Ömer b. Abdülazîz ve Yezîd b. Abdülmelik Kudüs’ü sık sık ziyaret eden halifeler olmuşlardır. Bu dönemde Kudüs’ü de içine alan Filistin bölgesi valiliğine tayin edilmek büyük şeref pâyesi olarak görülmüş, bu göreve Abdülmelik b. Mervân ve Süleyman b. Abdülmelik örneklerinde olduğu gibi Emevî prensleri veya diğer önemli kişiler getirilmiştir.[3]

Emevîler döneminde Kudüs’te yapılan en önemli imar faaliyeti Mescid’i Aksa’nın içerisinde yer alan Kubbetü’s-Sahra’nın inşasıdır. Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan, 690 yılında burada İslâm mimarisinin en güzel eserlerinden biri olan Kubbetü’s-Sahra’yi inşa ettirmiştir. Kubbetü’s- Sahra, Mescid’i Aksa’nın orta yerinde Hz. Peygamber’in (sav) miraç gecesi üzerine basıp göğe yükseldiği Muallak Kayası/Sahra Taşı’nın bulunduğu yerin üstüne inşa edilen bugünkü sarı kubbeli yapıdır.[4] Süleyman Mabedi’nin ilk inşa edildiği yer hakkında da muhtelif görüşler vardır. Tarihsel süreçte şehre yapılan saldıralar sonucunda defalarca kez yıkılıp yeniden inşa edildiği bilinir. Farklı zamanlarda vuku bulan depremler ve haçlı istilaları nedeniyle içinde bulunan tarihi yapılarla birlikte pek çok defa yıkım, tamir ve onarım gören Mecsid’i Aksa’nın günümüzdeki büyük bir bölümü Halife Zâhir döneminden kalmadır. Bir hadisi şerife göre burası, Mescid-i Harâm’dan sonra içinde insanların Allah’a ibadet etmeleri amacıyla yapılan en eski ikinci mabettir.[5]

Mescid-i Aksa’nın yerinin tam olarak neresi olduğu konusunda tartışmalar olduğu gibi, tek bir yapıdan ibaret olduğu yönünde de yanlış bir kanı vardır. Özellikle Kubbetü’s Sahra ve Kıble Mescidi sık sık Mescid-i Aksa olarak yanlış bir biçimde ifade edilir. Mescid-i Aksa, eski Kudüs’teki kuzeyi 321, güneyi 283, doğusu 474 ve batısı 490 metre uzunlukta olan ve yer yer 30-40 metre yüksekliğe ulaşan surlarla çevrili bulunan, içinde Kubbetü’s-Sahra’nın, siyah kubbeli Kıble Mescidi’nin ve çeşme, sebil gibi onlarca tarihi yapının bulunduğu çok geniş bir ibadet alanının adıdır.[6]

Emevîler sonrası kentin hakimiyeti Abbâsî yönetimine geçmiştir. Yine bu dönemde yaşanan depremler dolayısıyla kentte hasar gören başta Kubbetu’s-Sahra olmak üzere diğer tarihi yapılar tamir edilmiştir. 1099’da kentin yönetimi Mısır Fatımilerinin elindeyken Haçlılar Kudüs’ü ele geçirmiş ve burada bir Latin krallığı kurmuşlardır. Haçlıların bölgedeki yaklaşık bir asır süren hakimiyetinin ardından Selahaddin Eyyubi, 1187 Hıttin Savaşı ile Kudüs’ü Haçlılardan geri almış ve şehirdeki Müslüman hakimiyeti yeniden tesis edilmiştir. Eyyûbîlerin yıkılışından sonra Kudüs, diğer bir Müslüman devlet olan Memlükler tarafından 1260 yılında ele geçirilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sonrasında bölgeyi Memlükler’den alması üzerine Kudüs’ün yönetimi Osmanlılara geçmiş ve şehir yaklaşık 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır.[7]

Kur’an-ı Kerim’de şehir adı olarak Kudüs geçmemektedir. Her ne kadar Kur’an’da Arapça kds kökünden gelen “Kuddûs, kudüs, mukaddes, mukaddese” kelimeleri yer almakta ise de bunlardan “kudüs” kelimesi, şehir adı olmayıp, “Ruhu’l kudüs” şeklinde kullanılarak Hz. Cebrail’i ifade etmektedir.

Hâtemu’l-Enbiya Hz. Muhammed’in (sav) ve Müslümanların ilk kıblesi olan, İsra mucizesinin varış noktası kabul edilen ve Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. İsa ve yolu bu bölgeye ve Kudüs’e uğrayan diğer bütün peygamberler aracılığıyla ilahi vahyin tecelli ettiği bu topraklar, Kur’an’da “Arz-ı mukaddese” diye tavsif edildiği için Müslümanlarca mübarek kabul edilir.[8] Kudüs, Müslümanlar tarafından Beytü’l-Makdis ve Beytü’l-Mukaddes olarak da adlandırılır. Müslümanların Kudüs’e yönelik ilgilerinin temel kaynağı Kur’an ve hadislerde geçen anlatımlardır.

Kur’an-ı Kerim’de şehir adı olarak Kudüs geçmemektedir. Her ne kadar Kur’an’da Arapça kds kökünden gelen “Kuddûs, kudüs, mukaddes, mukaddese” kelimeleri yer almakta ise de bunlardan “kudüs” kelimesi, şehir adı olmayıp, “Ruhu’l kudüs” şeklinde kullanılarak Hz. Cebrail’i ifade etmektedir. Kur’an’da şehir adı olarak Kudüs kelimesi geçmese de yorumlamaya müsait, tarihi veya bağlam olarak, dolaylı veya doğrudan Kudüs’e işaret ettiği kabul edilen ayetler vardır. Bu ayetlerin bazılarının Kudüs şehrine referansta bulundukları uzak bir ihtimal olsa da bazılarının Kudüs’ü işaret ettikleri açıktır.[9] Ayetlerin yanı sıra hadislerde geçen birtakım ifadeler de Kudüs’e gelerek ibadet etmenin önemini göstermektedir. Ayrıca şehrin peygamber hatıralarını barındırması, önemli dini önderlerin burada bir süre yaşamaları ve kabirlerinin burada bulunması şehrin Müslümanlar nezdinde kutsallığını pekiştiren unsurlardır.[10]

Müslümanların Kudüs’e dini olarak değer vermesinin öncelikli sebebi ilk kıble olmasından kaynaklanır. Kıble, bir dine inananları diğer din mensuplarından ayırt eden bir tür kimlik göstergesi olması bakımından önemli bir semboldür.[11] Bilindiği üzere, beş vakit namaz hicretten önce Mekke’de Miraç’la birlikte farz kılınmıştır. Hz. Peygamber (sav) Hicret’ten sonra 16 -17 ay kadar kıble olarak Beytül Makdis’e sonrasında kıble değişikliği ile ilgili Bakara suresi 143-144. ayetleri indikten sonra ise Kabe’ye yönelmiştir. Kıblenin değişmesinden sonra Kudüs, Müslümanlar için önemini kaybetmemiş, değerini korumaya devam etmiştir.[12]

Müslümanların Kudüs’e atfettiği anlamın bir sebebi de Miraç hadisesinin şahidi olmasıdır. “Yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir isim olan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. Terim olarak da Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle miraç hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Buna göre; Resûl-i Ekrem (sav)’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa İsrâ, oradan göklere yükselmesine Miraç denilmiştir.[13]

“Meymune hadisi” olarak bilinen hadiste aktarılan olay Kudüs’teki mescidi ziyaretin Müslümanlar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu rivayetin kıblenin Kâbe yönüne değiştirilmesinden sonra Kudüs’ün durumunu öğrenmek amacıyla sorulması üzerine açıklandığı düşünülmektedir.

İsra suresi birinci ayetinde bu konudan şöyle bahsedilir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[14] Miraç hadisesinde önemli bir yer tutan Mescid-i Aksâ’nın hangi mescit olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir.[17]

Kur’an’da Kudüs ve çevresinin kutsallığından bahsedilmesi Müslümanların buraya gelip dua ve ibadet etmelerinin öncelikli sebeplerinden biridir. Kudüs’e gelerek ibadet etmenin önemini gösteren çeşitli hadisler de vardır. Bu konuda ilk karşılaşılan hadis: “(İbadet için) şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: el-Mescidu'l-Harem, Mescidu'r-Rasûl ve Mescidu'l-Aksâ.” hadisidir.[18] Bu hadiste Kudüs’ü ibadet amaçlı ziyaret etmenin öneminden bahsedilirken başka bir hadiste burada kılınan namazlardan fazla sevap umulacağı ifade edilmektedir: “Kişinin Mescid-i Aksa’da kıldığı namazı elli bin namaza eşittir, benim mescidimde kıldığı namazı elli bin namaza eşittir, Mescid-i Haram’da kıldığı namazı yüz bin namaza eşittir.” Bu rivayette de Kudüs’teki mescit, Kâbe ve Medine’deki mescitle birlikte anılmaktadır.[19]

“Yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin hangi mescit olduğunu Peygambere sordum. Mekke’deki Mescid-i Haram’dır, dedi. Ondan sonra hangisi inşa edildi, diye sordum. Mescid-i Aksa dedi. Bu ikisi arasında kaç yıl vardır diye sordum, kırk yıl dedi.” Bu rivayette ise üç mescit arasında bir sıralama yapılmaktadır. Ancak bu, bir diğerinin değerini eksiltmek olarak anlaşılmamalıdır. Nitekim “Meymune hadisi” olarak bilinen hadiste aktarılan olay Kudüs’teki mescidi ziyaretin Müslümanlar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu rivayetin kıblenin Kâbe yönüne değiştirilmesinden sonra Kudüs’ün durumunu öğrenmek amacıyla sorulması üzerine açıklandığı düşünülmektedir. Söz konusu rivayet kıble Kâbe yönüne değişse dahi Kudüs’ün önemini kaybetmediğini gösterir.[20]

“Bir gün Rasûlullah’a bize Beyt-i Makdis hakkında fetva ver, dedim. Rasûlullah, orası mahşer yeridir, oraya ulaşıp namaz kılınız; çünkü orada kılınan namaz başka yerde kılınan bin namaz gibidir, dedi. Ben, eğer oraya gitmeye güç yetiremezsem ne yapayım, dedim. Sen ona zeytinyağı hediye et ki onunla aydınlatılsın, kim bunu yaparsa oraya gitmiş gibidir, dedi.”[21]

Dipnotlar:

  1. Rabia Mert, “İslam Geleneği Açısından Kudüs”, Sinop Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: I, Sayı: 2, Yıl: Temmuz-Aralık 2017. s. 259-260.
  2. A.e., s. 260.
  3. Casim Avcı,” Kudüs”,Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Çevrimiçi.
  4. Nebi Bozkurt, “Kubbetü’s Sahre” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Çevrimiçi.
  5. Nebi Bozkurt, “Mescid-i Aksa” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Çevrimiçi.
  6. Bozkurt, a.g.m., DİA, Çevrimiçi.
  7. Mert, a.g.e., s. 260-64.
  8. Ömer Faruk Harman, “İslamiyet ve Kudüs”, Milel ve Nihal, 16, (1), 2019, s.12
  9. Harman, a.e., s.12-13.
  10. Mert, a.e., s. 265.
  11. Mert, a.e., s. 265.
  12. Yavuz Ünal, “Hadis Verilerine Göre Hz. Peygamber'in İlk Kıblesi: Beyt-i Makdis”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Samsun 2001, Sayı: 12-13, ss. 190-211.
  13. Salih Sabri Yavuz, “Mir’ac”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Çevrimiçi.
  14. İsra 111/1.
  15. Ömer Faruk Harman, “İslamiyet ve Kudüs”, Milel ve Nihal, 16, (1), 2019, ss. 9-30.
  16. er-Rûm 30/3.
  17. Sabri Yavuz, a.g.m., DİA, Çevrimiçi.
  18. Buharî, Enbiyâ 8; Müslim, Mesâcid 2.
  19. Mert, a.g.e., s. 269.
  20. Mert, a.e., s. 269.
  21. Mert, a.e., s. 270.