Burası Dünya: Hepimiz Mülteci Hepimiz Muhacir

21 Mayıs 2018

Osmanlı İmparatorluğu’nun tespih tanesi gibi dağılışını takiben kendini zulüm altında yalnız ve kimsesiz hisseden nice kardeşlerimiz, payitahtın etrafında kurulu son sığınak ve kale olan Türkiye’ye iltica etmek durumunda kaldı. Başta Bulgaristan olmak üzere Balkan, Kırım, Girit, Kafkas, Özbek, Kırgız saymakla bitmez. Sonra Irak ve Suriye. Nice yoksunlukları zorlukları göze alarak, derin bağlarınızdan kopmak, başka bir menzile yönelmek, her şeye sıfırdan başlamak, bütün kazanımları geride bırakmak kolay mı? Yılların emeğiyle elde edilmiş özvarlığın yerle bir olmasından doğan kalp ağrısı.

Ensarın karşılama tarzı modern insanın algılamakta zorluk çekeceği kadar olağanüstüydü. “İyilik yarışına öncülük eden Muhacir ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah razı olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar.” (Tevbe, 100) Bu insanları çevremizde görmek onların gayretine şahit olmak ne büyük bir onur. Bu ayetteki rızaya mazhar olmak ne mübarek bir haldir. Onlara güzelce uyanlar kategorisi ise hepimizi içine alacak şekilde genişlemiş bir zamana işaret eder, belirli bir dönemin gerçekliğini aşan gelecek bütün çağları içine alan cihanşümul bir rol verme ve kucaklama.

Peygamber Efendimiz, Ensarı Kevser havuzunun başında kendisiyle buluşacak bir zümre olarak müjdelemişti. Onları sevmenin imandan olduğunu açıklarken ayetlerden yola çıkmıştı. Mültecilerle ev sahipleri arasındaki çizgi nasıl da pamuk ipliğine bağlı. Aslında insan fanilik ve ölümlülük yüzünden bu dünyada sandığımız kadar yerleşik ve kalıcı değil. Ahiret yurdunun bakiliğine kıyasla dünyada her insan misafir ve mülteci. Birimiz önce, birimiz sonradır ama gerçeğimiz aynıdır, varlık düzleminde bu dünyaya sadece şöyle bir uğramış olmak. “Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir haset duymazlar. Kendi ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.” (Haşr, 9)

Ensar’ın güzellerinden birinin, hatta neredeyse en kemal sahibinin (Ebu Eyyub el Ensari) İstanbul’da medfun olması ne büyük bağış bizlere. O insanlar gelenlerin isimlerini, mevkilerini, kim olduklarını bilmeden sormadan sorgulamadan evlerini açmışlardı. Korku ve güvenlik endişesinden arınmış bir kalple insandan insana, müminden mümine giden kalp yolunu açtılar.

Birbirimize anlatacak aktaracak ne çok şey biriktirdik. Bir şiir festivalinde Suriyeli genç şair yabancı ülkelerden gelen şairler kategorisinde anılmasına itiraz etmişti. Ben en az sizin kadar buralıyım, Osmanlıyım, Bilad-ı Şam’ın evladıyım diye haykırmıştı.

Türkiye’ye gelen insanlar da geride yakınlarını bıraktı. Kimi oğlunu kimi eşini kimi de bütün ailesini kaybetti. Onların Türkçe öğrenmesi beklenir ama bunu beklemeden bizim de hiç değilse hallerini soracak kadar Arapça öğrenmemiz buna niyet etmemiz gerekmez mi? Bu çaba kim bilir hangi hayırlara vesile olacaktır. Endişelerine korkularına yoksunluklarına daha çok nüfuz eder, onlarla kalbi bir bağ kurabiliriz. Birbirimize anlatacak aktaracak ne çok şey biriktirdik. Bir şiir festivalinde Suriyeli genç şair yabancı ülkelerden gelen şairler kategorisinde anılmasına itiraz etmişti. Ben en az sizin kadar buralıyım, Osmanlıyım, Bilad-ı Şam’ın evladıyım diye haykırmıştı. Ait olduğu topraklardan uzaklara savrulan insanlara İslam kültüründe ibnü’s- sebil de denir. Mültecileri ötelemek, yaban bilmek, kalplerini kırmak, gururlarını yaralamak kendi inanç birikimimizden uzaklaşmış olmakla alakalı. Demek ki nice müjdelerle övülen insanlardan olma imkânını birbirimize daha sıklıkla duyurmamız lazım.

“O kimseler ki iman ettiler hicret ettiler ve Allah yolunda cihada katıldılar. Bir kısmı da onları barındırıp yer yurt sahibi yaptılar ve yardıma koştular. İşte bunlar hakkıyla mümin olanlardır. Bunlara bir mağfiret ve cömertçe bir rızık vardır.” (Tevbe, 74)

Peygamberimiz ne diyorsa odur: “Allah’a ve ahirete iman eden kimse Ensar’a buğzetmesin.” “Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin. Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar.” “Ensar iç gömlek, insanlar da dış gömlek mesabesindedirler. Eğer insanlar bir vadiye veya bir koyağa (dağlardaki düzlük) yönelirken Ensar da bir başka vadiye yönelecek olsa ben, Ensarın gittiği vadiyi takip ederdim.”

Peygamberimizin kıymetlisi olmaktan daha paha biçilmez bir şey yoktur. Fakat bunu kemaliyle anlamaya bazen ömür yetmiyor. Ensar da azim bir imtihandan geçmişti Huneyn savaşında. Mekke’nin fethinden sonra harekete geçen bazı kabileler savaş açmıştı Müslümanlara. Çalkantılı bir sürecin uzun muhasaraların sonunda savaşın kazanılması üzerine elde edilen ganimetlerin dağıtımında huzursuzluk baş gösterdi. Peygamberimizin kalplerini kazanmayı umduğu kimi insanlara öncelik tanıması, kimi kışkırtmalar yüzünden Ensarın bazı gençleri arasında itirazlara sebep olmuştu. O’nu adaletsizlikle suçlayanlar hakkındaki sözleri ne kadar düşündürücü: “Bu tavrın öyle taraftarları olacak ki, bunların namazı karşısında sizden biri kendi namazını az görecek; bunların orucu karşısında kendi orucunu az bulacak. Bunlar Kur’an okuyacaklar; ama Kur’an boğazlarından aşağıya inmeyecek. Bunlar, okun avı delip süratle çıktığı gibi İslam’dan süratle çıkacaklar.”

Bu çetin günde aklı mal ve ganimetlerde kalanlara serzenişi ise kalpleri parçalıyor: “Ey Ensar! Kendilerine mal verdiğim bu adamlar, mal ve mülkleri ile deve ve koyun sürüleri ile yurtlarına dönerken, siz aranıza Allah’ın Resulünü alıp memleketinize dönmeye razı değil misiniz? Ben bu kimselere ancak kalplerini İslam’a kazanmak için ihsanda bulundum.”