Dağ Ko(r)kusu

13 Ağustos 2015

Dağdan endişeyle indi. Adımları ağır sorumluluğu taşırken zorlanıyordu. Omuzlarındaki emanetin ağırlığı dizlerinde derman bırakmamıştı. “Yoksa ben mecnun mu oldum?” tereddüdü, dayanılmaz bir bıçak sırtı acısıydı. Ne yöne baktıysa, o vardı: Söz. Sözün kanatları bütün yönleri, bütün ufukları kapatıyordu. Son Dağ'ın yolcusu, bütün zamanları kuşatan sorularla çıkmıştı dağa. Cümle vicdanı kanatan sorgulamalarla vurmuştu kendini yokuşa. Susuzluğu ne kadarsa, o kadar büyük bir pınar sunuldu dudaklarına. 

"Oku…" diyor Rabbi insana.

Ki okumak anlam aramaktır. Okumak, harflerin sıralanışını anlamlı bulmaktır. Okumak, parçaları anlamlı bir bütün haline getirmektir. Okumak, şeyler arasında anlamlı bağ kurmaktır. Okumak, varlık taneciklerini anlam ipine dizmektir.

"Oku, yaratan Rabbinin adına oku…" deniyor insana.

Bu yeniden var oluş daveti. Varlık karşısında düşünme çağrısı. Bilinçli olma sorumluluğunu hatırlatış. Kâinatın gözbebeğini açma teşebbüsü. Varlığın yüzüne şuurun ışığını düşürme girişimi.

"Seni yaratan Rabbin, seni okumak üzere yarattı" demeye geliyor bu cümle.

"Seni hiç yoktan var eden, hiç yoktan var ettiği bu kâinatın okuyucusu olarak seçti seni."

"Sensin bu ihtişamın muhatabı."

"Sensin bu güzelliğin takdir edicisi."

"Sensin bu varlık sürprizinin hayret edicisi."

"Sensin bu sonsuz iyilik buketinin adresi."

"Oku!"

Belli ki okunmaya değer bir tablo var insanın karşısında. Belli ki Hira'ya yürüyen Muhammed-i Emin (sav) okunmaya değer bir tablonun karşısında olduğunu biliyor. Belli ki razı değil insanın bu tabloya sessiz kalışına. Hoşnut değil anlama anlamayla mukabele etmemesine.

"Oku"malı insan. İnsan kalacaksa insan, "oku"yor olmalı. Çünkü varlığın anlamını çözmeyen insan anlamsız kalır. Çünkü anlamsızlık insanın kaybedişidir. Çünkü anlam kaybı insanın kaybedilişidir. Çünkü anlamsızlık insanın ölümüdür. Anlamsızlık insanın yeryüzündeki varlığının boşa çıkışıdır.

"Ey insan, kâinat bir kitap; her parçası yerli yerinde. Dağ ile ova, yer ile gök, yıldız ile ay, gece ile gündüz senin okuman için yan yana."

Hiçbir şey boş yere değil. Sıralanışlar tepeden tırnağa şiir. Her şeyin bir yeri var, her yer için bir şey var. Yönelişler anlamlı, duruşlar yerli yerinde. Ahengin ete kemiğe bürünüşü varlık evi. İhtişam tablosu. Güzellik şahikası.

İlk Söz, insanın aklına eğiliyor. İnsanın değerinin altını çiziyor. İnsana verilen şerefli rolü hatırlatıyor. Bilinç sahnesinde yer almanın sorumluluğunu uyandırıyor.

"Kâinat okumaya değer bir manzara; sen de anlamlı bir nazar sahibisin. Ey insan, tüm varlığı anlamlı kılmak senin işin. Muhatap olduğun ihtişama hayret etmen bekleniyor senden. Gördüğün hesapsız iyiliğe minnet duyman umuluyor."

"Burada kalmayacaksın!" demektedir Rabbi insana. "Ümidim var senden, ümit kesme rahmetimden" diye hatırlatmakta. Böylece dünya darlığından Rabbi’nin yanına varıyor insan hece hece. Hira'nın sancısı zamanın rahmine bir kutlu doğum düşürüyor.

Sen hayret bakışısın âleme. Sen minnet duruşusun iyilik yağmurlarına. Ki sen eşyaya ille de bir anlam ararsın. Her şeyi birbirine bağlarsın. Yalnız değilsin âlemde. Bu dar dünyadan ebediyet çıkaracaksın. Bu “aşağı yer”den başını uzatıp sonsuzluğun ufkuna doğacaksın.

Bak ki Rabbin seni muhatabı seçti. “Oku, seni severek yaratan Rabbinin adına oku.” Demek insan Hira zirvesinde bulacak aynasını. Kendisinden umulanı Hira seslenişinde bulacak. Sessizliğinin göğsüne Hira'nın hatırını kalp diye koyacak. Hira yolcusunun kalbine yük ettiği soruların cevabında görecek yüzünü. Hira'nın gecesinden ebedi sabahlar çıkaracak kaderine.

Hira'dan elçi olarak inen Muhammed-i Emin (sav)'in yanında teselli bulacak mahzun kalbine. Yar arayacak ağlayan ruhuna. O'nun Hira'da bulduğunun yitiği olduğunu az çok anlayacak, er geç fark edecek.

"Burada kalmayacaksın!" demektedir Rabbi insana. "Ümidim var senden, ümit kesme rahmetimden" diye hatırlatmakta. Böylece dünya darlığından Rabbi’nin yanına varıyor insan hece hece. Hira'nın sancısı zamanın rahmine bir kutlu doğum düşürüyor.

Doğum devam etmekte. Elçi'nin son dağdan inişinin endişeli kalp sesleri göğsümüze emanet. Nabızlarımızı o an'ın kalbi dolduruyor.