Edebiyatımızda Ezan

1385 yıl önce Peygamber müezzini Bilal-i Habeşî'nin nefesiyle göklere yükseldi bu kutlu çağrı.  İslam'ın şiarı ezan, Müslüman beldelerin mührü minarelerden taşıp kimi zaman müminlerin, kimi zaman da gayr-ı müslimlerin kalplerini genişletti.  Canlar ilk Bilal'in sesiyle yandı:

Buyurdı mescidin sathına çıktı

Ezân okudu kim canları yakdı

                                               (Yazıcıoğlu Mehmed)

Her dakika yeryüzünün başka bir köşesinde aralıksız devam etti. Müezzinin biri sustu, yekdiğeri başladı. Dünyaya adım attığımızda ilk ezanı duyduk. Adımız onun nağmeleriyle kulağımıza çalındı. Kendi adımızdan önce ilk Bilal'in sesini duyduk sanki. Ölüme dek şairin kulağında daim çınlayan bu ses olmuştu:

Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan:

Kulağıma doğduğum günde okunan ezan

                                              (N.Fazıl Kısakürek)

Arap şairin dediği gibi kişinin ezanı doğar doğmaz okunmuş, namazı ise ölümüne kadar ertelenmiştir. Bu da demek oluyor ki insan ömrü, müezzinin ezan okumasıyla imamın namaza durması arasındaki zaman kadar kısacıktır. Ancak "Bir ağaç altında gölgelenecek kadar" vaktimiz vardır. Bunun için şairimiz her lahza kulağımızı ezana çevirmemizi öğütlemekte:

 

 

"Alnımız secdede bulsun bizi her lahza Ezan

Ve hazin ömrümüzün her günü olsun Ramazan"

Zikrimiz Arş'-ı geçip fecre kadar yükselsin

Mâveralardan ümîd ettiğimiz ses gelsin

                                              (Faruk Nafiz Çamlıbel)

 

 

Ahmet Haşim'in "Müslüman Saati" dediği saat yine kendisinin deyimiyle "Ezanî saat"ti.  Zamanımız ezanlara göre ayarlanmış, ezan Müslüman hayatının başlıca şiarı olmuştu. Yaşadığımız vakitler de ezanî vakitlerdi.  Gün ezanla başlar yine ezanla biterdi:

Hergün yalnız namazdan namaza uyanayım;

Bir dilim kuru ekmek acı suya banayım

Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla

Yaşaya dursun insan, hayat dediği anla.

 

                                              (Necip Fazıl Kısakürek)

 

 

Ulu Cami'nin avlusunda oturan şair de Bursa'nın her sabah o sesle uyandığına şahitlik etmekte, hüsn-i ta'lille bunu dile getirmektedir.  Bursa'da yaşanan zaman ise Müslüman zamanının ta kendisidir, bu zaman mucizenin zamanıdır:

Bu hayalde uyur Bursa her gece,

Her şafak onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanat şakırtısından

Billur bir avize Bursa'da zaman.

                                               (A.Hamdi Tanpınar)

Ezan zamanın dehlizlerinden Hızır'la birlikte gelir.  Hızır'ın sesi olur. Hızır'la yolculuğa çıkan şair onun ağzından bize aktarır:

"Ey insan prizmaları

Sizden uzak değilim

İlyas benim kızılötem

Ben sizin morötenizim

Ben en çok horozlarla gezenim

Geceleri namazım

Sabahları ezanım."

                                              (Sezai Karakoç)

Ezan zamana sığmadığı gibi mekana da sığmaz. Ezan sesleri minarelerden yükseldikçe gökler nura gark olur. Artık o Hz. Muhammed (sav)'in lisanı olmuştur: 

Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedî.

Kâfi değil sadâna Cihân-ı Muhammedî.


Sultan Selîm-i Evvel'i râm etmeyip ecel,

Fethetmeliydi âlemi Şan-ı Muhammedî.


Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden

Şehbâl açınca Rûh-u Revan-ı Muhammedî


Ervah cümleten görür Allah-ü Ekber'i

Akseyleyince arşa Lisan-ı Muhammedî

                                               (Yahya Kemal Beyatlı)

Allahü Ekber nidaları tabiatın kalbinden taşmakta, evrenin ruhunun haykırışı olmaktadır. Bu sesle Allah'ı zikreden tabiat huşu ile ibadet etmektedir:

 

Allahüekber... Allahüekber...

Bir samt-ı ulvî: Gûya tabiat

Hamûş hamûş eyle ibâdet.


Allaüekber... Allahüekber...

Bir samt-ı nâlân: Gûyâ âvâlim

Pinhan ü peydâ, nevvar ü müzlim,

Etmekte zikr-i hallâkı dâim.


Allahüekber... Allahüekber...

Bir samt-ı ulvî: Kalb-i tabiat,

Bir samt-ı nâlân: ruh-i avâlim,


Etmekte zikr-i Hallâk'ı dâim;

Etmekde ra'şan ra'şan ibâdet.

                                                               (Tevfik Fikret)

İlk Medine'den yükselen bu kutlu çağrı artık tüm yeryüzüne sinmiştir. İlahi nağme her bir köşeden kesintisiz yankılanmaktadır. Kimi zaman müminlerin Rabb'lerine açacakları ellerin habercisi, kimi zaman da İslam'la şereflenen bir beldenin Müslüman nişanı almasının habercisi olmuştur:

Zaman geçmez ki yüzbinlerce kalbin vecd-i sekrânı

Zeminden yükselip göklerde vahdetzâr-ı Yezdânı

Ararken dehşet-âkîn etmesin bir sayfa vicdanı

Ne lâhûti sada, "Allahuekber" sarsıyor canı...

Bu bir gülbank-ı Hak'tır çok mudur inletse ekvânı

                                               (Mehmet Akif Ersoy)

Yağsın ezanlardan nur demet demet

Minâreler kalem, gökyüzü senet

                                              (Abdurrahim Karakoç)